Korona virüsünün psikoanalizi: Ölümcül bir tehdit altındayken aklımıza ne olur?

Korona virüsü krizi, Freud'un Das Unheimliche (tekinsiz/tuhaf ve ürkütücü) olarak adlandırdığı fenomenin somutlaşmış halidir. Bu durumdaki kişi 'evinde olma', kaderinin hakimi olma duygusundan 'atılmıştır'.

Google Haberlere Abone ol

Korona virüsü krizi, Freud'un Das Unheimliche (tekinsiz/tuhaf ve ürkütücü) olarak adlandırdığı fenomenin somutlaşmış halidir. Bu durumdaki kişi 'evinde olma', kaderinin hakimi olma duygusundan 'atılmıştır'. Freud, bir gece vakti trende yaşadığı dokunaklı örneği verir. Trendeki kompartımanına tanımadığı, yaşlı bir adamın girdiğini görür ancak fark eder ki, aslında gördüğü, kapısı sarsıntıdan açılmış olan küçük banyonun aynasındaki kendi yansımasıdır. Aynadaki yaşlı yüzün yabancılığını, yaşlılığın yaklaşmakta olan ölümü gösteren kırışıklıkları, benliğin ölümsüzlük duygusunun dokunduğu illüzyonun iplerini çözen “tekinsiz” bir an olarak tanımlıyor. Korona virüsü tren vagonumuz için kesinlikle büyük bir sarsıntıdır. Tanıdık ve güvenli olan, yabancı ve tehditkâr hale geldi. Bize yakın olan insanlarla bir araya gelmemiz tehlikeli kabul ediliyor. Bildiğimizi ve anladığımızı düşündüğümüz hayat bize sırtını döndü ve artık hiçbir şeye kesin gözüyle bakamayız.

Ancak “tekinsizlik” aynı zamanda bir fırsat. Sabit duruşlarımız, yanıltıcı bilgi birikimimiz, hayatla yaptığımız gizli anlaşmalar - hepsi çatlıyor ve böylece, yeni bir değerlendirmeye yer açıyor.

Psikanalist Donald Winnicott, gelecek korkusunun her zaman geçmişin tonlarında çizildiğini gözlemledi. Zaten olmuş olandan korkuyoruz. Tarih kelimesinin onun hikayesi (his-story) kelimelerinden oluşmasına şaşmamalı. Toplumsal cinsiyet perspektifinden üzücü, ancak yine de geçmişle ilişki kurma şeklimizi tam olarak gösteriyor. Tarih bir öyküler toplamı olduğu için, alternatif tepkilerimiz de bu öyküler tarafından şekillendiriliyor. Bugünlerde çoğumuz umut ve umutsuzluk, güven ve korku duyguları arasında ileri geri sallanıyoruz. Bu dalgalanmaları yaşıyoruz çünkü yarının ne getireceğini bilmediğimiz için her iki taraf da eşit derecede geçerli ve eşit derecede de geçersiz.

Bu durum dayanılmaz olduğu için, içsel fotoğraf albümümüzdeki olasılıkları gözden geçiriyoruz ve geleceğin puslu duvarına geçmişten net resimler yapıştırıyoruz. Güncel gerçekliği ölçmek için bir takım tahminler arayışında, her birimiz dünyanın eski felâketlerini hatırlıyoruz. Travmatik anılar depreşiyor ve zihnimizi güçlü bir endişeyle dolduruyor. Fakat olumlu anılar da yüzeye çıkarak hizmetimize giriyor: bize dirençliliğin ne olduğunu öğreten figürler, yeni başlangıçlara yol açan zor dönemler. Cömertlik, ılımlılık, stresle başa çıkabilme, sahip olduklarına minnettar olma ve başkalarına yardım etme becerisi gibi psikolojik değerlerin hepsinin artık özel bir amacı var.

Doğanın (insan doğası dahil) her zaman yıkıcı ve yapıcı güçler arasında salındığını ve yıkım karşısında (hatta - bize doğumda verilen tek söz olan - ölüm ihtimalinde de), bilinçaltına itme sayesinde mutlu rutine dönene kadar hep, saygıyla karışık korku duyduğumuzu hatırlamakta fayda var. Bu hep böyle oldu ve hep de böyle olacak.

Çok yardımcı olabilecek bir şey, gerçeklik karşısında proaktif olmaktır. Bu dönemde kendileri için bir rol bulan ve herhangi bir sorumluluğu üstlenen ya da üzüntülerini ve endişelerini yeni bir şeyin yaratılmasına dönüştüren insanlar, bunun, hepimizin hissettiği kontrol eksikliğine karşı önemli bir karşı ağırlık sağladığını göreceklerdir. Açıkçası, bu yazıyı yazmak da aynı amaca hizmet ediyor.

*Dr., Tel Aviv Üniversitesi'nde psikanalist