Küresel salgınların nedeni toplumsal eşitsizlik mi?

Tarihsel olarak bakıldığında, küresel salgınların toplumsal eşitsizliğin ve huzursuzluğun arttığı dönemlerde yaşandığını görmek mümkün. Peki gerçekten toplumsal krizler ve küresel salgınlar birbiriyle bağlantılı mı?

Google Haberlere Abone ol

Laura Spinney

Bu salgının toplumsal eşitsizlikleri nasıl şiddetlendirdiği üzerine pek çok şey yazıldı. Ama ya toplumlarımız eşit olmadığı için bu küresel salgın gerçekleşiyorsa?

Tarihsel olarak, salgınların toplumsal eşitsizlik ve huzursuzluk dönemlerinde meydana gelme olasılığının daha yüksek olduğunu gösteren bir düşünce ekolü vardır. Bu yaklaşım, “yoksullar daha da fakirleşince genel sağlık durumları zarar görür ve bu da onları enfeksiyona karşı daha savunmasız hale getirir,” diye ilerliyor. Aynı zamanda daha fazla hareket etmeye, iş arayışına girmeye ve şehirlere yönelmeye itiliyorlar. Bu esnada zengin kesim, uzak bölgelerden gelen ürünler de dahil olmak üzere, lüks ürünlere harcayacak daha çok paraya sahip. Bu halde dünya, ticaret vasıtasıyla daha sıkı biçimde birbirine bağlanır ve kentleri birbirine bağlayan ticaret yolları boyunca mikroplar, insanlar ve lüks mallar hep birlikte yolculuk eder.

TARİHİN BİZE ÖĞRETTİKLERİ

Peki ya gerçekte durum nasıl? Tarihçi Peter Turchin, tarih boyunca küresel bağlantılılık, toplumsal krizler ve küresel salgınlar arasında güçlü bir istatistiksel ilişki kuruyor. Örneklerden biri, Roma ve Çin imparatorluklarının zenginlik ve gücün zirvesinde oldukları milattan sonra ikinci yüzyılda yaşanandır; her iki bölgedeki yoksullar aşırı derecede yoksuldu ve eski ipek yolları en parlak döneminin tadını çıkarıyordu. MS 165 yılından başlayarak, Antoninus vebası Roma’yı vurdu; on yıl içinde veba Çin’i de harap etmeye başlamıştı ve ardından her iki imparatorluk da düşüşe geçti.

MS 6'ncı yüzyılda Justinianus vebası ve 14'üncü yüzyılda 'kara ölüm’ salgını benzer koşullarda ortaya çıktı ve Turchin, bugün yine aynı sorunların söz konusu olduğunu söylüyor: Küreselleşme, genişleyen eşitsizlikle birlikte yeni insan patojenlerinin (hastalık yayıcı organizmalar/ç.n.) ortaya çıkmasına yol açıyor. Geçen hafta bir blogda “Ve şimdi, huzursuzluk çağımızın kendi salgını ortaya çıkmış gibi görünüyor” diye yazdı.

Küresel salgınlar her zaman toplumsal huzursuzluğu tetiklemezler ama onlara neden olan aşırı eşitsizlikleri arttırarak, huzursuzlukların ortaya çıkmasına neden olabilirler. Bunun sebebi, salgınların en sert şekilde yoksulları -düşük ücretli veya düşensiz işlerde çalışanlar, kalabalık yerleşim yerlerinde yaşayanlar, sağlık hizmetlerine erişemeyenler- vurmasıdır. Bu, geçmişte böyleydi ve bugün de durum aynı.

2009 grip salgını sırasında görülen ölüm oranı, İngiltere nüfusunun en fakir yüzde beşlik kesiminde, en zengin olanlardan üç kat daha yüksekti. Covid-19 salgını, sosyoekonomik (hileli/ç.n.) zarların düşme şeklinden dolayı, ırksal bir boyuta da sahip olan modelden ayrılma belirtisi göstermiyor.

TECRİT, SOSYOEKONOMİK SORUNLARA YOL AÇIYOR

Diğer yandan, bu küresel salgına ilişkin insanlık tarihinde daha önce hiç görülmemiş olan yepyeni bir şey var; bu, tecrit konusundaki eşi benzeri görülmemiş küresel deneyimimiz. Bu tecrit önlemleri, hastalığın yayılmasını yavaşlatmak, sağlık sistemleri üzerindeki yükü hafifletmek ve nihayetinde hayat kurtarmak üzere tasarlandı ve bunu gerçekleştiriyor gibi görünüyor. Ama aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri daha da şiddetlendiriyor olabilir.

Salgın bitene kadar yarattığı etkilerin bütünlüklü bir resmini göremeyeceğiz; fakat buna işaret eden ve gerçek hikâyelere dayanan raporlar mevcut ve daha sistematik analizler de ortaya çıkmaya başladı. Geçen hafta yayınlanan ve 1200 Norveçli ile gerçekleştirilen bir anketin sağladığı ilk bulgular, daha düşük eğitim ve gelir düzeyine sahip kişilerin geçici olarak işten çıkarılma olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. İngiltere’deki duruma benzer olarak, ücretsiz izin planına başvuruda bulunabilirler; fakat gelirlerinin azalma ve işsizlik halinin kalıcı olmasından kaygılanma ihtimalleri daha yüksek.

Norveç’teki araştırma, yoksulluk ile Covid-19 yüzünden hastalandığını bildirenler arasında hiçbir bağıntı bulamadı; buna karşın, daha yoksul ve düşük eğitim düzeyine sahip olan insanların, sosyal mesafelenme kurallarına uyma olasılığının daha düşük olduğunu ortaya çıkardı. Anketi gerçekleştirenlerden biri olan Oslo Metropolitan Üniversitesi’nden demograf (nüfus istatistikleri araştırmacısı/ç.n.) Svenn-Erik Mamelund, bunun nedenini söylemenin zor olduğunu ama bazı teoriler bulunduğunu ifade ediyor.

Mamelund, daha düşük sosyoekonomik gruplarda bulunan insanların işe gitmek konusunda daha fazla baskı hissedebileceğini dile getiriyor. Ayrıca sağlık alanında bilgi düzeyi daha düşük olan, resmi görevlilere çok az güven duyan insanlar olabilirler ve bu kişiler eğer Norveç kökenli değillerse, bunlara ek olarak dil sorunları yaşayabilirler. Mamelund, bu kesimin halk sağlığı önlemlerine düşük seviyelerde uyum göstermesinin, daha sonra hastalığa maruz kalma ve ölüm olaylarında daha yüksek seviyelerin görülmesine neden olmasından korkuyor.

TEDBİRLERİN OLASI SONUÇLARI GÖZDEN GEÇİRİLMELİ

Bu önlemlerin Covid-19’un insan hayatına yönelttiği tehdit karşısında doğru olup olmadığını söylemek imkânsız; ancak onları dayatanlar, ödenecek bedelin yüksek olacağını zaten biliyordu. Mamelund, geçen yıl, bir salgın durumunda Dünya Sağlık Örgütü’ne ilaç dışı müdahaleler konusunda tavsiyeler sunan bir komitede çalıştı. Komitenin görevi, eldeki bulgulara dayanarak, hastalık yayılımını yavaşlatmaya yönelik tedbirlerin (el yıkamaktan sınır kapatmalara kadar her şeyin) maliyetini ve faydalarını gözden geçirmekti. En kötü senaryoda bile, tecridi hariç tutan bir öneri listesi oluşturdular. “Tecridi asla önermedik; zira bunun bütün ülkeler açısından büyük toplumsal ve ekonomik zararlara yol açacağını biliyorduk” diyor. “Ve şahsen, dünyanın geri kalanının Çin’in liderliğini takip edeceğini hiç düşünmemiştim.”

Norveç, 5.4 milyonluk küçük bir nüfusa sahip iyi finanse edilen bir refah devleti. Şimdiye kadar hiçbir protesto yaşanmamış olsa da tecridin toplumsal etkisi farklı bölgelerde daha görünür hale geldi. Hindistan’da yiyecek bulabilmek için evlerine dönen işsiz kalmış göçmen işçiler arasında ölümler yaşandığı bildirildi; ABD dahil birçok ülkede işçilerin endüstriyel faaliyetlere devam ettiklerine ve taşra sakinlerinin, bu dönemde kentli zenginlerin kırsal bölgelerde bulunan ikinci evlerine taşınmalarına karşı öfkelendiklerine tanık olduk.

Hükümetler bu tür gelişmeleri göz önünde bulundurmalı, ayrıca tecridi ne zaman ve nasıl kaldıracaklarını iyi hesaplamalı; çünkü bugün bu çarelerin hastalıktan daha kötü olduğunu öne sürmek zor olsa bile, tamamen farklı bir rahatsızlığa yol açabilirler ve tarihin bize gösterdiği üzere hiçbir toplum buna karşı bağışık değildir.

Semptomatik tedavi bu şekilde işliyor. Uzun vadede, tabii ki onlar ve biz, bu küresel salgının ölümcül bir neşterle parçalara ayırdığı toplumlarımızdaki korkunç eşitsizliği ele almalıyız.


Yazının aslı The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)