Fransa’daki protestolar gösteriyor ki asıl ütopya olan Macron’un görüşü

Bugün, Fransa’da süren protestolarla beraber, Macron yanlısı coşkunun üzücü gerçeğiyle acımasızca yüzleşiyoruz. Macron belki de halihazırdaki sistemin en iyisi olabilir; ancak siyaseti, entelektüel teknokrasi içindeki liberal demokrat koordinatlara yerleşiyor.

Google Haberlere Abone ol

Slavoj Zizek

Fransa’da devam eden protestolar, Emmanuel Macron’un temsil ettiği sistemin iflasını gözler önüne seriyor. Corbyn ve Sanders’ın savunduğu şekilde kapitalist düzende yapılacak radikal bir değişim çözüm olabilir.

Fransız toplu taşıma işçilerinin sürdürdükleri grevlerle birlikte, bazı yorumcular Fransa’nın bir tür devrimsel sürece yaklaştığına kadar varan yorumlar yapmaya başladılar.

Bundan çok uzağız ancak kesin olan şey şu ki, birleştirilmiş yeni emeklilik yasasını savunan devlet ile zor kazanılmış haklarında yapılacak değişikliğe karşı çıkan sendikalar arasındaki çatışma, uzlaşmaya yer bırakmıyor.

Bir solcu için grev yapan işçileri desteklemek çok kolay: Emmanuel Macron, işçilerin zorluklarla kazandığı emeklilik haklarından onları mahrum etmek istiyor. Ancak, şuna dikkat edilmeli ki, demiryolu ve diğer toplu taşıma işçileri hala grev yapmaya gücü yetenler arasında. Çünkü devlet tarafından kalıcı olarak istihdam edilmiş durumdalar ve işlerinin nüfuz alanı (toplu taşıma) onlara pazarlık yapmak için güçlü bir pozisyon veriyor. Bu da onlara en başta bu kadar iyi bir emeklilik sistemi getirilmesini sağlayan şey ve şu an devam eden grev de tam olarak bu ayrıcalıklı pozisyonu korumak için.

Tabii ki, günümüz kapitalizminin kurtulmaya çalıştığı, refah devletinin zorluklarla kazanılmış unsurlarını korumak için mücadele etmekte bir sorun yok. Ayrıcalıklı pozisyona sahip olmayanların (güvencesiz çalışanlar, gençler, işsizler vs.) bakış açısından (ki haksız değiller) sorun şu ki, greve gitme imkanı olan ayrıcalıklı işçiler ister istemez bu pozisyona sahip olmayanların umutsuz durumlarına katkıda bulunan sınıf düşmanları olarak Lenin’in “işçi aristokrasisi” dediği yeni bir tasvirle beliriyor. Böylece iktidar sahipleri bu umutsuzluğu kolayca manipüle edebiliyor ve sanki göçmenleri de kapsayan gerçekten muhtaç durumdaki işçilerin hakları için adil olmayan ayrıcalıklara karşı savaşıyormuş izlenimi yaratabiliyor.

Üstelik bu kişilerin taleplerini doğrudan Macron’un hükümetine yönelttiğini ve Macron’un da halihazırdaki ekonomik ve siyasal sistemi en net şekilde temsil eden kişi olduğunu unutmamak gerekiyor: Macron, ekonomik realizm ile birleşik bir Avrupa görüşünü birleştiriyor ve göçmen karşıtı ırkçılık ve cinsiyetçiliğin net bir şekilde karşısında duruyor.

Protestolar Macron hayalinin sonuna işaret ediyor. Macron’un sadece sağ popülist tehlikeyi yenmek noktasında verdiği umudu değil, ilerici bir Avrupalı kimliği oluşturma konusunda yarattığı coşkuyu da hatırlayın. Bu, Macron’un Jurgen Habermas ve Peter Sloterdijk gibi aslında kendisinin karşısında konumlanan filozoflar tarafından desteklenmesini sağlamıştı.

Macron’a dair yapılan soldan her eleştirinin, onun projesinin kaçınılmaz sınırlarına dair yapılan her uyarının “objektif olarak” Marine Le Pen’i desteklemek olarak görülüp umursanmadığını hatırlayın. Bugün, Fransa’da süren protestolarla beraber, Macron yanlısı coşkunun üzücü gerçeğiyle acımasızca yüzleşiyoruz. Macron belki de halihazırdaki sistemin en iyisi olabilir; ancak siyaseti, entelektüel teknokrasi içindeki liberal demokrat koordinatlara yerleşiyor.

ÇÖZÜM NE?

Macron’un önündeki politik seçenekler neler? Jeremy Corbyn ve Bernie Sanders gibi solcu politikacılar, Macron’dan daha ileriye kararlı bir adım atmanın gerekliliğine işaret ederek, süregiden kapitalist sistemin temel koordinatlarını değiştirmeyi, bununla beraber parlamenter demokrasinin ve kapitalizmin temel sınırları içinde kalmayı öneriyor.

Kaçınılmaz bir şekilde çıkmaza giriyorlar böylece: Radikal solcular onları gerçekten devrimci olmamakla suçluyor, köklü bir değişimin sıradan parlamenter yollarla yapılabileceği ilüzyonuna hala sarılmalarını eleştiriyorlar. Bu sırada Macron gibi ılımlı merkezciler, savundukları tedbirlerin yeterince iyi tasarlanmadığını ve ekonomik bir kaosu tetikleyebileceğini söylüyorlar. Corbyn’in son Birleşik Krallık seçimlerini kazandığını ve finansal çevrelerden ve iş dünyasından gelecek reaksiyonları hayal edin.(sermaye kaçısı, resesyon…).

Bazı açılardan iki eleştiri de haklı. Sorun, iki tarafın da aldığı pozisyonun işe yaramaması: Süregiden hoşnutsuzluk Macron siyasetinin sınırlarını açıkça gösteriyor, bu sırada devrim için yapılan “radikal” çağrıların da nüfusu harekete geçirmek için yeterince güçlü olmadığını görüyoruz. Ayrıca bunlar, kurulacak yeni düzene dair net bir öngörünün üzerine inşa edilmiş değil.

Yani paradoksal olarak, tek çözüm (şu an için en azından), Sanders ve Corbyn’in politikalarına katılmak: Gerçek bir kitle hareketi oluşturabileceğini kanıtlayanlar sadece onlar.

Sabırlı bir şekilde çalışmamız, organize olmamız ve yeni bir kriz patladığında; artan huzursuzluk, beklenmedik ekolojik bir felaket, dijital kontrol ve manipülasyondaki patlamaya karşı bir isyan halinde örneğin, harekete geçmeye hazır olmamız gerekiyor.

Radikal Sol, karanlık komplolarda yer almamalı ve kriz anında gücü nasıl eline alacağını planlamalı (komünistlerin 20.yy’da yaptığı gibi). Kriz geldiğinde, paniği ve karmaşayı önlemek için kusursuzca çalışmalı. Bu aksiyom bize öncülük etmeli: Asıl ütopya, radikal bir değişiklik beklentisi değil, asıl ütopya şu an olduğu gibi bir şeylerin belirsiz bir şekilde devam etmesidir. Toplumlarımızın temellerini baltalayan gerçek “devrimciler”, haricî teröristler ya da aşırı tutucu kimseler değil, küresel kapitalizmin dinamiklerinin ta kendisidir.

Aynı şey kültür için de geçerli. Günümüzün kültürel savaşının, birtakım katı değerlere inanan gelenekçilerle; ahlak kurallarının, cinsiyet kimliklerinin ve benzerinin güç oyunları sonucu oluştuğuna inanan postmodern rölativistlerin arasında olduğu çokça duyulur. Ama gerçekten olay bu mu? Aşırı postmodernler günümüzde kendileri muhafazakârlar. Geleneksel otorite gücünü kaybedince, bunu geri döndürmek mümkün değildir, günümüzde böyle dönüşlerin hepsi postmodern uydurmalardır.

Trump geleneksel değerleri mi canlandırıyor? Hayır, onun muhafazakârlığı postmodern bir performans, kocaman bir ego tatmini. “Geleneksel değerler” ile oynayan ve bu değerlere yapılan açık müstehcenlik içeren göndermeleri bir araya getiren Trump aşırı postmodern bir başkan, Sanders ise eski moda bir ahlakçı.

Yazının orijinali Russia Today (RT) sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Alper Çavuşoğlu)