Siyasal teoloji nedir?

Siyasal solda duran pek çok düşünür, eksiksiz bir sekülerizmi benimsemek zorunda hissediyor kendisini. Bir ideoloji olarak sekülerizm çökmüş durumda, fakat bu ‘seküler’ idesinin gerekli olmadığı ya da artık büsbütün konu dışı olduğu anlamına elbette gelmiyor.

Google Haberlere Abone ol

Clayton Crockett*

2003’te Mark Lilla The Stillborn God (Ölü Doğan Tanrı) adlı kitabını yayınladı. Kitap modern siyaset felsefesi ile daha mesiyanik bir teoloji arasındaki gerilimi inceliyor. Lilla, modern Avrupa düşüncesinin siyasal teoloji ile siyaset felsefesi arasındaki bu gerilimle son birkaç yüzyıldır mücadele etmekte olduğunu ve bu mücadelenin de modern insanlık durumunun önemli bir yönünü oluşturduğunu ileri sürüyor. Lilla’ya göre mesiyanik siyasal teolojinin en yakın dönemli formu Nazizm’in ve faşizmin siyasal demokrasiyi tehdit ettiği bir dönemde, 1930’larda Almanya’da ortaya çıkmıştır.

Siyasal teolojinin Weimar Almanya’sındaki en ünlü destekçisi hukukçu Carl Schmitt’ti. Siyasi İlahiyat: Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm adlı kitabında Schmitt devletin bütün modern kavramlarının sekülerleşmiş siyasal kavramlar olduklarını ileri sürmektedir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Kuzey Amerikalı teorisyenlerin çoğu, bir anlam kaynağı olarak dinin yerini sanat, siyaset ve seküler kültürün diğer formlarının almış olduğu fikrini benimseyen sekülerleşme hipotezini benimsemişlerdi. Bugün, dinin kamusal sahneye bu kadar güçlü biçimlerde dönmesi, sekülerleşme hipotezinin sınırlarını da ortaya koymuştur. Din daha baskın bir hale gelmiş durumda ve siyasal teoloji de dinin dünyadaki bu yenilenmiş anlamıyla ilgilenen bir söylemdir.

Siyasal teoloji dinsel alan ile seküler alanı, fikirler ile pratikleri bütünüyle birbirlerinden ayırmanın imkanını sorgular. Siyasal teoloji esas itibariyle Aydınlanma-karşıtı bir projedir ve modern Aydınlanmaya yönelik olarak postmodern düşünürler tarafından geliştirilen eleştirilerle çakışır. Siyasal teoloji içerisinde eleştirilen kilit ideoloji sekülerizmdir; yani dinsel ilgilerden azade bir seküler alanın özerkliği fikridir eleştiri konusu olan.

Sekülerizm modern liberalizmin gelişimine bağlıdır, çünkü liberalizm insan meselelerinde bir kamusal-özel ayrımını varsayar ve dini özel alana sürgün eder. Din modern dünyada hiçbir zaman kaybolmaz, fakat normatif bakımdan kamusal olmaktan ziyade ‘özel’ olarak görülür. Sekülerizm modern liberalizmin ideolojisidir ve yalnızca gelenekselciler tarafından değil, aynı zamanda postmodernistler ve post-seküleristler tarafından da eleştiri konusu yapılır.

Yirmi birinci yüzyılda John Milbank gibi radikal ortodoksinin teologlarının çalışmalarında olduğu kadar Jacques Derrida ve Giorgio Agamben gibi Schmitt’ten etkilenmiş filozoflarda da yeniden ortaya çıkan siyasal teolojinin liberalizmin nihai krizinin bir göstergesi olduğu kanısındayım. Liberalizm 1920’lerde ve 1930’larda komünizm tarafından güçlü saldırılara uğramıştı; bu saldırılara sağdan gelen saldırılar da eşlik ediyordu ve ardından 1960’lardan itibaren de bu eleştiriler büyük oranda soldan gelmeye başladı. Bu eleştiriler önemli ve güçlüydü, fakat Amerikan tarzı şirket kapitalizminin Sovyetler Birliği'ne karşı 1989’da kazandığı zafer uygulanabilir bir teori olarak Marksizm’i gölgede bıraktı. Marksizm ve sosyalizm marjinalleştirildiği ve yadsındığı için şirket kapitalizmi biricikleşmeyi başardı. Naomi Klein ve diğerlerinin gösterdiği üzere kapitalizm 1970’lerin başından itibaren şirketçi bir nitelik aldı ve bu, 2008’de yaşanan küresel daralmanın şokuna uğrayana kadar böylece devam etti.

Liberalizm siyasal ve ekonomik bakımdan uygulanabilir bir siyasi pratik olmaktan çıktı; sadece geçmişteki daha güzel günlere yönelik bir nostaljiyi ifade eden yüzeysel bir cila olarak varlığını sürdürüyor. Bu eski güzel günler ister Keynesçi ‘Yeni Düzen’ zamanları olarak düşünülsün, isterse de Lockeçu Aydınlanma/Amerikan Devrimi zamanları olarak… Liberalizm, ekonomik bakımdan, daha yoksul uluslardan ve halklardan daha zengin olanlarına zenginlik transfer etmek için, yapısal düzenlemelere ve borç birikimine dayanarak işleyen ve insanları korkunç düzeylerde yoksullaştıran acımasız bir neo-liberalizme bıraktı yerini. Siyasal bakımdan ise geleneksel muhafazakarlık yerini şoven bir neo-muhafazakarlığa bıraktı; bu terim Bush II zamanından itibaren itibardan düşürülmüş olsa bile.

Liberalizm kompleks bir fenomendir; ama artık işlemiyor. Neden? Çünkü tıpkı sekülerizmin liberalizmin ideolojisi olması gibi liberalizm de modern kapitalizmin ideolojisidir. Ve kapitalizm, küreselleşmiş dünyada tek seçenek olarak belirmesine karşın, eski tas eski hamam biçiminde işlemeye devam edemez. Kapitalizm büyümeye ve ucuz hammaddeler ile ucuz enerji için yeni kaynaklar bulma kabiliyetine dayalı olarak işler. 1970’lerin başlarından itibaren, büyümenin gerçek maddi sınırlarıyla mutlak anlamda yüz yüze gelmeye başladık. Mutlak anlamda büyüyemiyorsanız, büyümenin tek yolu göreli olarak büyümektir ki son birkaç on yılda, zenginliğin küçük bir azınlıkta ve borç birikimi ile yoksulluğun da muazzam bir çoğunlukta yoğunlaşmasıyla birlikte, büyümenin gittikçe eşitsiz bir hal almasının nedeni de budur. Büyümenin sınırları liberal kapitalizmin çöküşüne yol açtı ve siyasal teoloji bu olup bitenlerin bir semptomu olarak yeniden ortaya çıktı.

Siyasal teolojinin yeniden ortaya çıkışı liberalizmin krizine bir tepkidir. Siyasal teoloji pek çok bakımdan gelenekçi ve muhafazakardır; Avrupa modernleşmesinin öncesindeki bir zamana kulak verir ya da onun bir alternatifini araştırır. Fakat başka bakımlardan, imgelemlerimizin iyice yoksullaştırılıp kuvvetten düşürüldüğü ve sıklıkla kıyamet-yıkım senaryolarına doğru süpürüldüğü bir zamanda, Lilla’nın çözümlediği mesiyanizm, çağdaş şirket kapitalizminin ötesine uzanan yeni bir ütopik dünya tahayyül ediyor. Ben Radical Political Theology: Religion and Politics After Liberalism (Radikal Siyasal Teoloji: Liberalizmden Sonra Din ve Siyaset) adlı kitabımda, siyasal ya da teolojik bakımdan muhafazakar olmayan bir siyasal teoloji önermeye çalışıyorum. Çağdaş siyaseti eleştirmek için geleneksel bir din ya da Tanrı görüşüne başvurmak değil; şu sorudur söz konusu olan: Ya din ile siyaset meselesi sonuca bağlanmamış durumdaysa? Ya bunların ikisi de kaçınılmaz biçimlerde ve doğaları gereği karşılıklı ilişki içerisindeyseler?

Mesele bazı bakımlardan, din hakkında konuşurken kast ettiğimiz şeye bağlıdır. Ben, insan olduğumuz sürece dinsel varlıklar olduğumuzu düşünüyorum. Bu, oralarda bir yerlerde aşkın bir varlığın olduğu anlamına gelmiyor; fakat bizler dinsel umutları ve tutkuları bütünüyle ortadan kaldırabilecek varlıklar da değiliz. Son otuz kırk senede, toplumsal sorunlarımızdan bir kurtuluş yolu olarak neo-gelenekçi bir din formu önerisiyle fundamentalist ve Evanjelik dinsel sağ, Amerikan siyasi ve kültürel söylemi üzerinde derin bir etki yarattı. Geçtiğimiz birkaç yılda muhafazakar dinin bu baskınlığı, bizi sıkıntılara sürükleyen her şeyin kaynağının gerçekte din olduğunu öne süren yeni ateistlerle karşı karşıya geldi. Ben her iki tarafın argümanlarının da fazlasıyla basitleştirici ve aşırı olduğu kanısındayım. Dünyayı kuşatan mücadele ve çekişme alanları hususunda bizlere idealist ve ideolojik-dinsel nedenler sunuluyor; ama bu idealler ve ideolojiler aynı zamanda kaynakların tükenmesi ve küresel ısınma gibi maddi gerçekliklerin de üzerini örtüyor.

Ben, hüsnükuruntuya ya da kültürel belirlenime başvurmayan maddi bir post-kapitalist etiği eklemleyebilecek radikal bir siyasal teoloji tasavvur ediyorum. Siyasal teolojinin bu daha radikal formu, belirli bir dinsel perspektifi benimsemiyor; ama aynı zamanda, kompleks bir insan etkinliği olarak dini kapı dışarı etmiyor ya da kötülemiyor. Aşkın bir öte dünyaya kaçmanın hiçbir biçimine direnç göstermeyen fakat bu dünyadaki dinsel fikirlerin, kurumların ve pratiklerin maddi ve tinsel gücünü tanıyan radikal bir dinsel materyalizme ihtiyacımız var.

Siyasal solda duran pek çok düşünür, eksiksiz bir sekülerizmi benimsemek zorunda hissediyor kendisini. Bir ideoloji olarak sekülerizm çökmüş durumda, fakat bu ‘seküler’ idesinin gerekli olmadığı ya da artık büsbütün konu dışı olduğu anlamına elbette gelmiyor. Seküler fikirler, anlamlar ve sebepler kesinlikle hayati bir önem taşır, ama bunların dinsel olanlarını dışlamaz. Siyasal teoloji etrafında dönen önemli tartışmalar bizlere düşünmek ve anlamak için bazı aygıtlar vermektedir. Radikal siyasal teoloji ise bizlere onunla ilgili bir şeyler yapabilme potansiyeli taşıyan aygıtlar vermektedir.

Prof. Dr., Arkansas Üniversitesi Felsefe ve Din Çalışmaları bölümü 

Yazının aslı The Montreal Review sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Abdurrahman Aydın)