Trump’ın keyfi politikaları ABD ve İran’ı savaşa sürüklüyor

Görünen o ki, Trump’ın Bağdat Havaalanı’na düzenlediği hava saldırısı, Amerika’nın gücünü sergilemeye ve dış politika başarısızlığından kurtulmaya dönük bir girişimdi. Trump'ın İran’a ilişkin politikası, bu ülkenin liderlerini bağlamıyor ve gözlerini korkutmuyor gibi görünüyor. Bunun yerine, İran’a Ortadoğu’daki ABD politikalarına karşı saldırgan bir şekilde meydan okuma cesareti verdi.

Google Haberlere Abone ol

Klaus W. Larres

ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a yönelik politikası derin bir krizin içinde. Başkan’ın yaklaşımı ne Amerika’nın müttefiklerinin, ne de stratejik rakipleri Çin ve Rusya’nın desteğini alıyor. Ve yürüttüğü politika -üst düzey bir İranlı yetkilinin vurulmasıyla daha da çatışmacı hale gelerek- onu dramatik bir geri dönüşle Washington ve Tahran’ın savaşın eşiğinde olduğu bir vaziyete soktu.

ABD, müttefiklerle işbirliği içinde politikalar geliştirmeyerek, İran’ın yarattığı sorunlarla nasıl başa çıkacağına yönelik tavsiye ve uzmanlıktan da mahrum kaldı. Her şeyden önce, ABD, İran’la yapılan nükleer anlaşmadan geri çekilen tek ülke durumuna düştükten sonra, ABD ile İran arasındaki ilişkilerin tehlikeli bir şekilde bozulmasına yol açtı. Bu anlaşma, Obama yönetimi tarafından diğer beş dünya gücüyle işbirliği içinde özenle müzakere edilmişti.

TEK TARAFLI KARARLAR ATEŞİ KÖRÜKLÜYOR

Trump’ın İran’a maksimum düzeyde baskı uygulayan sert politikası karşısında, İran rolleri değiştirdi ve yeniden seçilmesi hiçbir şekilde garanti olmayan ve bölgede yaşadığı uluslararası diplomatik izolasyon ve zayıflığı sır olmaktan çıkan, ayrıca daha geçtiğimiz günlerde azil tehlikesiyle yüz yüze gelen ABD Başkanı’na baskı yapar hale geldi.

Ve bir kez daha Trump, cuma sabahı erken saatlerde tek taraflı olarak harekete geçti. ABD’nin Bağdat Havaalanı’na düzenlediği insansız hava aracı saldırısı sonucu İran’ın saygı duyulan ve güçlü askeri komutanı General Kasım Süleymani ile Iraklı milis lideri Ebu Mehdi el Mühendis’in öldürülmesi, bölgedeki gerginliği daha da tırmandırdı.

Cinayetler İran’da hızla Amerikan karşıtı büyük protestolara neden oldu; ayrıca küresel petrol fiyatlarının yükselmesine ve dünya çapında hisse senedi piyasalarının düşmesine yol açtı. Pazar günü İran, 2015 yılında imzalanan ve nükleer silah geliştirmesini kısıtlayan nükleer anlaşmadaki sınırlamalara artık uymayacağını ilan etti. Iraklı milletvekilleri, Başbakan Adil Abdülmehdi’nin ABD güçlerini ülkeden çıkarmak için hazırladığı tasarıyı oyladı. Tasarının yürürlüğe girmesi için Başbakan tarafından imzalanması gerekiyor.

ABD’nin Irak ve Suriye’de yıllardır IŞİD’e karşı birlikte mücadele ettiği koalisyon, operasyonlarını askıya aldığını ve bunun yerine güçlerini savunmaya yoğunlaştığını duyurdu. Yapılan bir basın açıklamasında, “... Koalisyon birliklerine ev sahipliği yapan Irak’taki üsleri korumaya tam anlamıyla kararlıyız” dendi.

İran, Tahran’ın tüm iddialı Ortadoğu politikalarının arkasındaki stratejik beyin olan Süleymani’ye düzenlenen suikast karşısında 'sert bir intikam' sözü verdi. Süleymani, ayrıca, İran’ın yaygın gizli operasyonlar programını koordine ediyor ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Suriye’deki savaşında ihtiyaç duyduğu stratejik uzmanlığın büyük kısmını kendisine sunuyordu.

TRUMP’IN BOŞ HAYALLERİ

Başkan Trump’ın, Ocak 2017’de göreve gelmesinden bu yana Amerika’nın İran’la uzun zamandır sürmekte olan anlaşmazlıklarını çözme yaklaşımı iki aşamadan oluşuyordu.

Tahranlı liderlere karşı sert bir söylemle birleşen -ve katı ekonomik yaptırımlar içeren- azami baskı politikasını, ikinci aşamada uzun zamandır düşman olan İran’la yeni bir işbirliği anlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlanacak yoğun bir kişisel diplomasi faaliyeti izleyecekti.

Bu, Trump’ı Amerika’nın en büyük dış politikacı başkanlarından biri haline getirebilir ve hatta ona Nobel Barış Ödülü bile kazanabilirdi.

Şahsen, Pekin’deki Alman Büyükelçiliği’nde Uluslararası İlişkiler Uzmanı ve eski Diplomasi ve Dış Politika Danışmanı olarak, bu yaklaşımın çok fazla hüsnükuruntu içerdiğine inanıyorum.

İran’ın dini lideri Ali Hamaney, Trump’ın belirlediği koşullarla ilgili olarak Washington’la bağlantıya geçmeyi reddetti. Bu koşullar arasında, İran’ın tüm uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurması ve bölgedeki milis gruplarına desteğini kesmesi yer alıyordu.

DEĞİŞEN ROLLER

Trump’ın alışılmadık planı -ülke diplomasisini tek başına, Dışişleri Bakanlığı’ndaki uzmanlardan ya da müttefiklerinden çok fazla tavsiye almadan yürütmek- tahammül sınırlarını aşan biçimde afişe oldu.

Trump’ın 2015 yılında İran’la imzalanan çok taraflı nükleer anlaşmadan çekilmesi, anlaşmanın İran’ın bölgedeki saldırgan siyasetini dizginleme amaçlı olmadığına ilişkin mutsuzluğundan kaynaklanıyordu. Trump, aynı zamanda anlaşmanın, Tahran’ın nükleer silah üretme yeteneğini uzun vadede etkili bir şekilde engellemeyeceğine de inanıyordu.

Bununla birlikte, İran’a ilişkin politikası, bu ülkenin liderlerini bağlamıyor ve gözlerini korkutmuyor gibi görünüyor. Bunun yerine, İran’a Ortadoğu’daki ABD politikalarına karşı saldırgan bir şekilde meydan okuma cesareti verdi.

ABD’nin anlaşmadan çekilmesi hem İran hem de uluslararası toplum tarafından yoğun biçimde kınandı. Ve Tahran ile ilişkilerin hızla bozulmasına neden oldu.

Açık biçimde Tahran rejimi tarafından yönlendirilen şiddet yanlısı protestocuların ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ne yaptığı son kuşatma, 40 yıl önce Başkan Jimmy Carter’ın seçim yenilgisine kesin bir katkıda bulunan İran’daki rehine krizini anımsattı.

Haziran ayında İran tarafından pahalı bir Amerikan insansız hava aracının düşürülmesi ve Tahran’ın Suriye’deki Esad rejimi ile Lübnan’daki Hizbullah terör örgütüne açık biçimde destek vermesi, İran’ın ABD’ye karşı yürüttüğü mücadelenin diğer göstergeleri oldu.

Görünen o ki, Trump’ın Bağdat Havaalanı’na düzenlediği hava saldırısı, Amerika’nın gücünü sergilemeye ve büyük ölçüde kendi kendine yol açılan bir dış politika başarısızlığından kurtulmaya dönük bir girişimdi.

YENİ BİR YÖNELİM

Başkan Trump’ın İran’a yönelik diplomasisinin acil bir rota düzeltmesine ihtiyacı olduğuna inanıyorum.

Geriye kalan -ve Trump yönetimi tarafından şimdilik ciddiye alınmayan- tek seçenek, diğer büyük güçlerle, özellikle de Washington’un İngiltere, Fransa ve Almanya gibi hâlâ Amerika’nın küresel liderliği hususunda kaygılı olan birçok müttefikiyle işbirliğine geri dönmektir. Trump yönetiminin İran’la Obama döneminde imzalanan nükleer anlaşmaya geri dönmek dışında seçeneği yok; fakat belki de Trump’ın imajını kurtarmasını sağlayacak biçimde biraz değiştirilebilir.

Daha sonra yönetim, İran liderliğinin hem Ortadoğu’ya ilişkin hırslarını hem de Tahran’ın nükleer emellerini dizginlemek için birleşik bir Batı politikasını yürürlüğe koyabilir. Ancak Süleymani’nin öldürülmesi ve ölümüne verilen öfke dolu tepki, kısa vadede bunu neredeyse imkânsız hale getirdi. Yine de bu öfke yatışabilir.

Son zamanlarda Rus-Çin-İran ortak deniz manevralarına rağmen, Moskova ve Pekin de hâlâ İran’ın hırslarını dizginlemekle meşgul. İran’ın Ortadoğu’daki hakimiyeti ve bunun neticesinde Suudi Arabistan ile bölgesel egemenlik hususunda yaşanan daha fazla gerilim ve artan rekabet, bölgenin büyük güçlerine ve istikrarına pek fayda sağlamayacaktır.

Trump yönetiminin bu kadar büyük bir değişime girişebilecek kapasitede olup olmadığı ise bilinmiyor. Yine de bunun, büyük ölçüde Trump’ın tek taraflı politikalarının yol açtığı bir krizden kurtulmanın tek yolu olduğuna inanıyorum.

*Klaus W. Larres, Richard M. Krasno Enstitüsü’nde Ordinaryüs Profesör; Kuzey Carolina Üniversitesi’nde Barış, Savaş ve Savunma Müfredatı bölümünde Misafir Profesör.

Yazının aslı The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)