Filleri de ‘mülteci’ olarak görebilir miyiz?

Bir mülteci, tanımı gereği bir insandır ama filleri ve diğer hayvanları da böyle değerlendirmemiz mümkün olabilir mi? Tartışmanın merkezinde, fillerin olağanüstü zihinsel kapasiteleri bulunuyor. Bilimsel araştırmalar, aslında kendi varlıklarının farkında ve son derece duygusal olduklarını, ayrıca onlarca yıllık ilişkilerin eşlik ettiği karmaşık sosyal yaşamlara ve grup halinde karar verme mekanizmalarına sahip olduklarını gösteriyor.

Google Haberlere Abone ol

Brandon Keim

Birçok Afrika fili açısından hayatın neye benzediğini bir düşünün: Aile üyeleri ve arkadaşlar öldürülmüş, topluluklar dağıtılmış, ana vatanları inşaat faaliyetleri ve iklim değişikliği nedeniyle değişmiş, genelde düşmanca davranan bir dünyada kendilerine yeni yurtlar arıyorlar. Bu tür bir açmaza giren insanlar mülteci olarak kabul edilir. Peki filler de mülteci olarak nitelendirilmeli mi?

Aslında, Tazmanya Üniversitesi’nde ekoloji uzmanı olan Tristan Derham ile La Trobe Üniversitesi’nde çevre felsefecisi olan Freya Mathews, ‘People and Nature’ dergisinde yayınladıkları tartışma yazısında, fillerin mülteci olarak nitelendirilmeleri gerektiğini ifade ediyorlar.

BİZE BENZEYEN HAYVANLAR, BENZER SORUNLAR YAŞIYORLAR

Filler “İnsanlarla aynı kaygı ve deneyimleri paylaşıyor” diyorlar. “İnsanlarla aynı ahlâki (ing. moral) kategori kapsamına alınabilirler ve benzer ahlâki eğilimlere sahiptirler. Burada, bazı fillere mülteci nitelendirmesi yapılması yönünde bir tartışmayı başlatıyoruz.” Ve fikir teorik açıdan henüz emekleme dönemindeyken, Derham ve Mathews, “Bu tartışmanın fillerin himaye altına alınması ve korunması için yeni bir ahlâki ufuk açmasını umuyoruz” diyorlar.

Genellikle değişen çevre koşullarına tepki olarak çeşitliliklerini değiştiren türler bağlamında, hayvanların hali hazırda retorik terimlerle ‘mülteci’ olarak nitelendirildiğini belirtiyorlar. Bununla birlikte, kelimenin resmi tanımı ve uluslararası topluma verdiği yardım ve koruma yükümlülükleri, bizim türümüze özgüdür. Hayvanları bu şekilde değerlendirmek tam olarak uygunsuz değilse bile garip görünebilir.

Ama yine de her şeyin bir ilki vardır. Çok da uzak olmayan bir geçmişte, tacize uğramış bir köpeğin ‘kurban’ diye nitelendirilmesi garip görülürdü; günümüzde hem gündelik konuşmalarda hem de yasalar bağlamında böyle kabul edilebiliyor. Mağduriyet fikrinin bir türe özgü olması gerekmez. Mülteci olmanın ne anlama geldiğine baktığımızda, Derham ve Mathews’ın bakışı, Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan tanımı çağrıştırıyor: “Irk, din, milliyet veya belirli bir sosyal grup ya da siyasi görüşe mensup olması nedeniyle” zulme uğramaktan korkan ve ülkesinden ayrılmak zorunda kalarak geri dönmeyi istemeyen ya da geri dönemeyen kişi.

Derham ve Mathews, “Çoğu filin bu kriterleri karşıladığını göstermek için hayal gücünü çok fazla zorlamak gerekmiyor” diyor. “Zulüm korkusu var; bu korku nedeniyle yaşam alanlarından ayrılıyorlar; ve ülkelerine geri dönmüyor ya da korkularından dolayı dönemiyorlar.”

KUŞATMA VE SÜRGÜN KISKACINDALAR

Tartışmanın merkezinde, fillerin olağanüstü zihinsel kapasiteleri bulunuyor. Bolca bulunan bilimsel araştırmalar, aslında kendi varlıklarının farkında ve son derece duygusal olduklarını, ayrıca onlarca yıllık ilişkilerin eşlik ettiği karmaşık sosyal yaşamlara ve grup halinde karar verme mekanizmalarına sahip olduklarını gösteriyor. Yaşadıkları bir travma sonrasında aşırı saldırganlığa ve öfkeye eğilimlidirler; yavrularını ihmal edebilir ve sosyal etkileşimden uzak durabilirler.

Uzmanlar, bu davranışları travma sonrası stres bozukluğunun bir göstergesi olarak tanımlayabiliyor ve en önemlisi, bu durum bir yırtıcı hayvan saldırısı ya da doğal afete tepki olarak değil, insan kaynaklı öldürme ya da yerinden edilme sonrasında ortaya çıkıyor. Derham ve Mathews, “Vahşi fillerin artık bu tür belirtiler sergilemeleri, kuşatma altında olduklarına inandıklarını gösteriyor” diyor.

Yiyecek ararken ve gezinirken toprağı çiğneyen, bu sayede -yıpranmış yolları ve mevsimsel döngüleri izleyerek sayısız ayrıntısıyla tanıdıkları ve- üzerinde yaşadıkları arazilerin fiziksel özelliklerine şekil veren ‘habitat (doğal ortam/ç.n.) mühendisleri’ oldukları düşünüldüğünde, Derham ve Mathews “Ait oldukları ve sürgün edilebilecekleri ülkelerin asıl sahibi oldukları söylenebilir” diyor.

NASIL BİR YÖNTEM İZLENMELİ?

Eğer filler mülteci olarak kabul edilirse, bunun somut sonuçları neler olabilir? İnsanlar söz konusu olduğunda, uluslararası toplum onlara yardım sunmak zorundadır. Filler için bu tür programlar doğrudan uygulanamaz; bunun yerine, verilecek yanıtlar koruma altına alma ve vahşi hayatın yeniden yeşertilmesi uygulamalarını içerebilir; bununla birlikte, fazladan bir ahlâki aciliyet ve maliyetlerin karşılanması hususunda uluslararası bir sorumluluk paylaşımı da gereklidir.

Bu yaklaşım bir örnek teşkil edecektir. İnsanlar, fillerden daha az karizmatik ve tehlike altında olan veya zihinsel ve sosyal yaşamları bizimkine benzemeyen yaratıklar için hızla karmaşıklaşabilecek biçimde yeni mülteci türlerinin tanınmasını talep edebilirler. İnsanların bir kısmı fillere yapılacak yardımın insan mültecileri zor duruma düşürmesinden korkabilir ve göç sorunlarının politik hassasiyeti göz önünde bulundurulduğunda, hayvanların maruz kaldığı zor durum siyasal tartışmalara konu olabilir.

Derham’ın söylediği kadarıyla, o ve Mathews, fillerle ilgili nispeten net olan örnek üzerinde yoğunlaşmışlar. Yine de diğer türleri de değerlendirmeye açıklar. “Her vakanın kriterlere göre test edilmesi gerekiyor” diyor. “Belirli hayvanlar ve içinde bulundukları durumlar hakkında ayrıntılı bilgiye sahip insanların kendi örneklerini dikkatle düşündükten sonra kamuoyuyla paylaşacaklarını umuyoruz.

Yazının aslı Anthropocene Magazine sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)