'Gösterişçi ahlâkçılığa' yön veren nedir?

‘Üstünlük’ duygusu içeren davranışlar, insanların duygusal ihtiyaçlarının karşılanması istemiyle ilgilidir. Bu tür ihtiyaçların farkındaysanız terapi olanağı arayabilir, günlüğünüze bir şeyler karalayabilir ya da başka bir şekilde onunla mücadele edebilirsiniz. Bu tür ihtiyaçların farkında olmadığımız ölçüde, onların karşılanması için kesinlikle dünyaya yükleniyoruz.

Google Haberlere Abone ol

Oliver Burkeman

Bugünlerde herkesin yaptığı bir şey için kullanılan bir terim var ve nihayetinde bu şey birçok kamusal (ve bazı özel) konuşmanın tarzını aşırı düzeyde sinir bozucu bir hale getiriyor: buna 'gösterişçi ahlâkçılığa' (ing. moral grandstanding) deniyor. Gösterişçi ahlâkçılılar, inançlarını çok güçlü biçimde hissettikleri için değil, nasıl da şaşırtıcı derecede ahlâkçı olduklarını göstererek insanların onlara hayran olmasını istedikleri için bunu güçlü şekilde duyuran ve sahte sosyal medya kınamalarına şevkle katılan, sevimsiz tiplerdir. (Bu ikincisinin çok yönlü bir hakaret haline gelmesi, ahlâken üstünlük taslayanlara ve diğer birçok insana atfedilmesi de dahil olmak üzere, çeşitli nedenlerden dolayı 'duyar kasmak' teriminden [ing. virtue signalling] daha isabetli bir terimdir.)

ÇAĞIN YAYGIN HASTALIĞI

Yeni bir araştırmaya göre, bu durum gerçekten de politik yelpazede çok yaygın ve muhtemelen bu günlerde yaşanan her şeyin çok 'kavgacıymış' gibi hissedilmesine neden oluyor. Şüphesiz ki yaşamda mücadele edilecek gerçek meseleler mevcut. Fakat aynı zamanda, kavga etmekten büyük haz duyan birçok insan da var.

Ve yine de sorunun 'gösterişçi ahlâkçılıktan' kaynaklandığını düşünmüyorum; çünkü -terimi icat eden filozofların da açıkça belirttiği üzere- bilinçli bir niyet taşıyor. Bir Gösterişçi ahlâkçı olmak için, samimiyetsiz olduğunuzu ve ‘markanızı’ güçlendirme arzusuyla motive olduğunuzu bilmeniz gerekir. Oysa şundan neredeyse eminim ki, tam da tweet atmak veya blog yazmak yahut Avam Kamarası’na hitap etmek üzere oldukları esnada eğer bazı palavracıların zihinlerine girebilseydiniz, onları samimi bir inançla için için yanarken bulurdunuz. (Zihninden içeri girebildiğim tek palavracı söz konusu olduğunda, durum tam olarak böyle görünüyor.)

Neticede, yabancıların sevgisini kazanmak konusunda aşırı düzeyde bir ihtiyaç duyduğunuzun tamamen farkındaysanız, bir terapi olanağı arayabilir, günlüğünüze bir şeyler karalayabilir ya da başka bir şekilde onunla mücadele edebilirsiniz. Bu tür ihtiyaçların farkında olmadığımız ölçüde, onların karşılanması için kesinlikle dünyaya yükleniyoruz.

TEMEL ETKEN KENDİNE GÜVEN EKSİKLİĞİ

Ve kabul edilemez bir Freudyen durum olsa da, bu günlerde, muhtemelen birçok yaşamı bu şekilde görmek mantıklı: herkesin çeşitli duygusal ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığını ve -en azından kısmen- bu durumun farkında olmadıklarını varsaymak mantıklı olabilir.

Şahsen, bekâr veya evli ve çocuksuz ya da evli ve çocuk sahibi olmasından dolayı övünen birinin, muhtemelen bu seçimler konusunda kendisine güven duymadığını; yıkıcı davranışlarda bulunan insanların, derinlerde gömülü yaraları iyileştirmek için yanlış yönlendirilmiş bir çabayla bunu yaptığını farz ediyorum; ve ünlü insanların yetenek fazlalığı yüzünden değil, sıradan bir insanken kendilerini iyi hissetmelerini sağlayan şeylerden yoksun olmaları nedeniyle şöhret olduklarını var sayıyorum.

Belki bu değişmez bir kural değildir. Ama bunun, diğer ihtimale göre daha faydalı bir çalışma varsayımı olduğundan eminim; yani genel olarak kendimizi anlıyoruz, genel olarak her şeye sahibiz ve insanlar kötü şeyler yaptığında bunu yalnızca keyfi biçimde kötü olmaya karar verdikleri için yapıyorlar. (Bununla birlikte, aynı mantığı kendinize karşı da uygulamanız gerekir; aksi takdirde, söz konusu yaklaşım, üstünlük duygularınızı korumaya çalışmanın başka bir yoludur.)

Bunların hiçbiri korkunç davranışları mazur görmemiz için bir sebep değil. Ancak hiçbirimizin bizi neyin motive ettiğini tam olarak bilmediği düşüncesinde, ve ahlâki duruşumuzun, geride kalan tüm sevimsizliğimizle birlikte diğer herkes için rahatsız edici olduğu kadar kendimiz için de bir sır olduğu düşüncesinde hüzünlü bir yoldaşlık hissi bulunur.

Yazının aslı The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)