Korona virüsü, ekonomiyle ilgili efsaneyi yok etti

1990’lardan bu yana, ‘pazarın güvenilirliği’ su götürmez bir gerçekti. Birden bire, yaşam ve ölüm meseleleri söz konusu olduğunda, hesap-kitabın farklı olduğu anlaşıldı.

Google Haberlere Abone ol

Adam Tooze*

2020’de korona virüs nedeniyle yaşanan zorunlu ara, belki de modern tarih boyunca gündelik yaşamda gerçekleşen en dikkat çekici kesintidir. Bundan bir 'savaş' diye bahsediliyor. Ve bu durum, 1914 ve 1939 yıllarında gündelik hayatın kesintiye uğradığı eski hikâyeleri anımsatıyor. Yine de bir savaşın aksine, şu an seferberlik değil bir terhisi içeriyor. Hastaneler tam alarma geçmişken, çoğumuz mahallesinde hapsolmuş durumda. Şu ana dek görülen en şiddetli (ekonomik/ç.n.) durgunluklardan birini kasıtlı biçimde hayata geçiriyoruz. Bunu yaparken, 20’inci yüzyılın sonlarındaki en büyük klişe sözlerinden birinin tabutuna bir çivi daha çakıyoruz: Önemli olan ekonomidir, seni aptal**.

‘RAKİPSİZ’ SİSTEMİN ÇÖKÜŞÜ

Bir zamanlar etrafta neler olup bittiğini bildiğimizi düşünürdük. 1990’ların uluslararası ticari diline göre, Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından, ekonominin temel teşkil ettiği ve geri kalan her şeyin ondan sonra geldiği açıktı. Komünizmi mağlup eden şey, Batı’nın ekonomik başarısıydı. Ve ekonomi yalnızca harap haldeki komünist diktatörlükler üzerinde değil, demokrasilerdeki olası politikaların da kapsamını belirliyordu. Tony Blair, küreselleşmeyi tartışma konusu etmenin, mevsimlere karşı çıkmak kadar saçma olduğunda ısrar ediyordu.

Ardından 2008 krizi geldi ve bu evrenin ekonomi ustalarının aslında kim olduklarını merak etmeye başladık. Bunu, –uzmanlık kisvesi altında gizlenen– muhafazakâr mali popülizmin ve dogmanın istihdam sağlama ve pastayı büyütme ihtiyacı doğrultusunda yönettiği ve politik nedenlerle tetiklenen olağanüstü Euro bölgesi borç krizi felaketi takip etti. Sonrasında, 2016 yılında İngiltere’de gerçekleşen referandum, ekonomik felaket tahminlerinin yardımıyla Brexit (Avrupa Birliği’nden ayrılma/ç.n.) lehine bir eğilim yarattı. Aylar sonra, narsist bir milyarder olan Donald Trump, ayrıcalıklı olan kesimlerin muhalefetine rağmen işçi sınıfının oylarıyla iktidara geldi. Hem İngiltere hem de ABD, piyasalar tarafından ezici bir reddedilme korkusu yaşamadan şaşırtıcı derecede mantık dışı ekonomi politikaları izledi. Liberal seçkinler, piyasayı koruyan 'milislerin' yardıma gelmesi için boş yere beklediler.

Ve şimdi de Covid-19. Pervasız ekonomik çıkarların, aslında bize bir yanıt dayatıp dayatmadığını bir düşünün. Ekonomiyi durdurmalı mıyız? Virüs hakkında bildiklerimiz, bize, en çok da toplumun 'en az üretken' üyelerini öldürdüğünü gösteriyor. Çalışan nüfusun büyük kısmı ancak normal bir gripten daha ciddi belirtiler yaşıyorlar. Alışılmış gribin aksine, çocukları, yani geleceğin işçilerini tehdit etmiyor. Virüs kötü olabilir ama basit ekonomik mantık, bir aşı üretene kadar hayatı devam ettirmenin en iyi yol olacağını söyleyecektir; zira bildiğiniz üzere "Önemli olan ekonomidir, seni aptal".

YÜZ BiNLERİN HAYATIYLA OYNANAN KUMAR

Bu, gerçekten de İngiliz hükümetinin verdiği ilk tepkiydi. Manşetler, İngiltere’de iş yerlerinin açık kalacağını aktarıyordu. Hafızası iyi olan gazeteciler, Boris Johnson’ın, Steven Spielberg’ün 'Jaws' filminde, bir deniz canavarının seçmenlerini yemesine rağmen plajın açık kalmasında ısrar eden belediye başkanına olan benzerliğini ortaya koydular. Halk sağlığının 'daha yüksek aklı', bize, üretimdeki işgücünün bağışıklık kazanacağı söylemişti. 'Kahramanlık ekonomisindeki' bu cesur deneyin nasıl sonuçlanacağını biliyoruz: Yüz binlerce daha fazla ölüm, hastaya boğulmuş Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) ve siyasi meşruiyet krizi gibi feci bir senaryo karşısında paniğin neden olduğu bir geri çekilme.

Birden bire, yaşam ve ölüm meseleleri söz konusu olduğunda, hesap-kitabın farklı olduğu anlaşıldı. Elbette, yaşlı ve hasta insanlar ölür. Hepimiz zamanı gelince öleceğiz. Fakat temelde, bunun nasıl ve hangi koşullar altında gerçekleşeceği önemlidir. Öteden beri kötü koşullarda yaşayan 'savunmasız' topluluklarla sınırlı olsa bile, ölüm oranlarında görülen bu büyük artış varoluşsal açıdan rahatsız edici. Hastanelerimizde yaşanacak kıyamet sahneleri de öyle. Daha eski çağlarda, uygun bir belirsizlik kisvesinin arkasında saklanmış olabilirler. (Şüphesiz NHS ve BBC, klinik cephelerde ilk elden bilgilendirme yapmak için protokolleri yerine getirecektir.)

Ancak Kuzey İtalya ve Wuhan’dan bize ulaşan sözler ve görüntüler yeterince kötü. Tüm bunlarla yüz yüzeyken, aptallık, derhal harekete geçmemiz gerektiğini, ekonomiyi durdurmamız gerektiğini, piyasa çağının en önemli bireysel faaliyetinin, yani kamuya açık alışverişin bile topluma karşı bir tür suç haline dönüştüğünü hızlıca fark edemeyecek bir halde bekliyor.

BİR YOL AYRIMINDAYIZ

Bu, ekonominin krizi şekillendirmediğini söylemek değil. Bu, Çin ekonomisinin acımasız biçimde genişlemesi ile viral kuluçkaları ortaya çıkaran geleneksel beslenme alışkanlıkları ve modern kentsel yaşamın ortaya çıkardığı bir karışım. Virüsün bulaşmasını hızlandıran şey küreselleşen ulaşım sistemleridir. Yoğun bakım yataklarının sayısını ve solunum cihazlarının stoklarını belirleyen maliyet hesaplamalarıdır. Hazır haldeki ve üretilmesini beklediğimiz aşıların dağılım aralığını belirleyen şey, ilaçların geliştirilmesindeki ticari mantıktır; önemsiz görünen korona virüsü, erkeklerdeki sertleşme sorunuyla aynı düzeyde ilgi çekmezler. Ve virüs yayılmaya başladığında, İngiltere’nin her zamanki gibi işe olan bağlılığı ölümcül bir gecikmenin sebebi oldu. Ekonomiyi durdurmanın bir bedeli var. Hiç kimse bunu yapmak istemiyor. Buna karşın, sonradan ortaya çıktığı kadarıyla, korkunç seviyelerdeki hastalık ve ölüm tahminleri karşısında, gerçekten de başka bir seçenek yok.

Ekonominin geri dönüşü, karşımızdaki politik, entelektüel ve varoluşsal engelin üstesinden gelince -bunun bir ölüm kalım meselesi olduğunun farkına vardıktan sonra- gerçekleşir. Ve ekonomi bunun öcünü de alır. İyi organize olan Asya devletlerinin ortaya koyduğu mantık, en kısa süre içerisinde normal işleyişe dönebilmek umuduyla ciddi bir karantina rejimi yürütmenin en iyi yol olduğu yönünde. Çin ekonomisi daha şimdiden adım adım işlemeye başladı.

Batı’da salgının büyüklüğü ve genişliği öyle büyük ki, tepkimiz artık üzerine bir battaniye atarak örtmek olacak. Ve bu da ekonomi yönetiminin devasa sorunlarını gündeme getiren bir şey. Atlantik’in her iki yakasındaki muhafazakâr hükümetler bile para ve maliye politikalarının her yanını kurcalamaya başladılar. Birkaç hafta içerisinde, 2008’dekilerle karşılaştırılabilir bir ölçekte muazzam müdahalelere başladılar. Belki bu darbeyi yumuşatabilirler. Ama bunu daha ne kadar sürdürebileceğimiz, hayat kurtarmak için ekonomiyi daha ne kadar dondurabileceğimiz cevaplanmamış bir soru.

Önümüzde duran zor seçimleri yaparken en azından bir nebze de olsa özgürlük kazandık. 1990’ların büyük fikri olan, 'ekonominin' siyasetimizin düzenleyici bir süper-egosu gibi hizmet edeceği düşüncesi başarısızlığa uğradı. Son on yıldaki deneyimimiz düşünüldüğünde, şimdi şunu sormaktan hiç bıkmamamız gerekiyor: Hangi ekonomik sınırlamalar gerçek ve hangileri hayal?

*Adam Tooze, Columbia Üniversitesi’nde Avrupa Enstitüsü yöneticisi ve ‘Crashed’ (Çöktü) adlı kitabın yazarıdır.

**(It’s the economy, stupid) Bill Clinton’ın 1992 yılında ABD’de düzenlenen başkanlık seçimlerinde kullandığı ‘slogan’.

Yazının aslı The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)