Salgınla mücadelede doktorların en büyük sorunu güven

Batı Afrika’daki ebola salgını esnasında, toplumsal güvenin eksikliği, virüsün ölümcül bir salgına dönüşmesine, iki yıl boyunca 11 bini aşkın insanın ölümüne ve deniz aşırı ülkelere yayılmasına yol açmıştı. Çoğu uluslararası halk sağlığı uzmanı, bölgesel topluluk üyelerinin kararsızlığı ve endişeleri nedeniyle gafil avlandı. Batı Afrikalılar, cenaze törenlerini uluslararası ebola tedavi ekiplerinden saklayacak kadar ileri gitti. Günümüzde cenazelerin, daha sonradan ölen kurbanlar ve aile üyeleri arasında en büyük bulaşma yollarından biri olduğu düşünülüyor.

Google Haberlere Abone ol

Abraar Karan*

Halk sağlığı doktoru olarak kazandığım deneyim, güven yoksunluğunun modern salgınlarda önemli bir itici güç haline geldiğine beni ikna etti. Bu durumu, şu anda Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde (DKC) yaşanan şiddetli ebola salgınında da görüyoruz. Salgın, ülke tarihindekilerin en kötüsü ilan edildi.

Güven duygusu, doktor-hasta ilişkisindeki en önemli parçadır. Eğer hastalarımın güvenini yitirirsem, onları etkili biçimde tedavi etmek imkânsız hale gelir. Güven temelinde bir ilişki kurabilmek için hastalarımın sağlık sorunlarından daha fazlasını bilmem gerekir; onları sosyal, politik, dini ve kültürel inanç sistemlerinin karmaşık yapısı içinde anlamam lazım.

GÜVEN İLİŞKİSİ SAĞLIKLI İNSANLARLA KURULMALI

Bunu insanlar sağlıklı durumdayken yapıyorum; bu sayede, hastalık bulaştığında onlar için doğru kararı vereceğime dair bana güven duyabiliyorlar. Uluslararası müdahale ekiplerinin, ülkenin geniş sosyal, siyasi, dini ve kültürel inanç sistemleri içinde DKC’deki mevcut ebola salgınının yerini tespit edememesinin ve haftalar önce aşıları dağıtmak ve salgını izlemeye başlamak için geldiklerinde kendilerine duyulan güvenin bu denli zayıf olmasının sebebi budur.

Ve bunu daha önce de görmüştük. 2014 yılında Batı Afrika’daki ebola salgını esnasında, toplumsal güvenin eksikliği, virüsün ölümcül bir salgına dönüşmesine, iki yıl boyunca 11 bini aşkın insanın ölümüne ve deniz aşırı ülkelere yayılmasına yol açmıştı. Çoğu uluslararası halk sağlığı uzmanı, bölgesel topluluk üyelerinin kararsızlığı ve endişeleri nedeniyle gafil avlandı. Batı Afrikalılar, cenaze törenlerini uluslararası ebola tedavi ekiplerinden saklayacak kadar ileri gitti; günümüzde cenazelerin, daha sonradan ölen kurbanlar ve aile üyeleri arasında en büyük bulaşma yollarından biri olduğu düşünülüyor.

Çoğu Batı Afrikalı, modern tıbbi tedaviden ziyade bilindik yollara -geleneksel şifacılara- yöneldi. Nihayetinde, belirli topluluklar için doğru müdahale yollarının planlanmasından önce, daha güçlü bir onay gerektiren kültürel farkları daha doğru anlayabilmek amacıyla antropologlar görevlendirildi. Bu araştırmadan, salgınla mücadelenin etkin biçimde yürütülebilmesi için güvenin en önemli araç olduğunu öğrendik.

GÜVENSİZLİK, KOMPLO ENDİŞELERİ VE YAYILAN SALGINLAR

Ve yine aynı bilgi bize bir kez daha yardım ediyor. Kuzey Kivu’da yaşanan durum korkunç bir şekilde kötüye gidiyor; bu durum, güvensizlikten ve komplo endişelerinden kaynaklanıyor. Halk, ebolanın, muhalif partilerin yaklaşmakta olan seçim sonuçlarını değiştirmek amacıyla kullandığı politik bir araç olup olmadığını sorguluyor. Neticede, yalnızca aşılardan değil aynı zamanda test ve tedaviden de uzak duruyorlar. Bu ise kimlerin hastalığa yakalandığını takip etme ve enfekte olmuş bir kişiyle temas edenleri aşılama çabalarının başarısız olduğu anlamına geliyor. Dahası, güvensizlik yalnızca uluslararası yardım görevlilerine yönelik değil, yerel halkın büyük kısmı DKC hükümetine de güvenmiyor.

Bundan da kötüsü, bunun olacağını biliyor olmamız. Bunun benzer komplo teorileri, son büyük ebola salgınının yaygınlaşmasına yol açmıştı. Liberya’da, halkın bir kısmı, ebolanın Afrikalıları hasta etmek için Batılıların kullandığı bir manevra olup olmadığını sorguluyordu; diğerleriyse ebolanın yoksullara aşı satmak için yapay biçimde yaratılıp yaratılmadığını tartışıyordu.

Kendimi bir hastanın yerine koyduğumda, bunların hiçbirine şaşırmıyorum. Daha önce tedavi amaçlı bir ilişkiye sahip olmadığım ve bir hap içmemi ya da iğne vurulmamı söyleyen bir doktor tarafından yönlendirildiğimde, mantıklı bir biçimde, tereddüt yaşarım. Güvenin, hastalık bir kişiye bulaşmadan veya bir ülkeye zarar vermeden önce -daha sonra değil- oluşturulması gerekir.

Toplum sağlığı çalışmaları, toplumlar ağırlıklı olarak sağlıklıyken (uzun yıllar boyunca hastalarımla kurduğum ilişkide olduğu üzere) taban düzeyindeki güvenin tesis edilmesini sağladığında, bir salgın esnasında halk sağlığı görevlilerinin ve toplum üyelerinin birlikte çalıştığını görürüz. Bu durum, birkaç vakanın yüzlere veya binlere dönüşmesini engeller.

TOPLUMLARIN BİLGİ, TUTUM VE GELENEKLERİ ÖĞRENİLMELİ

Salgın hastalıklar hızlı hareket etmeyi gerektirir ama müdahale araçlarını kullanmadan önce o toplumun bilgi, tutum ve adetlerini anlama noktasında kestirme yoldan gidemeyiz. Toplum ebola hakkında ne düşünüyor? İnanç sistemlerine ne tür deneyimler yön veriyor? Köklerinde yatan yanlış anlamaları tanımlamak için bu sistemler üzerinde en verimli şekilde nasıl çalışabiliriz?

Buradan hareketle, insanları kültürel açıdan uygun olan ve yerel olarak anlaşılabilecek biçimde, en iyi şekilde eğitmek için toplum liderleriyle nasıl çalışabiliriz? Aşılar, teşhis ve tedaviler söz konusu olduğunda da aynı dikkatli yaklaşım gösterilmeli.

Mesela aşıları ele alalım. ABD’li doktorlar aşı konusundaki tereddütlere gayet alışkındır. Neredeyse her gün, en azından bir düzine hastam grip aşısı olmayı reddediyor. Çoğunlukla aşıya ilişkin kişisel deneyimlerini anlatıyor ve o yıl yine de hastalandıklarını belirtiyorlar. Bazılarıysa hatalı biçimde, aşının gribe yakalanmalarına yol açtığına inanıyor.

Bu gerçek, her üst solunum yolu enfeksiyonunun grip olmadığını ve grip aşısının çok daha kötü durumlara varabilecek hastalığı en az semptomlarla atlatmalarına yardım ettiğini açıklamak için vakit ayırmam gerektiği anlamına geliyor. Hastalarım o zaman bile, çoğunlukla aynı fikirde değil; yine de onları başka sorunlarla ilgili tedavi etmeme izin verdikleri bir uyum sağlamayı sürdürüyoruz.

Muhtemelen bunun aynısı ebola hakkında da yaşanıyor. Bazı hastalar aşıya, bazıları tedaviye, bazıları testlere rıza gösterirken, bazıları bunlardan hiçbirine razı olmayabilir. Bunun yanı sıra, halk sağlığı görevlileri, halkla ilişki kurmak, güven oluşturmak ve toplumsal sağlık konusunda en büyük faydayı sağlamak için orada bulunduklarını topluluklara kanıtlama noktasında her fırsatı değerlendirmeli.

Hastalarımla bir güven ilişkisi inşa etmek, eninde sonunda insanları hayatlarını kurtaran tedavilere ikna etmemi sağladı. Bu güven kazanıldı, karşılıksız verilmedi. Hastalarımı oldukça insani bir seviyede anlamamı ve neticede büyük savaşı kazanmak için birçok savaşı kaybetmemi gerektirdi.

Aynısını, salgınlarla mücadele ederken gerçekleştirmeliyiz. Her insanı, istediğimiz her şeyi yapmaya ikna edemeyebiliriz ama şayet bir toplumu varlığımıza güvenmeye ve onlar hakkında -sadece hastalıktan dolayı değil- insani açıdan endişeler taşıdığımıza ikna edebilirsek, çok farklı bir yanıt almaya başlarız.

*Dr. Abraar Karan, Brigham’da bulunan Kadın Hastanesi’nde ve Harvard Tıp Okulu’nda küresel sağlık doktorudur.

Yazının aslı The Huffington Post'ta yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)