Biyolojik kriz: Bilimsel yorumla felsefi yorum arasında

Michel Foucault, enfeksiyon kontrolünün tıbbi bir prosedürden daha fazlası olduğunu, hatta disiplin ve cezalandırma fikrine bağlı olduğunu söylüyor. Foucault’nun felsefesi bugün salgın hastalıklar ve onlarla nasıl başa çıkılacağı hakkında insanlığa daha makul açıklamalar sunan felsefeyse eğer, bir tespit olarak korona virüsünün bilimi ve felsefeyi acımasızca kışkırtmaya devam edeceği söylenebilir ve bu da bilgi teorisi hakkında daha fazla kaos ve gizem anlamına gelir.

Google Haberlere Abone ol

Samiye bin Yahya

İki dünya savaşından sonra, bilimin gücü açığa çıktı; haliyle, insanlığı tüm kriz ve sorunlardan koruyan 'zamanın tanrısı' oldu. Bilim, her belirsizliği giderebilecek, her şeyi açıklığa kavuşturacaktı. Ancak kendisine tanrılık atfedilen bilim, şu anki Covid-19 virüsü başta olmak üzere, Batı medeniyetinin ve insanoğlunun geçirdiği birçok biyolojik krizde yetersizliğini kanıtladı. Burada insan mantığı için kabul edilebilir yorum sağlama yeteneği ve küreselleşen dünyada meydana gelen her türlü dönüşüme olan manevi inancı bakımından felsefe ile bilimin arasında ebedi diyalektik bir kez daha ortaya çıkmakta. Bu çerçevede Alman filozof Karl Jaspers’in metafizik ve felsefi yorumlarıyla ilgili tartışma yaratan kitaplarında da ortaya koyduğu meseleye değinmek amacıyla, biraz bu konu üzerinde durabiliriz.

BİLİM, VAROLUŞSAL İDDİLARINI KANITLAYABİLDİ Mİ?

Alman filozof Karl Jaspers, özellikle metafizik ve felsefi yorumlarla ilgili olarak bilimin kapsamlı olmadığını, sınırlamalar içerdiğini ve insanlığın bilimle yetinemeyeceğini belirtmekte, hatta daha da ileri giderek bilimin her yönüyle bir inanç halesiyle çevrili olduğunu ifade etmektedir. Jaspers’a göre insanı bilimsel araştırmaya iten güç, bilimsel alana ait bir şey değil, daha çok inanç alanına ait. İnsanın bilimsel bilgiyi elde etmesinin hedefi, doğrudan bilimsel alandan çıkarılamaz, daha çok inanç alanından elde edilir. Jaspers, 'Felsefi İnanç' adlı kitabında “felsefenin insanlar arasında yayılması mümkün olan duyguları yeniden diriltmeye sevk ettiğini kanıtlaması gerekir” der. 1930 yılında kaleme aldığı 'Existenzphilosophie' adlı öncü eserinde, insanı bir üretim aracına dönüştüren Batı medeniyetini varlık felsefesine dayanarak uzunca eleştirir. 1961 yılında yazdığı 'Atomic Bombs and the Future of Humanity' (Atom Bombaları ve İnsanlığın Geleceği) adlı büyük gürültü koparan eserinde ise insanlığın kendi gücünü, birbirini yok etmek için daha etkin kullanması meselesiyle nasıl baş edileceğini sorgular. Bu hızlı düşüş, çeşitli türde termonükleer ölümlere yol açmıştır.

Jaspers’a göre her şeyin ön koşulu, olan biteni gözlemlemek için etrafımıza bakmak, olasılıkları ve olayların sonuçlarını tasavvur etmek, ortaya çıkan sonuçlar doğrultusunda durumu açıklığa kavuşturmak için prosedürleri hayata geçirmektir. Jaspers’ın bu düşüncesinden hareketle rasyonalitemizi kullanarak aynı şeyi bugünkü korona krizinde de uygulayabiliriz. Jaspers’a göre akıl, bize mutlak bir netlik sağlamaz. Biz insanların neden olduğu ve kendi eliyle gerçekleştirdiği olayların sonuçlarını yaşamaktayız. Nitekim bugün araştırmacılar, korona virüsü krizinin yol açtığı bu kasvetli gerçeği araştırma sadedinde bir varoluş kriziyle karşı karşıya olduğumuzu ifade ediyor. Zira insanlar bilimsel açıklamanın kırılganlığının farkında. Rasyonel bilgi karşısında mutlak umutsuzluk kadar mutlak güven ve tümel bilginin kesinliğine ilişkin bir tümevarımsal bilgi mümkün değil. Bu durum, Jaspers’ı 'Felsefi İnanç' adlı eserinde bilimsel aklı eleştirmeye itmiştir. Burada o, insan maneviyatının bütün boyutlarını kavramasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Korona virüsünün temsil ettiği tehlikeye rağmen dünyanın anlattığı hikaye, birçoklarının virüs hakkında elde ettiği gerçekliğe tamamen aykırı. Bu da metafizik yaklaşımlara doğru bir kaçışı beraberinde getiriyor. Pozitif bilimin idealizmi geriliyor mu?

Analizimizde kalıpçı/modelci olmamak için, teknolojik dönüşüm çağında olduğumuz halde kesin bir bilginin olmadığı durumlarda, akıl ve bilim herhangi bir yorum getirmekten aciz kaldığında sık sık sorunu gidermek için en baştaki doğal halimize dönüyoruz. Bütün bir metafizik ve bilimler, bilgiyi arama adına birlikte yürüse ve dünyada var olanı açıklamaya çalışsa da analiz, bizi çağdaş felsefede rasyonel metafizikle ve aşkınsal metafizik arasındaki ikinci bir diyalektiğe götürebilir. Ancak bu, birincil analizimizin konusu değil, buna eşlik eden inançtır.

Analizimizin merkezinde olmamakla birlikte, korona krizine eşlik eden inancın özünde meydana gelen bozulmaları daha iyi anlayabilmek için buna şöyle bir diyalektik üzerinden eğilmek mümkündür: Pozitivistler açısından her zaman akli olarak kabul edilemez olarak görülmeleri nedeniyle metafizik ekoller, her ne kadar deneysel olarak araştırılamasa da; epistemolojinin ortaya çıkışı, filozofların bilginin kaynakları hakkında heyecan verici soruları ve insanın şu an sahip olduklarının dışında başka duyularının olup olmadığını sorgulamasından sonra tartışılabilir olarak görülmeye başlamıştır. Metafiziğin bu verimli gelişmesi ontoloji, epistemoloji, kozmoloji ve mitolojiye önem verilmesini sağlamıştır. Bu yüzden metafizik, salt duygusal ve öznel ifadeler olmayıp daha çok gerçekte olan biteni ortaya çıkarma çabasıdır. Deney, mümkün olanı belirleyen metafizik bir yöntem olmaksızın tek başına fiili olanı belirleyemez. Bu yüzden saklı gerçeğe ilişkin araştırmamız bizi aklı daha fazla provoke etmeye ve post modern teoriler ve eleştirel ekolün felsefesi üzerinde derinleşmeye sevk etmelidir.

Bu söylem, 1962 tarihinde kaleme aldığı 'Bilimsel Devrimlerin Yapısı' adlı kitabında bilimin asla mutlak ve nesnel gerçeğe ulaşamayacağını, hakikatin bilinmediği, sonsuza dek varsayım ve ön yargı perdesinin arkasında gizli kaldığını ifade eden bilim felsefecisi Thomas Kuhn tarafından desteklenmektedir. İnsanlık tarihinde, Orta Çağ’da veba ve 1918’de İspanyol Gribi gibi sık görülen salgınlar vardı. İşte buradan hareketle, bilim ve felsefenin bu tür biyolojik krizler hakkında nasıl bir açıklama geliştirdiği sorusunu ortaya koyuyoruz.

MICHEL FOUCAULT FELSEFESİNDE BİYOLOJİK KRİZİN TEORİK ARKA PLANI

Korona virüsü salgınına dair eşi görülmemiş belirsizlik, dünyaya Michel Foucault felsefesinin yorumlayıcı gücünü gösterdi; çünkü Fransız filozof Michel Foucault 1975’te yayınlanan Disiplin ve Ceza’da veba salgını incelemesi üzerinden bize biyolojik olaylara dair bir yaklaşım sunar. Foucault, enfeksiyon kontrolünün, tıbbi bir prosedürden daha fazlası olduğuna, hatta disiplin ve cezalandırma fikrine bağlı olduğuna inanmaktadır. 17'nci yüzyılın sonunda veba ortaya çıktığında alınan önlemler, korona salgını ile mücadelede şehirlerin kapatılması ve insanların evlerinde karantina altına alınmaları gibi mevcut prosedürlere benziyordu. Sosyal medya ve medyadan izlediğimiz Çin’le ilgili görüntüler, bize son derece kasvetli gelmişti. O an bu uygulamalar Batı’nın uzun süredir eleştirdiği otoriter yönetimlerin bir tezahürü olarak görülmüş ve virüs, Çin’in gücünü zayıflatmak için bir fırsat olarak değerlendirilmişti.

Ancak gerçekte bu görüntüler, panik ve endişe dalgalarından kaynaklanan karışıklıkları ortadan kaldırmak için sosyal yaşamın yönetimi ve ulus-devletle insan hayatının biyolojik unsuru arasındaki -bu durum, sağlık üzerinde güçlü bir kontrol yetkisi vermektedir- yeni temel ilişkinin bir boyutunu oluşturan tüketim konusunda Foucault’nun değindiği disiplin toplumunun ana görünümünü gündeme getirmekte. Daha doğru ifade etmek gerekirse, bu tablo, bizi Foucault’nun salgının neden olduğu panik dalgasını anlama ve yorumlamaya ilişkin hükümetlerin sağlığı güvenli kılma adına dayattıkları özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda sundukları gerekçelere bir haklılık kazandırma açısından gerçek bir ihtiyaca dönüştürülen, toplumu yönetme tekniklerine ilişkin tespitlerine götürmektedir. Günümüzde gerçekleşen bir şeyi tanımlamak için geçmişten bir olguyu seçme olarak bilinen teorik yöntemini kullanan İtalyan siyaset filozofu Giorgio Agamben, bir analizinde, bize İtalya’da enfeksiyon ile baskıcı egemen güç arasındaki sorunlu ilişkinin virüsün yayılmasına nasıl yol açtığının bir açıklamasını veriyor.

Michel Foucault’nun felsefesi bugün salgın hastalıklar ve onlarla nasıl başa çıkılacağı hakkında insanlığa daha makul açıklamalar sunan felsefeyse eğer, bir tespit olarak korona virüsünün bilimi ve felsefeyi acımasızca kışkırtmaya devam edeceği söylenebilir ve bu da bilgi teorisi hakkında daha fazla kaos ve gizem anlamına gelir. Mesele bu noktada durmayacak, hatta daha da ileri giderek gerek jeopolitik düzeyde, gerek hükümetlerin halklar karşısında güçlendirilmesi ve iktidarın merkezileştirilmesi konularında, gerekse de 'yeni toplumsal boyut, kolektif sorumluluk ve tercih' örüntüsü düzeyinde pek çok konuda yeni değinilere yol açacak.

KÜRESEL VE YEREL İLİŞKİSİ NASIL OLACAK?

Bu tartışmaya küreselleşmenin geleceği ve ulusal ölçütlerin ötesinde küresel bir biyolojik güvenliğe ulaşmak için küresel ve bölgesel işbirliğinin artması gerektiğine ilişkin yeni tartışmaları ekleyin. Bu nedenle giderek karmaşıklaşan korona virüsü çevreleyen bilinmezlikle birlikte manipülasyon ve yanıltmaların her geçen gün arttığı bir dünyada bu diyalektik tartışma hakkında ciddi bir şekilde düşünmek kaçınılmazdır. Bu, filozof Svenja Flaßpöhler tarafından yapılan bir çağrıdır: “Korona virüsünün yayılımının durması, bize düşünmek için bir alan vermektedir.”

Öte yandan, küresel politikadaki otoriter eğrinin Covid-19’un bir sonucu olarak yükselmesi ve korona virüsü krizinin olumsuz etkilerinin dayattığı demokrasi eğrisinde bir azalmaya tanıklık etmesi, belki de mantıksal sonuçları ve insani göstergelerinin sınırlarını belirlemenin oldukça zor olduğu korona virüsünün ters etkisi nedeniyle, bilimle felsefe arasındaki yeni fikri dinamikleri harekete geçirmeyle sonuçlanacaktır. Ve tek yapmamız gerekenin, tam da salgınla mücadelede kendisine ihtiyaç duyulduğu bir zamanda bilim ve teknolojinin tahtının sallanmasına yol açan korona tuzağı sonrası süreçte, geleceğin ne sakladığını beklemek olduğu söylenebilir.

Düzgün bir dünyada Batı felsefesine karşı Asya felsefelerinin ortaya koydukları gerçekler üzerinden salgınların tarihi hakkındaki antropolojik meselelerin bir açıklaması olarak Çin bilimsel ve felsefi deneyimini araştırmaya tekrar tekrar dalabiliriz. Burada bir sosyolog ve politik iktisatçı olan William Davis’in açıklamasıyla bu yazıyı bitirelim: “2020’nin önemini tam olarak anlamak, dünya için yıllar veya on yıllar alacak. Bu yaşadıklarımızın gerçek bir küresel kriz olduğundan emin olmamız da aynı zamanda küresel bir dönüm noktasıdır. Zira yakın gelecekte, çok fazla duygusal ve bedensel acıların yanında finansal sorunlar da yaşanacak. Bu büyüklükteki bir kriz, sosyal ve ekonomik hayatımızın temellerinin çoğu yeniden şekillenene kadar çözülmeyecek.”


Yazının aslı Raialyoum sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)