Dünya Forum: Gerçeküstücülük / Gerçeğin hayaletlerine yakından bir bakış

En saf haliyle, Sürrealizm bir yaşam tarzıydı. Temel hedefleri, topluma ‘gerçeklik’ biçiminde kabul ettirilen normları ve dayatmaları alt-üst ederek, insanlara ‘gerçek’ ve ‘normal’ terimleriyle öğretilen kalıpları yıkmaktı. En büyük ilhamını Sembolizm akımından alan Sürrealizm, gerçekliğe karşı ilan edilen bir başkaldırıydı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Sürrealizm, yani 'Gerçeküstücülük’ akımı resim, heykel, edebiyat, fotoğraf ve sinema gibi sanat alanlarında kalıcı bir etkiye sahip olan bir sanat anlayışıdır. Gerçeküstücüler, Sigmund Freud’un rüyalar ve bilinç dışılık teorilerinden esinlenerek, deliliğin, mantığın zincirlerini kırdığına inanıyorlardı ve bu fikri sanatlarında hayal edilemez manzaralar üzerine yan yana koyarak ve gerçeklik açısından imkânsız olan görüntüler yaratarak temsil ettiler. Organize bir hareket olarak etkisini yitirmesine karşın, Gerçeküstücülük hiçbir zaman yaratıcı bir sanatsal ilke olarak ortadan kalkmadı.

Günümüzde, Sürrealizm’i öncelikle bir görsel sanatlar hareketi olarak görmeye meyilliyiz; ancak grubun faaliyeti daha büyük özlemlerle ortaya çıkmıştı. Sürrealistler, topluma, yaşadığı kısıtlamaları nasıl aşacağını öğreterek toplumsal değişimin aracı olmak istiyorlardı. Devrim arzusu öyle merkezi bir inançtı ki, 1920’lerin sonunda Sürrealistler varlıklarını sanatsal ve kültürel bir kol olmak beklentisiyle Fransız Komünist Partisi’yle birleştirmeye çalıştılar. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, iki grubun uyumsuzlukları herhangi bir ittifakı engelledi; ancak Sürrealistlerin çabaları kendi politik hedefleriyle uyumlu biçimde gelişiyordu.

En saf haliyle, Sürrealizm bir yaşam tarzıydı. Temel hedefleri, topluma ‘gerçeklik’ biçiminde kabul ettirilen normları ve dayatmaları alt-üst ederek, insanlara ‘gerçek’ ve ‘normal’ terimleriyle öğretilen kalıpları yıkmaktı. En büyük ilhamını Sembolizm akımından alan Sürrealizm, gerçekliğe karşı ilan edilen bir başkaldırıydı.

Sokaklarda bağırıp çağıran rahipler gibi şok edici eylemlerle, kültürel normlara saldırdılar. Yaşamlarında, Breton’un gerçekliği tanımladığı haliyle, içsel gerçekliğin hepimizin paylaştığı dış gerçeklikle birleştiği yeri aradılar. Bir resim, fotoğraf veya heykel ile temsil edilebilen bu tür deneyimler, Sürrealizm’in gerçek çekirdeğini oluşturdu.

SÜRREALİZMİN KÖKLERİ VE DOĞUŞU

Bugün bildiğimiz haliyle Gerçeküstücülük, bazı soyut sanat biçimleriyle yakından ilgiliydi. Aslında, benzer kökenleri paylaşıyorlardı; ancak bu kökenlerin sanat estetiği için ne anlama geldiklerini yorumlarken ayrıştılar.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Dada hareketinin lideri Tristan Tzara, topluma ‘skandal’ olgusu aracılığıyla saldırmak istedi. Savaş canavarlığını yaratan bir toplumun (güzel) sanatı hak etmediğine inandığı için, sanata anti-sanat formu vermeye karar verdi; artık güzellik değil çirkinlik ön plana çıkacaktı. Tzara burjuvazi ve yeni endüstriyel ticaret dünyasını yıkmak istiyordu. Ancak, Dadacılar hedefe koyduğu şeylere hakaretler yağdırmadılar; isyankâr yeni ifadenin bunlara değil, ‘eski sanat’, feodalizm ve kilise egemenliğinin ‘eski patronlarına’ karşı olması gerektiğini düşünüyorlardı. Buna karşın burjuvazi, bu ‘asi’ yeni sanatı da hevesli bir şekilde karşıladı.

Sürrealizm dahilindeki iki ifade biçimi, belirgin farklılıklar içeren iki farklı gerçeküstücülük eğilimi oluşturuyordu: Biri Otomatist, diğeri ise Veristik (Aşırı Gerçekçi) Gerçeküstücülük diye nitelendirilir. Otomatizm bir soyutlama şeklidir. Savaştan sonra eleştirmenler tarafından kabul edilen baskın Gerçeküstücülük türü haline gelmiştir.

Gerçeküstücü akımda, temel olarak, Freud ve Jung’un çalışmalarının iki farklı yorumu iki grup meydana getiriyordu. Kişisel analiz amacıyla, Jung bilinçaltının görüntülerini yargılamaktan değil, onları analiz edebilmek için bilinç düzeyine geldikleri gibi kabul etmekten bahsediyordu. Bu düşünsel bağlama 'Otomatizm’ adı verildi.

Otomatistler

Daha fazla hissetmeye ve analitik olmaya daha fazla odaklanan bu grup, Otomatik Bilinç’in, bilinçaltındaki görüntülerin bilince ulaşmasının otomatik bir yolu olduğunu düşündüler. Bu görüntülere anlam yüklenmemesi gerektiğine inandılar.

Bu yorumlamaya sadık kalarak, Otomatistler, sanatın akademik disiplinini, özgürlüğün ifade edilmesi karşısında bir hoşgörüsüzlük olarak görüyorlardı ve sanat tarihine hâkim olan biçimsel anlayıştan da bu hoşgörüsüzlüğün sorumlu olduğunu düşünüyorlardı. Soyutlamanın, bilinçaltının görüntülerini bilince taşımanın tek yolu olduğuna inandılar. Dada geleneğinden gelen bu sanatçılar aynı zamanda seçkinlere karşı skandal girişimlerini, hakaret ve saygısızlığı özgürce uyguladılar. Biçimsel eksikliğin, burjuvalara karşı isyan etmenin bir yolu olduğuna inandılar.

Veristik (Aşırı Gerçekçi) Sürrealistler

Bu grup, bilinç denilen şeyin, bilinçaltındaki görüntülerin bozulmadan yüzeye çıkmasına izin vererek, anlamlarının daha sonra analiz yoluyla deşifre edilebileceği anlayışını benimsemişti. Bu görüntüleri, soyut manevi gerçekliklerle maddi dünyanın gerçek formları arasında bir bağlantı olarak sunmak istiyorlardı. Onlara göre, nesne iç gerçeklik için bir metafordu. Metafor aracılığıyla, somut dünya nesnelere bakarak değil, içe bakarak da anlaşılabilirdi.

Veristik Sürrealistler, bilincimiz anlamlarını çözene dek bilinçaltının görüntülerini izlemenin bir yolunu bulmayı umdular. Bilinçaltının dili görüntüdür ve bilinç bu dili çözmeyi öğrenmek zorundadır; böylece onu kendi sözcük diline çevirebilir, diye düşünüyorlardı.

DADA’YLA YÜRÜNEN YOL

Sürrealist hareket Dada hareketinden sonra hız kazandı. Birinci Dünya Savaşı sırasında siperlerde savaşan Fransız bir doktor olan André Breton tarafından yönlendiriliyordu. Hareketteki sanatçılar Sigmund Freud ve Carl Jung’un çalışmalarını araştırdılar ve incelediler. Gruptaki sanatçıların bazıları soyut gelenek aracılığıyla kendilerini ifade ederken, diğerleri sembolik gelenekle kendilerini ifade ediyorlardı.

Sürrealizmin ‘resmî’ tarihi, Fransalı Dadaist yazar André Breton’un 1924 tarihli Sürrealist Manifesto’su ile başladı; ancak hareket, 1917 gibi erken bir tarihte ortaya çıktı ve İtalyalı ressam Giorgio de Chirico’nun olağanüstü bir perspektif ve hareket ediyor hissi veren nesneler barındıran resimlerinden ilham aldı.

1917’den sonra, De Chirico bu tarzdan vazgeçti ama etkisi Alman Dadacı Max Ernst aracılığıyla Sürrealistlere aktarıldı. Ernst, 1922’de Dada hareketi sona erdiğinde Paris’e taşındı ve Sürrealizm’in başlangıcında, özellikle de o dönem yaptığı kolaj çalışmaları nedeniyle çok önemli bir yer edindi. Ernst’in kolajlarının akıl ve norm dışı olma eğilimi, Breton’un hayal gücünü de besliyordu.

Kimi sanat hareketleri, sürrealist resmin doğuşunu daha evvelden ilan etmişti. Bunlar arasında, natüralizm, sembolizm ve kübizm dikkat çekmekteydi. Gerçeküstücülük yine de esas olarak Dada hareketinden beslendi. Adı rastgele biçimde oluşturulmuş olan Dadaizm, Birinci Dünya Savaşı ve dönemin anlayışlarına karşı bir tepki anlamına geliyordu. Sürrealist hareket, André Breton’un Sürrealist Manifestosu’nun bir parçası olarak, yeni bir savaş riskine cevaben ortaya çıktı.

O günlerde, Freud’un psikanalitik teorileri insanları, özellikle sanatçıları derinden etkiliyordu. Bilinçaltını, bilinci ve rüya yorumlarını tartışıyorlardı. Yeni teoriler, bu konularda yeni fotoğraf tekniklerinin keşfine tanık olan ve bu hayali dünyadan yararlanmak isteyen ressamlara ilham veriyordu. Ressamlar hayallerini yorumlamak istemiyorlardı. Onları estetik olarak tuval üzerine yerleştirmek, bilinçaltına doğrudan girerek onları temsil etmek istiyorlardı. Çerçeveleri hayal güçlerinin nasıl çalıştığını anlatırken tuvaldeki figürler, sanatçıların düşünce mekaniğinin bir açıklamasını sunuyordu.

1920’lerin başında, André Breton ve Louis Aragon gibi yazarlar, Paris kökenli Dada hareketinde yer aldılar. Grubun Anarşizme, Sosyalizme ve devrime olan ilgisini paylaşsalar da Dada’nın siyasi eylem için net bir yönü olmadığını düşünüyorlardı. Böylece, 1922’nin sonlarında, büyüyen bu radikaller grubu Dada’dan ayrıldı ve aklı sosyal bir kurtuluş kaynağı olarak görmeye başladı. Fransız psikologlarından ve Sigmund Freud’un çalışmalarından etkilenerek bilinçaltı, düşünce ve kimliği keşfetmelerini, yanı sıra insanlara toplumsal anlaşmalarla getirilen kısıtlamaları aşmalarını sağlayacak uygulamaları denediler. Örneğin, toplumsal normlar, her şeyden habersiz bir grup yabancıya doğru koşarak çığlık atmanın tamamen kabul edilemez olduğunu söylerken, bu, Sürrealistler için deneyimlenmesi gereken bir davranıştı.

SÜRREALİST DENEYİMLER

Breton ve Max Ernst’in de içinde bulunduğu bir grup Sürrealist, bilinçdışı yaratıcılığa erişmenin bir yolu olarak hipnotizma ile deneyler yaptı; ancak grup bir süre sonra deneylerin tehlikeli olduğuna karar verdi.

Breton, Sürrealizm’i temel olarak günlük deneyimleri dönüştürecek bir zihin devrimi olarak düşünüyordu. Sürrealizm, kendi rızası neticesinde ‘irrasyonel’ (akıl-dışı) alanla daha az ilgiliydi; akıl-dışına, birbiriyle çelişen rüya ve gerçekliği daha güçlü bir gerçeklik biçiminde bağdaştırmaktan daha az ilgi duyuyordu.

Psikanalizin ortaya çıkması ve Freud’un akıl teorileri, Sürrealizm’e, dünyanın ampirik, yüzeysel bir biçimde kavranmasının ötesine geçmenin bir yolunu sundu. Freud, günlük hayatın hayalleri nasıl beslediğiyle ilgilenirken, Sürrealistler yaratıcı pratik de dahil olmak üzere, hayal dünyamızın günlük deneyimleri nasıl beslediğini araştırdılar.

Sürrealistlerin kendiliğinden veya ‘otomatik’ yazma ve çizme gibi istem dışı eylem ve süreçlerle rüyalar, cinsellik ve arzu konularını keşfetmeleri, bilinçaltı araştırmalarını geleneksel sağaltıcı işlevinden uzaklaştırarak ona yeni bir yön verdi.

1920’lerde harekete yeni ressamlar katıldı. Yves Tanguy, De Chirico’nun eserleri 1923’te resme başlaması için kendisine ilham verene kadar bir yazardı. 1923’te her ikisi de ressam olan Joan Miró ve André Masson, Breton’la buluştular. Freud’dan etkilenen Breton, bilinçsizce ve planlı olmayan kelimeler oluşturmak için yazılı olarak bir ‘otomatizm’ deneyi gerçekleştirdi. 1924’te Miró ve Masson kendi deneyimlerine başladılar.

1925’te, otomatizm yöntemine bir cevap olarak Ernst, çizim tahtasının altındaki döşeme tahtasında bulunan çatlakları kullanarak bir uygulama yaptı. Konsepti yağlı boyaya uyarladı, bir tuval üzerine pigment yaydı ve sonra kazımaya başladı. Ernst’in 1927 tarihli ‘Orman ve Kumru’ adlı eseri bu teknikle ortaya çıktı.

Miró, otomatizmi resimlerinde yaratılışın ilk aşamasına uyarladı. Eserlerinde tekrar ettiği kişisel bir Sürrealist kelime aracılığıyla soyut kodlamayı geliştirdi. Miró, çocukların resimlerinden ve ilkel sanattan derin bir şekilde etkilenmişti.

Alberto Giacometti, 1928’de Masson’la tanışan bir İsviçreli heykeltıraştı. Tuhaf, stilize figürler yaratmak için rüya estetiği ile birleştirdiği Afrika ve Mısır sanatından etkilenmişti. Parisli eleştirmenler tarafından topa tutulan Romen ressam Victor Brauner, Tanguy tarafından keşfedildi. Brauner, okültizm tarafından adeta büyülenmişti. 1931 tarihli resminde kendisini bir gözü akmış olarak betimlemiş, yaklaşık yedi yıl sonra yaşadığı bir kavgada bir gözünü yitirmişti. Bu portresi, gözünü yitirdikten sonra büyük bir ün kazandı.

KADIN ÖNCÜLER

Pek çok eleştirmen tarafından reddedilmesine ve Sürrealistler tarafından hareketi erkeklere mahsus kılma eğilimine rağmen, kayda değer sayıda kadın sanatçı Sürrealizm hareketine dahil oldu.

Alman sanatçı Meret Oppenheim, Giacometti aracılığıyla 1932’de Sürrealist harekete katıldı. Bir ressam ve heykeltıraş olarak, en ünlü eseri 1936 tarihli ‘Obje’ adlı, kürkle kaplı çay bardağı, tabak ve kaşıktan oluşan çalışmasıydı.

Max Ernst aracılığıyla da birkaç kadın harekete dahil olacaktı. Leonora Carrington, 1937’de Paris Sürrealistleriyle tartışmalar yaşayan Ernst’in arkadaşıydı. 1942’de Meksika’ya göç eden Carrington, 1937 tarihli kendi portresinde yaptığı üzere, edebiyat ve görsel çalışmalarında kişisel edebiyatla gizli fikirleri bir araya getirdi.

Ernst’in dördüncü eşi Amerikalı ressam Dorothea Tanning, New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nde bir sergi açtıktan sonra Sürrealizm’e ilham veren bir illüstratör haline geldi. 1943’teki ‘Eine Kleine Nachtmusik’ gibi eserler, görsel kavramlarının karmaşıklığını ortaya koyuyordu.

İspanyol ressam Remedios Varo, yaşanan iç savaş sırasında ülkesinden kaçtı ve 1940’ta Meksika’ya yerleşti. Carrington’ın yakın bir arkadaşıydı ve Meksika’da, kendine özgü tarzıyla tanınan ticari bir illüstratör olarak çalıştı. Bir Meksikalı olan Frida Kahlo da tablolarıyla bilinçaltının görüntülerini bilinç düzeyine taşıyarak Sürrealist sanat alanının en iddialı ve unutulmaz sanatçılarından biri haline geldi.

FARKLI ALANLARDA ETKİLEŞİMLER

Fotoğrafçı Man Ray, 1920’lerde Paris’e taşındıktan sonra, ‘Rayograf’ adını verdiği bir teknikte uzmanlaştı. Ray, fotoğraf kâğıdını üzerine yerleştirilen nesnelerle birlikte ışığa maruz bırakarak ortaya çıkan ‘fotogramlar’ üzerinde varyasyonlar yaratıyordu. Ray ayrıca moda ve portre fotoğrafçılığı konusunda da övgüyle anılıyordu ve deneysel film yapımcılığına devam ediyordu.

Fransız fotoğrafçı Maurice Tabard özellikle Man Ray’den ilham alıyordu. Geometriye yönelik olarak ‘çift pozlama’ ve ‘solarizasyon’ gibi teknikleri kullanmasıyla dikkat çekti. Alman fotoğrafçı Hans Bellmer ise ele aldığı fotografik konular vasıtasıyla tanınır hale geldi.

Dora Maar’ın yaratıcı başarıları, ne yazık ki Pablo Picasso ile olan ilişkisi yüzünden gölgede kaldı. Fransız-Hırvat sanatçı, sürrealistler ve Picasso’nun portrelerini çalışıyordu; ancak en ünlü eseri olan ‘Ubu’nun Portresi’, bir bebek armadilloyu konu alıyordu.

İlk Sürrealist film olarak 1928 yılında çekilen ‘The Seashell and the Clergyman’ (Deniz kabuğu ve Rahipler) kabul edilir. Yönetmen Germaine Dulac filmin senaryosunu Fransız tiyatrocu Antonin Artaud’nun bir eserinden uyarlamıştı. Bununla birlikte, büyük ihtimalle en tanınmış Sürrealist film, 1929’da Salvador Dali ile birlikte çalışan ve bir kadının göz küresinin jiletle kesildiği ikonik bir görüntüyü izleyiciye sunan, Luis Buñuel’in ‘Un Chien d’Andalou’ (Bir Endülüs Köpeği) adlı filmidir.

Dali, 1930’da Buñuel’le ‘L’Age D’Or’ (Altın Çağ) adlı filmde de işbirliği yapacaktı. Sanatçı, daha sonra, 1945 tarihli Spellbound’da sürrealist bir rüya dizisi yaratmaya yardımcı olmak için Alfred Hitchcock’la birlikte çalıştı.

En sevilen film yapımcıları arasında Şilili yönetmen Alejandro Jodorowsky ve Amerikalı ressam ve film yönetmeni David Lynch’i de saymak mümkündür.

Günümüzün Veristik Sürrealizm savunucuları, Modernizmde olduğu gibi büyük bir kültürel güç haline gelmeye çalışırken, yirminci yüzyılın ikinci yarısında hareketlerinin zorluklarla karşılaştığını da kabul ettiler. Modern çağda özellikle de Amerika Birleşik Devletleri, soyutlama ve modernizm akımlarını benimsedi. Soyut sanatçılar hareketli boyama ve otomatizmin yarattığı kaosun, özgürlüğün ifadeleri olduğu inancını paylaştı ve bu şekilde ilerlemeye devam ettiler.

YAŞAYAN SÜRREALİZM

20. yüzyılın en uzun soluklu öncü hareketi olan Sürrealizm’in kapsamı ve zenginliği, modern sanat ve kültür üzerinde eşsiz etkiler yarattı. Resim, heykel, fotoğraf, sinema, şiir, roman, moda ve reklam alanlarını kucaklayan, büyük ölçüde estetik bir hareket haline geldi. Psikanaliz, Anarşizm, Marksizm ve felsefe ile olan ilişkisi, kendine özgü entelektüel, politik ve yaratıcı çabalarını şekillendirmeye yardımcı oldu.

Sürrealizmin mirası tartışmasız biçimde yaşıyor ve her türlü kültürel formu beslemeye devam ediyor. Yazın alanında Sürrealizm, Beat Kuşağı yazarlarını, özellikle de William S, Burroughs’u, Latin Amerika Büyülü Gerçekçilik hareketini, Thomas Pynchon ve Paul Auster gibi postmodern yazarlar ile ozan, şarkıcı ve yazar Patti Smith’i etkiledi.

Sürrealizm, yüksek ve popüler kültür arasındaki hiyerarşik ilişkinin bozulması ve günlük yaşamın kentsel yerleşim içindeki dönüşümüne vurgu yapılması, günlük yaşam araştırmaları, kentsel teori ve kültürel çalışmaların yeni akademik alanları üzerinde önemli bir etki yarattı.

Hareket, Roland Barthes, Jacques Derrida, Michel Foucault, Jacques Lacan ve Gilles Deleuze gibi bütün bir post-yapısalcı Fransız teorisyen neslini etkiledi. Michel Foucault’ya göre Sürrealizm, yalnızca edebi ve sanatsal kültürü tamamen dönüştürmekle kalmadı; aynı zamanda aklın değerini sorgulayarak ve hayal gücünün dönüştürücü olasılıklarına duyduğu inanca dayanarak, yeni bir tür entelektüel düşünceyi mümkün kıldı. Sürrealizm, modern çağın en popüler eserlerini yaratan Salvador Dali, Pablo Picasso, Susan Sontag, Boris Vian, Andrei Tarkovsky ve Frida Kahlo gibi birçok ismi ortaya çıkararak, gerçeklik algımız üzerinde silinmeyen etkiler bırakmayı ve popüler kültürü derinden etkileyerek kendi varlığını sürdürmeyi başardı.

Kaynaklar:

https://www.history.com/topics/art-history/surrealism-history

http://www.surrealismart.org/history/origin-painting.html

https://www.khanacademy.org/humanities/art-1010/art-between-wars/surrealism1/a/surrealism-an-introduction

https://brewminate.com/a-history-of-surrealism/

https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-what-is-surrealism