NASA’nın ‘uçan dairesi’nden neler öğrendik?
ABD Uzay Ajansı NASA, 14 yıl önce paraşütü açılmadığı için Utah Çölü'ne düşen Genesis adlı uzay mekiğinin fotoğraflarını yayınladı. İşte, UFO söylentilerine neden olan Genesis'in hikâyesi...
13 Kas 2018 (Son Güncelleme 14:08)
Signe Dean*
Yıldızlara ulaşabilen türlerin parmak uçlarının biraz yanmış olması gerekir. Muhtemelen bir kereden fazla yanmış olmalı.
NASA’nın ‘Günün Astronomi Fotoğrafı’ konulu internet sitesindeki son paylaşımlarından biri, uzay yolculuğu tarihimizde yaşanan talihsizliklerin ikonik bir hatırlatıcısıydı.
NASA, uzaylıların gerçekleştirdiği bir ziyarete işaret etmese de, fotoğraf açıklamasında şunları belirtiyordu: “Radar tarafından izlendikten ve helikopterler tarafından takip edildikten sonra Utah çölüne düşen ve dış uzaydan gelen bir uçan daire.”
GENESIS’İN TERS GİDEN DÖNÜŞÜ
Yarı yarıya çöl kumuna gömülü ve haşat haldeki disk, aslında Genesis uzay aracının dönüş kapsülüydü. Ve böylesine ölümcül bir şekilde inmemesi gerekiyordu. 8 Ağustos 2001 tarihinde başlatılan Genesis görevi, uzay ajansının ana yıldızımız olan Güneş’in rüzgârlarını analiz etmek için bir uzay aracı göndermek, örnekler toplamak ve bunları dünyaya getirmek amacını taşıyan iddialı bir çabasıydı.
Araştırmacılar, Güneş’in (en dış katmanı olan) korona tabakasından uzaya yayılan yüklü parçacıkların bileşimi hakkında veri toplayarak, yıldızın bileşimini kesin biçimde belirlemeyi ve Güneş Sistemi’nde gezegenlerin oluşumu sırasında çevrede bulunan etkenlere ilişkin daha fazla şey öğrenmeyi umut ediyordu.
Genesis uzay aracı iki yıl boyunca ‘Lagrange 1’ noktasında yörünge çizerek örnek topladı ve Güneş rüzgârı numunelerini Dünya’ya getirmek için, Güneş rüzgârı materyalleri örneklerinin depolandığı metal bir kutu içeren basit bir dönüş kapsülüyle donatılmıştı. Lagrange 1 noktası, yeryüzünden ve Güneş’ten yayılan yerçekiminin uzayda tam anlamıyla dengelendiği noktalardan biridir.
Uzay aracı, her biri alüminyum, safir, silikon ve hatta altın gibi yüksek saflıktaki malzemelerle üretilen bir dizi toplayıcı düzeneği açarak Güneş rüzgârını yakaladı.
Projede çalışan bilim insanı Amy Jurewicz 3 Eylül 2004’te yaptığı açıklamada “Genesis’in toplayıcı düzeneklerinde kullandığımız malzemeler kırılmadan açılabilecek kadar dayanıklı olmalı, örnek toplama esnasında Güneş ışınlarıyla ısınırken örnekleri koruyabilmeli ve Dünya’ya geri dönüşünden sonra, Güneş rüzgârını oluşturan öğeler incelenebilecek kadar saf olmalı,” demişti.
Beş gün sonrasında, bu örnek kapsül ve onun değerli donanımı, ABD’nin Utah eyaletinde, tahminen saatte 310 km hızla yere çakıldı.
Gerçekleşmesi beklenen şeyse bundan epey farklıydı; aslında, atmosfere giriş yaptıktan 127 saniye sonra, kapsülün üzerinde bulunan bir mekanizma devreye girerek inişi yavaşlatmak ve dengelemek amacıyla bir kılavuz paraşütü serbest bırakmalıydı.
Bunun ardından, ana paraşüt açılarak kapsülün Utah Test ve Eğitim Alanı’na yumuşak bir iniş sağlaması sağlanacaktı.
PARAŞÜTLER AÇILMADI
Çarpışmaya ilişkin fotoğraflarda, (geri plandaki) helikopterleri görebilirsiniz. Helikopterler yakınlarda geziniyorlardı ve kapsülü henüz havadayken yakalamaya ve örneklerin kirlenmesini önlemek için doğruca izole bir odaya götürmeye hazır bekliyorlardı.
Ne var ki paraşütlerin ikisi de açılmadı.
Kapsamlı bir soruşturmanın ardından, hatanın, bir tükenmez kalemin metal ucu büyüklüğünde olan birkaç algılayıcıdan kaynaklandığı anlaşıldı. Algılayıcılar ters biçimde takılmışlardı.
Bu küçük cihazların, kapsülün zemine doğru düştüğü anda paraşütlerin açılmasını tetiklemesi için artan yerçekimi kuvvetini algılaması gerekiyordu.
Tahmin edilebileceği üzere, kaza ciddi bir hasara neden oldu, donanımın bir kısmı parçalandı ve taşınan değerli yükün bir kısmını kirletti.
Örnek kapsül, kalp kırıcı biçimde çakıldığı bölgeden alındıktan sonra, proje ekibi hâlâ kurtarılabilecek ve çalışılabilecek şeyleri almak üzere alana geri gitti.
Neyse ki, Genesis araştırmasının örnek kapsülü böylesine dramatik bir dönüşün ardından bile tam olarak mahvolmuş değildi. Sağlam yapıdaki toplayıcı donanımın bir kısmı kullanılabilir durumdaydı ve araştırmacılar, kapsülün içinde bulunan güneş rüzgârı örneklerini kirletmeden yüzey kısmını temizlemeyi başardılar.
Geçen üç yıl içerisinde, Genesis’in sağladığı bulgular hakkında birçok makale yayınlandı. Bu cesaret verici görev sayesinde, Güneş’in bileşimi ve yıldızımız ile Güneş Sistemi’nin iç gezegenleri arasındaki temel farklılıklar hakkında daha önce bilmediğimiz ayrıntılar öğrendik.
Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden Genesis baş araştırmacısı Don Burnett, 2011 yılında “Güneş, şu anda Güneş Sistemi’mizde bulunan maddelerin yüzde 99’undan fazlasına ev sahipliği yapıyor, bu nedenle onu daha iyi tanımak gerçekten iyi bir fikir,” diyordu. “Beklenenden daha zorlu olsa bile, bazı önemli soruları yanıtladık ve tüm başarılı görevler gibi, bundan fazlasını da ortaya koyduk.”
* Yazının aslı Science Alert sitesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)
DÜNYA FORUM
[2g 19s 47d] İspanyol Makileri, adlarını sert yapılı ve her türlü iklime dayanıklı bir Akdeniz bitki türü olan makilerden almaktaydı. Bu ismi almalarının sebebiyse, yıllar boyunca bu bitkilerle kaplı İspanya dağlarında ve kentlerinde verdikleri uzun soluklu gerilla mücadelesinin direngen ve sert niteliğiydi. Binlerce gerilla, yıllar boyunca hem İspanya hem de Fransa’daki faşist hükümetlerle mücadele ettiler; sonunda Fransız halkını faşizmden kurtarsalar da İspanya diktatörü Franco’nun gördüğü uluslararası destek ve diktatörlüğün gerçekleştirdiği katliam ve hileler, makilerin zafere ulaşmasını engelledi.
Tanrı olmayınca, koşulsuz sevgiyi insanlardan bekliyoruz. Onları tanrılaştırıyoruz ve tabii ki bizi hüsrana uğratıyorlar. Sonra aşk nefrete dönüşüyor. Bu, aşırılığıyla aşkı tahrip eden bir arzu. "Herkes sevdiği şeyi öldürüyor" diye figan ediyordu Oscar Wilde.
Evren’in oluşumuna ilişkin geliştirilen en büyük teori olan Görelilik Kuramı, ortaya çıktığı dönemde, yeni bir fizik sahasıyla birçok çelişki ve uyuşmazlık barındırıyordu. Yüzlerce bilim insanı Einstein’ın Görelilik Kuramı ve Kuantum mekaniği arasındaki pürüzleri gidererek iki teoriyi birleştirmek amacıyla onlarca yıl ter döktü. Ne var ki, Einstein tarafından tarifi yapılan evren ve atom altı parçacıkların ait olduğu evrenin fizik yasaları arasında neredeyse kapanmaz gibi görünen bir uçurum uzanıyor. Günümüzde bu konu hâlâ fizik biliminin en meşakkatli alanlarından birini oluşturmaya devam ediyor ve 1960’larda tohumlanmaya başlayan Sicim teorisi bu boşluğu doldurmaya aday olarak öne çıkıyor. Ne var ki teori hakkında neredeyse 40 yıldır süren ateşli tartışmalar bitecek gibi değil.
Özellikle Uzak Doğu ve Avrupa mitolojisinde binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan ejderhalar, son dönemde sinema ve televizyon ekranlarındaki popüler imgeleriyle modern çağa güçlü bir dönüş yaptı. Bu gizemli ve kadim yaratıklar, önce Tolkien’in dünyaca tanınmış eserlerinden uyarlanan Yüzüklerin Efendisi serisi ve ardından Taht Oyunları (Game Of Thrones) dizisiyle izleyicileri kendilerine hayran bıraktılar. Taht Oyunları dizisinin yeni sezonunda da ejderhalarla ilgili girift hikâyeler ve görkemli sahneler izleyiciyi ekrana bağlayacak gibi görünüyor.
Auschwitz toplama kampının kapılarını açan kalpaklı Kızıl Ordu askerlerinin boynuna sarılan tutsakların fotoğraflarına göz gezdirmek, gerçeği görmeye yardımcı olabilir. Şöyle diyor kampa ilk girenlerden kumandan Vasili Gromadski: “Kapıda bir kilit vardı. Burasının ana giriş olup olmadığını bilmiyordum. Bir adamıma kilidi kırması emrini verdim. İçeride kimse görülmüyordu. Bir 200 metre daha yürüdük ve çizgili gömleklerle yaklaşık 300 tutsağın bize doğru koştuğunu gördük."
Bütün filozoflar ve düşünürler, aktivistler ve siyasetçiler başarısızlığa uğrarken, İnsanlığın Sosyal Kütlesi, bizi doğru istikamete sokan bir bilgeliğe, bir gerçeklik algısına sahip olduğunu kanıtlıyor. Ya da daha basitçesi – sıradan vatandaşın uygun aklı ve onun durdurulamayan ahlakî eylem zorunluluğu. Bunları takip etmemiz halinde, siyasetçilere ve siyasete daha fazla ihtiyacımız kalmayacaktır. Bugün Gilets Jaunes [Sarı Yelekliler]’in bize öğretmekte olduğu ders budur!
Avustralya kıtasının kuzeyinden başlayıp doğu kıyısı boyunca güneye uzanan Büyük Bariyer Resifi, okyanusların Amazonlarını temsil eden devasa bir yaşam alanı. Barındırdığı binlerce türle dünyadaki yaşamı destekleyen alan, 2016 ve 2017 yıllarında yaşanan ağarma olayları neticesinde canlılığının yarıya yakın kısmını kaybetti. İklim değişikliğinin yol açtığı tahribat, deniz yaşamını olduğu gibi, bu bölgedeki doğal kaynaklara bağlı yaşayan yarım milyar insanın hayatını da tehdit ediyor.
Eugen Leviné, önce Rusya'da sonra Almanya'da devrimcilik yapmış bir komünist, Alman Devrimi'nin başarısızlığından sonra kısa ömürlü Bavyara Sovyet Cumhuriyeti'nin başına geçmiş bir Yahudi ve tutkulu bir aşık. Ama Leviné, tüm bunlardan belki daha önemlisi, kaybedilen bir devrimin ertesinde dahi umudu büyütebilen bir devrimci.
Siyonizm karşıtı Yahudiler, siyonizmin kendisi kadar eski ve Yahudi cemaatleri arasında İkinci Dünya Savaşı’na kadar yaygın biçimde destek de gördüler. Yahudi cemaati tek bir birleşmiş bir grup değil ve siyonizme ilişkin yaklaşımlar hem Yahudi grupları arasında hem de grupların kendi içlerinde farklılıklar gösteriyor. Başlıca görüş ayrılıklarından biri, laik Yahudiler ile dini Yahudiler arasındaki...
Nikaragualıların 'La Chinita', yani 'Küçük Çinli' olarak andığı Arlen Siu, ülkedeki devrimin sembol isimlerinden. Yirmi yıllık yaşamında hem marksist-feminist düşünceyi hem sanatı hem de devrimciliği sığdıran Siu'nun ismi ülkede Ulusal Sandinist Kurtuluş Cephesi'nin (FSLN) kimi lider kadrolarından dahi daha çok işitiliyor.
İngiltere'de Başbakan Theresa May'in Brexit oylamasını kaybetmesiyle, şu âna dek bu konuda sesi pek duyulmayan İşçi Partisi için bir fırsat doğdu. İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn'in duyguları ve fikirleri değiştirebileceği an tam da budur.
Macaristan Başbakanı Victor Orban tarafından geçtiğimiz haftalarda yapılan bir açıklama, Hunların kökenleri hakkındaki tartışmaları yeniden gündeme taşıdı. Binlerce yıllık kayıtlarda bahsedilen ve birçok coğrafyada yönetimler kuran Hun halkları, Türklerden Tatar ve Bulgarlara dek yüzlerce farklı savaşçı kabileyi bayrağı altında toplayarak, tarihin en büyük devletlerinden birkaçını kurmuştu. Son büyük İmparatorları Attila’nın ölümünden sonra dağılan kabileler, farklı bölgelerde birkaç yüzyıl daha varlıklarını sürdürmeyi başarsa da neticede dağılıp gittiler.