Arkeologlar nereyi kazacaklarını nasıl biliyorlar?

Arkeologlar, yeni kazı alanları bulmak için şans, beceri veya teknolojiyi, bazen de üçünü birden kullanırlar. Buradaki asıl zorluk, neyi aradığınızı bilmektir. Sıradan bir kaya ile taş bir alet arasında ya da doğal bir tepe ile çim kaplı kalıntılar arasında ayrım yapmak deneyim gerektirir.

Google Haberlere Abone ol

Bridget Alex

19'uncu yüzyılda, Almanya’nın kırsal bir bölgesinde büyüyen Heinrich Schliemann henüz yedi yaşındayken, bir gün Homeros’un yazdığı Yunan destanı İlyada’daki kuşatılmış şehir Truva’nın kalıntılarını bulacağını söyledi. Babası, Truva’yı bir ‘fantezi’ diye nitelendirerek oğlunun arzusunu pek ciddiye almadı. Fakat çocuk onu şöyle yanıtladı: “Eğer bu duvarlar bir zamanlar var olmuşsa, tamamen yıkılmış olamazlar: geride büyük harabeler kalmış olmalı ama yüzlerce yılda biriken tozun altında saklanıyor olmalılar.”  Schliemann ilerleyen yıllarda kaleme aldığı yaşam öyküsünde olayı böyle anlatıyor.

Çocukluğuyla övünmesi etkileyici olabilir ama anlattıkları, kayıp halkların ve medeniyetlerin kalıntılarını arama noktasında daha büyük bir sorunu ortaya koyuyor. Arkeologlar nerede kazı yapılacağını nasıl biliyor?

Schliemann, en azından bunu çözmüş gibi görünüyor. 1800’lü yıllarda kendi kendine yaptığı bir serveti olan emekli işadamı Schliemann, antik Truva’nın bulunduğu yeri günümüz Türkiye’sinde buldu. Schliemann, İlyada’daki coğrafi açıklamalar, saplantılı güdüsü, büyük serveti ve şansı sayesinde bu şehrin yerini keşfetti.

Kullandığı yöntemlerin pek de olağandışı değildi: Tarihi metinler arkeologları diğer keşiflere de yönlendirmişti. Ortaçağ Viking destanları, arkeologların Newfoundland’deki bin yıllık yerleşimleri bulmalarına da yardımcı oldu; burası (Kristof Kolomb’dan yaklaşık 500 yıl önceye tarihlenerek) Kuzey Amerika’daki en eski Avrupalı yerleşimcilerin izlerini taşıyordu. Aynı şekilde, İncil de Yakın Doğu’daki kazılara yol gösterdi. Kurgu, mitoloji ve dini eserler bile gerçekten var olan yerlere atıfta bulunabilir.

Öte yandan, az sayıda toplum ardında yazılı kayıtlar bıraktı. Metinler, insanların çoğundan ya da insan öncesi atalardan geriye kalanları bulmamıza yardımcı olmuyor. Bunun yerine, arkeologların çoğunlukla arazide bulunan ipuçlarını araması gerekiyor.

O halde antik kalıntıları barındırabilecek bir yeri nasıl belirliyorlar? Kısa cevap: yüksek veya düşük teknolojili ya da teknoloji gerektirmeyen yöntemlerin bir karışımını kullanıyorlar. Kimi kazı alanları sistematik araştırmalar sayesinde bulunur; diğerleriyse tesadüfler sonucunda keşfedilir.

Eğer bir şey bulmaya hevesliyseniz, işte size ‘acemiler için Arkeoloji nasıl işler’ kılavuzu.

DENENMİŞ VE DOĞRULANMIŞ YÖNTEMLER

Arkeologlar, çoğunlukla toprak yüzeyine çıkmış olan çanak-çömlek parçaları ya da bunun haricinde düz bir arazideki otlarla kaplı höyükler (hafif yükseltiler ya da küçük tepeler/ç.n.) gibi gömülü alanlara dair küçük ipuçları ararlar. Bu tür ipuçları bulmak için araziyi incelerken -uydular ve uçaklar tarafından- havadan toplanan görüntüleri veya toprak yüzeyinin altına nüfuz eden radarlardan sağlanan verileri kullanıyorlar.

Kimi zaman da araştırmacılar eski moda ‘ayak işlerine’ başvururlar. Sistematik inceleme diye bilinen araştırmada, düzenli biçimde taranan alanlarda toprak üstündeki eserlere ve yer altındaki alanlara ilişkin ipuçları arayarak arazide yürürler. Araştırmacılar, bir harita oluşturmak için GPS ile bulguları işaretler ve çok sayıda eserin bulunduğu alanları açığa çıkarırlar; bu, nerede kazı yapacağınızı anlamak için size sağlam bir ipucu sağlar.

Araştırmalar bazen küçük bir bölgeyi yoğun biçimde incelemeyi amaçlayabilir. Mesela, 1990’larda araştırmacılar beş yıl boyunca Akdeniz’deki Kıbrıs adasında yalnızca dört kilometre karelik bir alanı temizlediler ve neticede 5 bin yıl öncesinden kalan eserlere ulaştılar. Araştırmanın sonunda 87 bin 600 adet çanak-çömlek parçası, 3 bin 92 adet taş alet ve 142 umut vaat eden kazı alanı açığa çıkardılar.

Buna benzer bir zemin incelemesi kısmen düşük teknolojili ama etkilidir. Bununla birlikte, harika bir vücut egzersizidir. Buradaki asıl zorluk, neyi aradığınızı bilmektir. Sıradan bir kaya ile taş bir alet arasında ya da doğal bir tepe ile çim kaplı kalıntılar arasında ayrım yapmak deneyim gerektirir.

HAVADAN İNCELEME TEKNİKLERİ

Günlerce (veya yıllarca) bir ileri bir geri yürümek sıkıcı geliyorsa, havadan araştırma tekniğini de deneyebilirsiniz. Arkeologlar uzaydan ve gökyüzünden uzaktan tarama yoluyla genellikle uydular, uçaklar ve insansız hava araçları tarafından toplanan veri kümelerini kullanarak arkeolojik özellikleri belirlerler.

Kuş bakışı görüş, gömülü kalıntıların sebep olduğu bazı peyzaj farklılıklarını saptamayı kolaylaştırır. Mesela, bitkiler gömülü ahşap yapıların üzerinde daha yoğun büyürken taş yapılar üzerinde daha seyrek olurlar. Bunların düzenli bitki örtüsüyle karşılaştırılması, aşağıdaki olası bir ipucunu fark etmenizi sağlayabilir.

Bununla birlikte, görsel farklılık yalnızca yukarıdan fark edilebilir ve yağışsız mevsimler sırasında daha keskin bir hâl alır. Örneğin, 2018 yılında yaşanan kuraklık sırasında, İrlanda’daki buğday tarlaları üzerinde uçan bir insansız hava aracı (İHA), Stonehenge’e benzeyen ama ahşaptan inşa edilmiş, yaklaşık 5 bin yıllık bir anıtın kaba çizgilerini tespit etti. Daha önce ekinlerin içindeki bu dairesel görüntü fark edilmemişti ve kuraklığın bitmesinden sonra da ortadan kayboldu.

Orta Doğu gibi kurak bölgelerde, uydu görüntüleri harika hava çekimlerine olanak sağlar. Hatta Google Earth’ün bile Afganistan, Suudi Arabistan ve başka bölgelerdeki bilinmeyen arkeolojik alanları tespit etmede etkili olduğu kanıtlandı. Yeni arkeolojik alanlar keşfetmenin de ötesinde, havadan elde edilen görüntüler, arkeologların Suriye’deki Tunç Çağı yolları gibi uydu görüntülerinden tespit edilen arkeolojik alanlar arasındaki bölgesel bağlantıları incelemelerine de olanak sağlıyor. Bu keşif bağlamında, araştırma için 1960’larda Soğuk Savaş döneminde casusluk amacıyla çekilen eski uydu fotoğrafları kullanıldı. Gizliliği kaldırılan CORONA uydu çekimleri güncel manzaraları daha iyi kapsıyordu; zira son kentleşme atağı ve yeni açılan tarım arazileri eski bakir arazileri işgal etti ve on-yirmi yıl önce görülebilir durumda olan antik izleri yüzeyden sildi.

Ne yazık ki, yoğun ormanlarla kaplı alanlarda, uydu fotoğrafları yalnızca ağaçların tepelerini gösterir. Bu tür bölgelerde, arkeologlar, uzaktan algılama konusunda en yeni araçlardan biri olan LiDAR, yani ‘Işık Algılama ve Tarama’ adlı teknikten yararlanır. Hava aracı bir bölge üzerinde uçarken, cihaz yere zararsız lazer atımları gönderir ve yerden yansıyan ışınları ölçer. Elde edilen veriler, dijital ortamda bitki örtüsünün kaldırılmasının ardından ayrıntılı bir üç boyutlu arazi haritası oluşturur. Ağaçların üzerinden araziyi görebilme becerisi, devasa keşiflerin de önünü açtı. Örnek olarak, Guatemala’da LiDAR kullanan bir ekip, yakın zamanda eski Maya uygarlığından kalma 60 bin yapı keşfetti; bu bölge, günümüze dek yoğun bitki örtüsünün altında gizlenmişti.

TOPRAK ALTINA İNİŞ

Arkeologların, umut vadeden bir alanı tespit ettikten sonra, kazı yapmak için belirli bir nokta seçmeleri gerekir. Bunu yapmak içinse, çoğunlukla deneme çukurları kazarlar ya da aslında orada ne olduğunu belirlemek için tarayıcıları, yani küçük sondaları toprağa yerleştirirler.

Toprak altına nüfuz eden radar (GPR) ve elektriksel direnç dahil olmak üzere, kazı yapmaksızın dijital olarak yer altına bakmanın çeşitli yolları mevcuttur. İkinci yöntem, bitkilerin farklı zeminler üzerinde cılız ya da gür büyümesine yol açan neden temelinde işler. Bir mezar ya da ahşap zemin gibi yeraltı özellikleri toprağı daha nemli hale getirir ve bu nedenle toprak, elektriği kuru ve taşlı bir zeminden daha kolay iletir. Araştırmacılar, bu jeofizik yöntemleri kullanmak için tarama alanı boyunca küçük arabalara yüklenen cihazları gezdirirler. Cihazlar, yer altındaki anomalilerle ilgili verileri kaydeder; bu veriler de bir duvar, bina ya da mezarın yerini işaret edebilir.

ŞANSLI KAZI

Arkeologların tüm çabalarına karşın, en tanınmışlarından bazıları da dahil olmak üzere birçok yer arkeolog olmayan insanlar tarafından kazara keşfedilir. Çin’in ilk imparatorunun 2 bin yıllık Terakota Ordusu’nu gün ışığına çıkaranlar, kuyu kazan çiftçilerdi. Aztek İmparatorluğu’dan kalan ‘Templo Mayor’ (Büyük Tapınak), kazı yapan belediye işçileri tarafından Mexico City sokaklarının hemen altında bulundu. Antik kalıntıları çoğunlukla inşaat projeleri ortaya çıkarır ve çoğu ülkede böyle bir şey yaşandığı zaman bu alana arkeologların çağrılmasını gerektiren yasalar mevcuttur.

Toprağın altında neler olduğunu asla bilemezsiniz. Fakat toprağı kazmadan önce, arkeologların genellikle iyi bir fikirleri vardır.

Yazının aslı Discover Magazine sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)