Şili, Araplar ve demokratik geçiş
Artık 'parti ve onun büyük lideri' çağında yaşamıyoruz. Aksine, yaşadığımız çağda artık herkes dünyanın diğer ucunda ne olup bittiğini biliyor.
Santiago, Şili. 21 Ekim 2019.
Nasır es Sehli
Pinochet liderliğindeki Generallerin 1973 yılında seçilmiş Solcu Başbakan Salvador Allende’ye yaptıkları darbeden 17 yıl sonra, 1990’da diktatörlükten demokrasiye geçiş şeklinde gerçekleşen Şili deneyimi, Araplar olarak üzerinde durmayı hak eden bir gelişme.
Sadece Şili ve Arap ülkeleri arasındaki benzerlik nedeniyle değil, aynı zamanda askeri rejimden nemalanan elitler ve diktatörlükle yönetilmesi noktasında benzerliğe sahip olması, fakir halk tabakalarının varlığı ve her iki örneğin ödediği ağır bedeller bakımından da bu ilgiyi hak ediyor.
BEDELİ ÖDENMİŞ BİR İLERLEME
Ülkede partisel çoğulculuk, özgürlükler ve özellikle de basın özgürlüğü gibi bir takım gelişme ve ilerlemeler, demokratik geçiş olmasaydı gerçekleşemeyecek olan şeylerdi. Diktatörlük yılları boyunca büyük bir kesimi fakr-u zaruret içerisinde yaşayan Şili halkı baskının, yolsuzluğun, hizipçiliğin, kayırmacılığın ve baskıcı iktidarla bağlantılı sınıfların hegemonyasının bedelini ağır bir şekilde ödedi.
Bu maliyetler ve elde edilen özgürlükler sayesinde halk, bir buçuk aydır Santiago ve diğer kentlerde sokaklara çıkarak anayasanın ve demokratik sürecin revize edilmesi ve toplumsal adaletin sağlanması talebinde bulunabildi. Şili’nin 30 yıl önceki durumunu bilenler, demokratik geçiş sürecinin beraberinde getirdiği iki noktayı vurgulama gereği duyuyorlar.
Sol bugün her ne kadar sokağın öfkesini alevlendirmekle suçlansa da, Pinochet döneminde insanlar Arap halklarının maruz kaldığına benzer vahşi bedeller ödemeden düşüncelerini dile getiremezlerdi. Demokratik geçiş olmasaydı, ekonomi ve kalkınmanın çarkı, iktidar dişlilerinin bir parçası olması hasebiyle pragmatizmini sürdüren sınıfın geride bıraktıklarına karşı ayaklanmaya, insanları sosyal adalet istemeye teşvik etmezdi.
Şilililer, aslında çok basit kelimelerle ifade etmek gerekirse, 22 kişinin hayatını kaybetmesine ve binlerce yaralıya rağmen Pinochet döneminde, tıpkı şu anki Başkan Sebastian Penera’nın sarayının önünden geçerken onun ‘katil’ olduğunu haykıran sloganlara benzer sloganlar atamazlardı.
ALINACAK BİR DERS
Şili’nin Latin Amerikan ülkelerine model olacak kadar ekonomik durumu gelişmiş ve altyapısı benzeri görülmemiş bir ilerleme kaydetmiş olabilir. Ancak bütün kesimlerin üzerinde konsensüs sağladığı, diktatörlüğe son verilmesi ve geniş tabanlı bir demokrasiye geçiş, şimdilerde Şili halkının sokaklara çıkıp bütün cesaretiyle temel haklarını talep etmesini sağlayan şeydir. Diktatörlük devam etseydi bu mümkün olmazdı.
Artık ‘parti ve onun büyük lideri çağı’nda yaşamıyoruz. Tersine yaşadığımız çağda artık herkes dünyanın diğer ucunda ne olup bittiğini biliyor. Bu gerçeğe saygı duyan partisel çoğulculuğun yanında demokratik geçiş süreci gerçekleştirilemediği taktirde, bölgemizdeki siyasilerin ve onların medya organlarının çıkarttıkları gürültü içerisinde sık sık birilerine yönelttiği ‘ajanlık’ ya da ‘ihanet’ gibi suçlamalar kimsenin dikkate almadığı suçlamalar olarak tarihe geçecektir ve pazarlanabilir olmaktan çıkacaktır.
Yazının aslı Al Araby sitesinden alınmıştır. (Arapçadan Çeviren: İslam Özkan)
DÜNYA FORUM
[2g 8s 12d] Çin, 30 yıl boyunca ciddi fakirlik yaşamış olan 850 milyon kişiyi yoksulluktan kurtarmayı başarırken, Batılı ülkelerin uydusu konumundaki ülkelerde sınıfsal farklılıklar dikkat çekici bir şekilde artmış durumda. Finansal olarak İpek Yolu'nun inşaatına başlamasından bu yana Çin, 450 milyar dolardan fazla yatırım yaptı ve bu rakam 2025'te 1 milyar doları aşacaktır.
[4g 55d] Önce dindar bir Hıristiyan ve vicdani retçi, sonra bir komünist ve asker olan Eric Fletcher Waters, daha Anzio'ya yapılan ilk dalga çıkartmada düşenlerden birisiydi. Yükselen faşizme karşı gönüllü olarak savaşa katılmıştı. Düşen onbinlerce insan gibi o da ardında bir aile bırakmıştı. Ancak her ne kadar kendisi bunu hiç bilemeyecek olsa da, antifaşist tutumu ve hayatını kaybetmesi dünya tarihinin en ünlü albümlerinden biri olan 'The Wall'un merkezinde olacaktı. Çünkü savaşa giderken kundakta bıraktığı çocuğu, Roger Waters'dı...
[5g 23s 45d] Papua Yeni Gine’nin Highlands bölgesinin merkezinde yer alan Hela Eyaleti, ülkenin en büyük kabilesi olan Huli halkının da vatanıdır. Huli toplumu, modern değişimlerden çok az etkilenen güçlü geleneklere sahip. Eyaletin başkenti olan Tari, geleneksel yaşam tarzının süregeldiği ülkede, yerel kültürün hâlâ görülebildiği birkaç yerden biri.
İran'da gösterilerin başlaması ile rejimin başvurduğu ilk icraatlardan biri internete ulaşımın engellenmesi oldu. Ülkenin Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi'nin aldığı karar üzerine internetin kesilmesi ile göstericilerin birbirleriyle ve dünyayla olan iletişim ağının kopması amaçlandı. Fakat bu politika, göstericilerin sesini kısmaya dair pek bir işe yaramadığı gibi, beraberinde büyük bir maddi zarara da yol açtı.
İlk kez Moğol istilasının yarattığı felaketten önceki son Jin Hanedanlığı (1115-1234) döneminde ortaya çıkan Çin inanç felsefesi Taoizm’in tanrılar katından sekiz ‘ölümsüz’ bulunur. Tao mitolojisine göre, Ölümsüzler, Sarı Deniz’in kuzeydoğu kesimlerinde, Pekin’e yakın ve şimdiki dünyanın en işlek deniz yollarından biri haline gelen beş adadan oluşan bir bölgede yaşadı. He Xian Gu ise bu ölümsüzler arasındaki tek kadın figürdü.
Dünyanın en küçük devletlerinden olan San Marino'nun adını genellikle futbolda aldıkları farklı mağlubiyetlerde duyarız. Ancak bu 'mikro' ülkenin tarihinde ilginç bir sosyalizm deneyimi de var...
Dada, enternasyonalist, milliyetçilik karşıtı, anarşist, kışkırtıcı, politik olarak aktif ve apolitik, kapsayıcı ve nihilistti, kübizmle yoğrulmuştu; her şeydi ama aynı zamanda hiçbir şey değildi. Otoriterliği reddediyordu. Köksüz ve vatansızdı; her türlü toplumsal bağnazlığa ve çürümeye düşmandı. Şair Tristan Tzara, “Dada’nın başlangıcı, sanatın değil, iğrenmenin başlangıcıdır” diyordu.
Latin Amerika edebiyatı, kıtanın ta kendisi gibi nevi şahsına münhasır isimlerle dolu. Bizde çok tanınmasa ve eserlerine gereken değer verilmese de El Salvadorlu şair Roque Dalton, gerek yaşamı, gerek yazdıklarıyla ülkesinin belki en çok ses getirmiş sanatçısı.
Ortaçağ Avrupa toplumlarının henüz karanlıkta olduğu bir dönemde, 9. yüzyılda yaşayan bir kadın, zamana meydan okuyan eşsiz bir eğitim ve entelektüel gelişim merkezi kurdu. Kuzey Afrikalı bir Müslüman kadının her yaştan, sosyal sınıf ve inançtan insanlara açtığı böylesi bir kurum, toplumu hakkındaki olağanüstü vizyonu ve bilginin yayılmasına dair yenilikçi zihniyetinin kanıtıydı.
En saf haliyle, Sürrealizm bir yaşam tarzıydı. Temel hedefleri, topluma ‘gerçeklik’ biçiminde kabul ettirilen normları ve dayatmaları alt-üst ederek, insanlara ‘gerçek’ ve ‘normal’ terimleriyle öğretilen kalıpları yıkmaktı. En büyük ilhamını Sembolizm akımından alan Sürrealizm, gerçekliğe karşı ilan edilen bir başkaldırıydı.
Şili'nin başkenti Santiago'da bulunan devletin en 'yüksek' güvenlikli hapishanesinden dört devrimci 'tereyağından kıl çeker gibi' kaçırıldı. 'Adalet Uçuşu' adı verilen bu kaçış dört insanın insanın yaşamlarını etkilediği gibi, ülke içinde de yankılara neden oldu.
Rus tarihinin en kanlı yöneticilerinden biri olan IV. İvan, bir kâbusu andıran çocukluk döneminin ardından, eline fırsat geçtiğinde tüm derebeyleri kendine bağlayarak Rus ülkesini birleştirdi ve tarihe ilk Rus Çarı olarak geçti. Egemenliği döneminde, kendisinin ve kardeşinin çocukluk döneminde maruz kaldığı işkencelerin ve aşağılanmanın intikamını almak için binlerce insanı katletti. Aktarılan hikâyeler, onun zeki bir hükümdar olduğu gibi acımasız bir işkenceci ve katil olduğunu anlatıyordu. İvan, tarihe Büyük Rus İmparatoru olarak mührünü vurmasının yanı sıra, modern çağın en kanlı diktatörleri için bir ilham kaynağı olmaya da devam etti.