Virüs, AB’nin ölümcül kusurunu ortaya çıkardı: Dayanışma eksikliği

En kötü darbeyi alan ülkeleri desteklemek amacıyla vergileri, borçları ve harcamaları bir havuzda toplamayı sağlayacak bir siyasi irade yok. Ne var ki, tek çıkış yolu bu.

Google Haberlere Abone ol

Shahin Vallée

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, yakın tarihli bir röportajında Avrupalı liderlerin tarihle bir randevusu olduğunu belirtti ve baskı altındaki Avrupa’nın Covid-19 krizine karşı ortak bir ses ve araçlarla yanıt verebileceğini göstermek adına bir araya gelmeleri gerektiğini ifade etti. Ancak, tarihle olan bu buluşma gerçekleşmedi. Avrupalı liderler, 'sakin kalma ve devam etme' konusunda hemfikir oldular.

Her ülke zaten düzgünce planlanmamış çıkış planlarını duyurmuş olmasına rağmen, karantina önlemlerinin hafifletilmesi için bir yol haritası onayladılar. Almanya gibi bazı ülkelerde, karantina önlemlerini kaldırma kararı federal hükümetin kendi başına alabileceği türden bir karar değildir ve diğer ülkelerle koordinasyon bir yana, eyaletler arasında koordinasyon bile epey zordur.

KOORDİNASYON EKSİKLİĞİ DURUMU KÖTÜLEŞTİRİYOR

Her ülkede görülen enfeksiyon seviyesindeki büyük eşitsizlik, tıbbi malzemelerdeki farklı donanım düzeyi ve değişen test kapasitelerinin (Fransa haftada 150 bin civarındayken Almanya 700 bin kapasiteye sahip) bir sonucu olarak, her ülke kendi güzergâhını belirliyor. Ve bu koordinasyon eksikliği, virüs ülkeden ülkeye seyahat ederken ikinci ve yeni bir enfeksiyon dalgası riskini taşıyor.

Bunun yanı sıra, liderler, kusurlu ve dengesiz bir ekonomik iyileşme planı üzerinde de anlaştılar ve bu, üye ülkeler arasında derin bir anlaşmazlıkların tohumlarını ekiyor. Devlet yardımı prensiplerinin çoğu ortadan kaldırıldı ve bu durum hükümetlerin kurumsal sektörleri uygun gördükleri biçimde desteklemelerine olanak sağlıyor. Mevcut koşullar göz önünde bulundurulduğunda bu gerekli olabilir ama yalnızca güçlü bir bilançoya sahip olan ülkelerin buna gücü yetebilir.

Bu ülkelerde, hükümet tarafından yapılan özsermaye aşıları, (piyasalardan daha elverişli şartlarda verilen) imtiyazlı krediler ve garantiler, kurumsal sektörlerin krizin maliyetiyle yüzleşmesine yardım edecektir; bununla birlikte, ortak pazardaki seviye, hareket alanını derinden ve kalıcı bir şekilde zayıflatacaktır.

Benzer şekilde, her hükümetin ekonomik toparlanmayı destekleme kabiliyeti de, borç seviyeleriyle paralel olarak epeyce kısıtlanacaktır. Hane halkını veya işsizleri destekleme becerisi bir ülkeden diğerine büyük farklılıklar gösterecek, Fransa veya Almanya ile aynı düzeyde destek veremeyen İtalya veya İspanya gibi ülkelerde en zayıf kesimlerde kalıcı yaralar açacaktır.

MALİ KRİZİNDEN ÇIKIŞ MÜMKÜN MÜ?

Avrupa maliye bakanları tarafından önerilen araçlar onaylandı; bu, ülkeler finansal piyasalara erişimi tam olarak kaybettiğinde veya piyasa koşulları bozulduğunda, AB’den borç alınması fikrine dayanıyor. Bu durum şimdilik borçlanma maliyetlerini düşürürken, krizin yaratacağı uzun vadeli sürdürülemez borç yükünü değiştirmeyecek.

Gerçek bir yardımlaşmanın yokluğunda ve Avrupa hükümetlerinin, her üye devletin kendi başına harcama yapmasına ve borç almasına izin vermek yerine krizin maliyetini paylaştığı ve Merkez Bankası’nın bu yeni borcu para basarak finanse ettiği gerçek bir parasallaşma durumunda, Avrupa ülkeleri ya bir sonraki nesli borçları ödemeye çalışmak için kemer sıkma politikaları uygulamaya ve bunalıma itecek ya da bunun bir kısmının sosyal ve siyasi açıdan yıkıcı olacak bir yeniden yapılandırma amacıyla kullanılmasına yönelecekler.

Bu nedenle AB'den, kriz sırasında öncelikli olarak Euro Bölgesi ülkelerine borç vermek ve disipline etmek üzere kurulan Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) aracılığıyla kredi alınması fikri, özellikle de İtalya’da şiddetli bir tepkiyle karşılandı.

Bununla birlikte, son haftalarda kısmen histerik bir hale gelen siyasi tartışmaların ardında bir dizi temel soru yatıyor. Avrupa ülkeleri bu krizin yükünü paylaşmaya gerçekten hazır mı? Bu yük paylaşımını siyasi olarak üstlenmeye mi hazırlanıyorlar, yoksa Avrupa Merkez Bankası’ndaki teknokratlar açık bir siyasi anlaşma olmaksızın her bir Avrupa hükümetinin borcunu satın alırken bunu gizli olarak mı gerçekleştirmeyi tercih edecekler?

Bu soruların temel cevabı AB hükümetlerinin vergileri, borçları ve harcamaları bir araya getirmeye hazır olup olmadığına bağlı. Sonuç olarak, bu ilke, fonun büyüklüğünden daha önemlidir ve Avrupa’da ortak bir mali tepkinin verilebilmesi için gerekli olacaktır. Bu zor bir durum; zira kabul edilirse, tek para biriminin üzerine inşa edildiği ilkelerin yeniden yazılması anlamına gelir.

Bugüne dek Almanya, yalnızca borç alanların politikaları üzerinde sıkı kontroller uygulayarak bu dayanışmanın gerçekleşmesine izin verdi. Ancak bu entegrasyon süreci, ekonomik sıkıntılar ve siyasal hoşnutsuzluk yarattığı için, Avrupa aşısının hem ekonomik hem de politik bağlamda yıkıcı olduğunu gösteriyor. Euro Bölgesi’nin, mevcut AB bütçesinin izin vermediği vergilendirme, borçlanma ve harcama yetkileriyle Avrupa Parlamentosu’nun demokratik kontrolü altında, gerçek bir mali federalizm biçimine doğru ilerlemesi gerekiyor.

Böyle olmazsa, AB, ruhunu yitirmiş bir siyasi projeye gereken hayati enerjiyi sağlamak zorunda kalan bir merkez bankasının tıbbi olarak yardım ettiği, koltuk değnekleriyle yürüyen bir yapı olmayı sürdürecek.

*Fransız ekonomist Shahin Vallée, Emmanuel Macron’un Ekonomi Bakanı olduğu dönemde kendisinin danışmanıydı.


Yazının aslı The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)