El-Farabi, İslam’da sansürü akılcılaştırmak için Platon’u izledi

El-Farabi’nin yaşadığı güçlü Abbasi İmparatorluğu’ndaki durum, radikal bir uyum ile muhafazakârlığın hassas biçimde dengelenmesini gerektiriyordu. İmparatorluğun, kendisinin küçülmüş bir örneği haline gelmesiyle birlikte artan işlevsizliğine karşın, el-Farabi medeni erdem, adalet, insan mutluluğu ve toplumsal düzen konularında yol gösterici bir politik felsefe yarattı.

Google Haberlere Abone ol

Rashmee Roshan Lall *

Onuncu yüzyılda Bağdat’ta yaşayan düşünür el-Farabi’nin adını bilmiyor olabilirsiniz ama onun çalışmalarını ya da en azından bunların sonuçlarını biliyorsunuzdur. El-Farabi, her açıdan sarsılmaz bir Sufi algıya ve değişmez basit zevklere sahip olan bir adamdı. Bağdat’a yerleşmeden önce Şam’daki bir bağda işçi olarak, kuzu yüreği ve tatlı fesleğen suyuyla karıştırılmış sudan oluşan alçakgönüllü bir beslenme tarzını tercih ediyordu. Buna karşın el-Farabi politik felsefesinde, kendi döneminin değişimlerine yanıt vermek için özellikle de Platon ve Aristoteles’i uyarlamak ve genişletmek yoluyla zengin bir çeşitlilikte Helenik fikirler ortaya koydu.

El-Farabi’nin yaşadığı güçlü Abbasi İmparatorluğu’ndaki durum, radikal bir uyum ile muhafazakârlığın hassas biçimde dengelenmesini gerektiriyordu. İmparatorluğun, kendisinin küçülmüş bir örneği haline gelmesiyle birlikte artan işlevsizliğine karşın, el-Farabi medeni erdem, adalet, insan mutluluğu ve toplumsal düzen konularında yol gösterici bir politik felsefe yarattı.

Ancak onun asıl mirası, el-Farabi’nin Müslüman dünyadaki yaratıcı ifadeyi denetlemek için sunduğu felsefi tartışma olabilir. Bunu yaparken, ilk Müslüman hanedanlık olan Emevilerin bir halifesiyle yedinci yüzyılın sonlarında başlayan anikonizm (yani görsel tasvir karşıtlığı) projesini tamamladı. Halife Abdülmelik, bunu, yeni Müslüman inancının ilk anıtı olan Kudüs’teki Kubbetüs Sahra üzerindeki sikkeler ve kaligrafik yazıtlar üzerinde soyut imgelerle gerçekleştirmişti. Bu eser, İslam sanatının Greko-Romen benzeri gelenekten kopuşunun habercisiydi. Birkaç yüz yıl sonra, el-Farabi, dünyanın kelimelerle betimlenmesi üzerinde oluşturulan kısıtlamalar hakkındaki tartışmayı yeni bir zirveye taşıyarak, ‘yaratıcı kontrol’ kavramını yarattı. Bunu Platon kökenli kavramları kullanarak yaptı ve İslam’ın yaratıcı ifadeyi nasıl gördüğünü ve buna nasıl yanıt verdiğini somutlaştırmaya olanak sağladı.

TASVİRLERİ KONTROL ÇABASI ŞİDDETİ DOĞURDU

İslam’ın ve peygamberinin sözlü tasvirleri, anlatı sanatı kadar kutsal sayılabilir. El-Farabi’nin temsili tabuların akılcılaştırılması (rasyonalize edilmesi) yaklaşımının neticesi, günümüzde belirgin hale geldi. 1989 yılında, İran’daki Ayetullah Humeyni, Salman Rüşdi’yi "Şeytan Ayetleri"ni (1988) yazdığı için ölüm cezasına çarptırdı. Kitap, Müslümanları, Muhammed peygamberin hayatını kurgusallaştırması nedeniyle öfkelendirmişti. 2001 yılında Taliban, Afganistan’daki altıncı yüzyıldan kalma Bamiyan Budalarını havaya uçurdu. 2005 yılında, Danimarkalı gazeteci Jyllands-Posten tarafından çizilen ve Peygamberi tasvir eden karikatürlerin yayınlanması sebebiyle tartışmalar patlak verdi.

Bu karikatürler, en az on yıl boyunca şu veya bu şekilde öfkeyi ateşlemeyi sürdürdü. Ortadoğu’da protestolar yapıldı, birkaç Avrupa gazetesinin karikatürleri yeniden basmasıyla Batı elçiliklerine yönelik saldırılar gerçekleşti ve 2008 yılında Usame Bin Ladin, Avrupa’ya “İslam’a karşı düzenlenen yeni Haçlı Seferi” nedeniyle “şiddetli bir ceza” göreceği tehdidini savurdu. 2015 yılında, çizimleri Müslümanların haklarını ihlal eden bir hiciv dergisi olan Charlie Hebdo’nun Paris’teki ofisleri, 12 kişinin ölümüne yol açan silahlı kişilerin saldırısına maruz kaldı. Ardından, dergide, Michel Houellebecq’in İslami yönetim altındaki Fransa’nın fütüristik bir tasviri olan ve 2015 yılında yayınlanan Submission (İtaat/2015) adlı romanına yer verildi.

Bamyan Budalarının yıkımı, bir anlamda, tıpkı Danimarka’da yayınlanan çizimlerin yarattığı tartışma ve Charlie Hebdo’nun editör kadrosuna yönelik saldırı gibi, Rüşdi’yi hedef alan fetvadan da farklı değildi. Bunların tamamı, imgesel ya da sözlü temsili kontrol etme isteğiyle bağlantılı.

SANSÜRE DAİR ESKİ BİR PROJEYİ TAMAMLADI

Şayet İslam’ın en büyük projesi -Abbasi İmparatorluğu’nun çok uluslu milletler topluluğu- korunacaksa, sözün denetlenmesi, el-Farabi'nin gerekli gördüğü bir olguydu. El-Farabi temel kuramlarından bazılarına kafa yorarken, görsel temsili Müslümanlara yönelik değişmez bir mesele olarak ele aldı. 632’de Peygamberin ölümünden sonraki 30 yıl içinde, sanat ve yaratıcı ifade, amaçlanan içeriğe bağlı olarak iki paralel yola girmişti. Laik (din dışı) alanda Emevilerin (661-750) sarayları ve hamamları gibi sanat eserleri mevcuttu. Ve dini mekânlara uygun görülen ve (691yılında tamamlanan) Kubbetüs Sahra gibi camiler ve türbeler için de bir sanat anlayışı vardı. Halife Abdülmelik, Bizanslı mevkidaşı İmparator II. Justinian ile sikkeler üzerinde bulunan resimlere ilişkin ‘simge polemiği’ diye adlandırılan bir tartışma yürütmüştü.

Nihayetinde, Abdülmelik, kendi portresinden ziyade “akılcılığın hükümdarı” ve “Allah’ın (halife) temsilcisi” ibareleri taşıyan paralar bastırdı. Ve Kubbetül Sahra, bir dekorasyon unsuru olarak canlı varlıkların tasvir edilmesinden ziyade el yazılarıyla süslenmişti. Resmin noksanlığı yeni bir görünüm tarzı haline gelmişti. Aslında, artık kelimeler bir görüntü haline gelmişti. İşte bu nedenle, kaligrafi (el yazısı sanatı) Müslüman sanat biçimlerinin en büyüğüne dönüştü. Yazılı sözlerin önemi -onun özümsenmesi ve anlamı- aynı zamanda Abbasilerin sekizinci yüzyıldan onuncu yüzyıla kadar Yunanca-Arapça çeviri akımına yaptığı yatırımın örneklendirilmesiydi.

Neticede, el-Farabi’nin yaşadığı dönemde Müslümanlar açısından en önemli olan şey, dünyaya ilişkin tasvirlerin denetlenmesiydi. Hıristiyan ikon yanlıları, kelimelerin resimlerle aynı temsil gücüne sahip olduğu görüşü aracılığıyla, dini resimlere dair kendi savlarını oluşturdular. Dokuzuncu yüzyılda Deyrül İslam’da yaşamış ve Arap dilinde yazmış olan ikon yanlısı Hıristiyan rahip Theodore Eburah, kelimelerin ikonlarla benzer olduğunu ilan etmişti. Ve söylediği üzere, resimler okuma yazma bilmeyenler için yazı görevi görüyordu.

YIKILMAKTA OLAN DEVLET ENDİŞESİNİ ARTTIRMIŞTI

El-Farabi, Abbasi İmparatorluğu’nun düşüşte olduğu dönemde -iyi veya kötü- yazıların gücü hakkında endişeliydi. Yaratıcı kişileri ürettikleri şeylerden sorumlu tutuyordu. Abbasi halifeleri zaman geçtikçe hem ahlaki hem de politik bir otorite kriziyle karşı karşıya kalmışlardı. Bu durum, -Arap dünyasının en özgün düşünürlerinden biri olan- el-Farabi’yi, İslam’ın ve onun büyüyen ve çeşitlenen egemenliğinin yüz yüze olduğu önemli konuları, yerel ve dönemsel meselelerden daha iyi anlamaya yöneltti.

El Farabi, Platon’un yaşadığı dönem için hayalî “mükemmel devlet” fikrini doğallaştıran bir politik felsefe benimsedi. Müslüman okuyucularına, “erdemli bir şehre” önderlik etmesi için “erdemli bir yönetici” olan filozof bir hükümdara ihtiyaç olduğunu anımsatarak, “erdemli din” ilkelerine dayanan liderlik hususunu açık bir biçimde ele aldı.

Plato gibi, el-Farabi de yaratıcı ifadenin ideal hükümdara destek vermesi ve bu yolla erdemli bir şehir ve statükoyu da desteklemesi gerektiğini ileri sürdü. Tıpkı ‘Cumhuriyet’ adlı eserinde Platon’un ideal devletteki şairlerin, özellikle tanrılar hakkında değişmez iyilik hikayeleri anlatmasını talep etmesine benzer biçimde, el-Farabi’nin tezleri de erdemli bir şehir için yazılmış ‘övgü dolu’ şiirler, melodiler ve şarkılardan söz eder. El-Farabi, erdemli şehir için “en saygıdeğer” olanın, “yüce hükümdarın ve erdemli kralın hizmetinde kullanılan” yazı biçimleri olduğunu tasdik eder.

El-Farabi’nin siyaset felsefesine en açık biçimde katıldığı ve onay gören anlatıyı takip eden yazarların düşüncesi, Plato’nun “İlahi” dediği insana dair düşüncedir. El-Farabi, İslam toplumu açısından sosyal bir fayda olarak gördüğü Plato’ya ait “yazarların sansürlenmesi” savını benimseyerek, sözcükleri denetleme yoluyla anlatıyı yönlendirmeyi bir gereklilik olarak görüyordu. Bu, İslami imaj yaratımının bir sonraki aşaması açısından önemli olmalıydı.

El-Farabi’nin kimi fikirleri, Fars bilgini İbn Sina (980-1037) ve Fars ilahiyatçısı el-Gazali (1058-1111) de dahil olmak üzere, diğer önde gelen Müslüman düşünürleri etkilemiş olabilir. Tartışmasız biçimde, yaratıcı anlatıyı denetleme konusunda yaptığı akılcılaştırma, meşruiyetin yeniden yorumlanmasını reddetmek noktasında daha fazla hareket alanı sağlamış oldu.

*Rashmee Roshan Lall, The National, The Arab Weekly, The Independent ve diğer yayınlarda uluslararası bir köşe yazarıdır.

(Çeviren: Tarkan Tufan)