Son Ortadoğu Projesi: Yeni bardaklarla sunulan eski şarap

Uzun bir aradan sonra “Ortadoğu Projesi” kafasını pencereden bir kez daha çıkartıyor. Özü itibarıyla doksanlardaki süreç yeniden yaşanıyor.

Google Haberlere Abone ol

Muhammed Abdüşşefi İsa*

Çeyrek asır ya da biraz daha fazla süren kış uykusunun ardından “Ortadoğu Projesi” kafasını pencereden bir kez daha çıkartıyor. Ancak bu kez yeni bir elbiseyle. 1991 yılında “Kuveyt’i Özgürleştirme Operasyonu” adı verilen “İkinci Körfez Savaşı” günlerinde olanları hatırlıyor musunuz? Zamanında Amerikan Başkanı Baba George Bush, Arap ordularının savaşa katılması ve silahlandırılması için çalışmalarda bulunmuş, “bağlantı” terimini kullanmıştı. Yani savaşa, “Arap Birliği” şemsiyesi altında birlikte girmekle “Arap-İsrail çatışması”na son verecek bir uzlaşmayı birbirine bağlamak.

Baba Bush’un iki yönde siyasi bir çaba ortaya koyması ve propaganda faaliyetinde bulunması gerekiyordu:

a. İkinci Dünya Savaşını izleyen çeyrek asırlık süreçte ABD ile Sovyetler Birliği arasında Soğuk savaş dönemindeki “Çift Kutupluluk” yerine yeni bir sistemin açılması.

b. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına yanıt olarak “Yeni Dünya Düzeni”ne çağrı, ayrıca Kuveyt’in kurtarılması operasyonunun dağılmasının ardından Araplarla İsrail arasında uzlaşma görüşmelerine başlanması.

Fiili olarak 1991 yılının sonunda, iki çizgiye uygun bir şekilde sona eren “Uluslararası Madrid Konferansı” düzenlendi. Birincisi, Arap ülkeleriyle İsrail arasında çok taraflı ilişkiler, ikincisi ise İsrail ile ilgili her bir Arap ülkesi arasında ikili ilişki. Bu ülkeler ise Mısır, Filistin, Ürdün, Lübnan ve Suriye’ydi. Çok taraflı ilişkiler ikili ilişkilerin önüne geçti. “Ekonomi zirvesi Konferansı” aracılığıyla “Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Ekonomik İşbirliği” olarak adlandırılan şeye ilişkin konferanslar düzenlendi. İlk konferans 1994 yılında Darul Beyza’da, ikincisiyse 1995’te Amman’da düzenlendi. Üçüncüsü ise 1996 yılının Ekim ayında Kahire’de düzenlendi.

BATININ HEDEFİ DEĞİŞMEDİ

Araplarla İsrail arasında “ Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi (MENA” olarak isimlendirilen ekonomik işbirliğine güçlü bir fikri hareket eşlik etmişti. Bu hareket içerisinde öncü kesim halkın teveccühüne nail olan aydınlardı. İçlerinden bir bölümü, İsrail’in “MENA”nın jelatinimsi bedenine entegre olmasının özellikle Arap kimliğinin sulandırılması ve İsrail’in Arap halklarının büyük yapısı içerisinde eritilmesinin tehlikelerine dikkat çekmişti. 1994-2004 arasındaki süreçte bu fikrî savaş devam etti. ABD’nin önderliğindeki Batı’nın Türkiye’yi ve belki de “Rejim değişikliği”nden sonra İran’ı da dahil etme isteği bunun fitilini tutuşturdu. Bazen “BOP” adını kullanarak İran’ın, oluşturmaya çalışmakla suçlandığı İslamabad’dan Kazablanka’ya kadar uzanan yayı da bu kuşağın içine almak istediler. Bazen de buna Endonezya ve Güney Batı Asya’ya kadar olan bölgeyi kapsayacak şekilde “Genişletilmiş” Ortadoğu dediler. Ama herhalükarda Batı’nın hedefi hiç değişmedi: İsrail’i kendisinden daha geniş bir yapıya entegre etmek, belki de İsrail’in entegre edilmesi istenen yapı “Ortadoğu Pazarı”ydı, amaç merkezi bir rolün yerine getirilmesiydi. Sonunda Filistin dosyasının ilanihaye kapatılmasıydı.

1993'TEN SONRA TEKRAR YAHUDİ DEVLETİ DAYATILDI

Belki de “İkinci Filistin İntifadası”nın darbelerinin ve yine özellikle 1993 yılındaki Oslo Anlaşması’ndan ve İsrail Başbakanı İzak Rabin’in öldürülmesinden sonra İsrail siyasetinin yapısındaki köklü değişimin de etkisiyle Ortadoğu Projelerine yapılan çağrılar dişe dokunur bir etki yaratmadı. Bu sürecin ardından “Entegrasyon” ve İsrail tarafından sürekli reddedilen “İki Devletli Çözüm” seçeneği karşısında tedrici olarak “Yahudi Devleti”nin dayatılması gündeme getirildi.

2004- 2010 arası dönemdeyse Pazar ve Ortadoğu adına pazarlanan melez ideolojilerin silahları sustu, ardından Yeşil Tunus’ta, Kahire ve Sana’daki Tahrir Meydanları’nda “Devrim”ler ile Libya’da kanla gerçekleşmiş ve kan rengine boyanmış “Bahar” devrimleri meydana geldi. Bunlara “Araplığın atan kalbi”nde “doğan şafak” dendi. Bütün bu devrimler aydınların parlak sözleriyle kuru gürültülerin birbirine karıştığı silahsız dönemi sona erdirmek içindi. Bu süreçle birlikte Araplarla İsrail arasındaki ekonomik işbirliği dönemi de sona erdi. Bu durum yedi yıl devam etti. Bu kez kulakları çınlatan yeni bir ses duyulmaya başlandı. Bu ses, İsrail’le bazı Araplar arasında enerji ve doğal gaz konusunda ekonomik işbirliğini savunan sesti. Ancak bu kez herhangi bir ideoloji ya da Filistinlilerin talepleri ile gaz mübadelesi arasında siyasi bir bağ kurulmuyordu.

1991 yılındaki “Madrid Konferansı”ndan Ortadoğu ve Güney Akdeniz sahili Projeleri çerçevesindeki “Uluslararası Gaz ve Bölgesel Lojistik Merkezi” inşasının müjdelendiği 2018 yılına kadar ne yaşandı? Araplarla İsrail arasındaki ekonomik ilişkilere dair stratejik tasavvurun geliştiği süreçler nelerdir? Son 30 yılda bu süreç nasıl gelişti? İşte üzerinde durulması gereken mesele, temel yönelimlerin yeniden inşası ve “düşük yoğunluklu” Ortadoğu Pazarı: Güney Akdeniz sahili ve Ortadoğu’daki entegre bir bölgeden oluşan ancak Ortadoğu Projelerinin eski anlamlarıyla ilişkisi olmadan kurgulanmış bir Pazar. Bununla ilişkili bir soru: Ortadoğu bölgesinin tamamını içine almadan böylesine canla başla bir pazar nasıl kurulmaya çalışılıyor? Siyonistlerin bölgeye entegrasyonunun gerçekleştiği bir Ortadoğu Projesi seçeneğiyle sıkı sıkıya irtibatlı bir pazar, ancak Araplarla İsrail arasında ekonomik ilişkiler konusunda geçmiş “romantik” siyasi mirasla herhangi bir bağı nasıl olmayacak?

Özü itibarıyla bu süreç, doksanlı yıllardaki sürecin aynısı. O dönemde de bunun özellikle de İsrail kamuoyunun yönelimlerinin göstergeleri ışığında bakıldığında çok da ihtimal dışı görülmeyen bir seçenek olduğunu söylemiştik. Bu sürecin gerçekleşmesinin karşısında birçok zorluk bulunuyor. O dönemde herhangi bir şekilde kazançların karşılıklı mübadelesine dayanmadan Arap coğrafyasında mümkün olan en geniş bölgeyi kapsayan kaynaklar üzerinde tekelci egemenliğini kurmaya çalışan “Büyük İsrail” seçeneğine ABD ve Batı’nın karşı çıkması ve bu ikisinin “Ortadoğu’ya Entegre olmuş bir İsrail” seçeneğine ilişkin geçici tercihleri bunlardan biri. Nitekim Şimon Perez “Yeni Ortadoğu” adlı kitabında bunları yazmıştı. Bugün geçmişteki Ortadoğu projelerinden farklı olarak bir şekilde “Büyük İsrail”e dönüş çabasını görüyoruz. Elini üzerine koyduğu herşeyi yutan, Batılıların “Arap Baharı” tasavvurunu özellikle Suriye’de başarısızlığa uğratmasına paralel olarak Filistin, Arap ve İslam dünyasındaki direnişçi güçlerinin baskılarının da etkisiyle daha fazla işgale iltifat etmeyen bir tarz.

Bunun karşısında “Büyük olmayan” İsrail, Trump yönetiminde de görüldüğü gibi daha ırkçı bir yöne ve Amerikan siyasal sisteminde daha fazla siyonistleşmeye yöneliyor. Amaç, sözde iki devletli çözüm ile nihai çözümün aynı anda gerçekleşmesinin önüne geçmek ve İsrail’in Yahudi devleti olmasını sağlamak. En önemlisi bazı Arap ülkelerinin ve çevrede Arap olmayan ülkelerin gaz satışından elde ettikleri gelirlerine hiçbir bedel ödemeden konmak.

Bu modele, Arap ülkelerinin resmi temsilcileriyle özel sektörden gayrı resmi temsilcilerin katıldığı ekonomik mübadeleye dayalı özel bir “Ortadoğu Projesi” olarak bakmak mümkün. Bu Ortadoğu Projesi’nde İsrail, bir yönüyle ekonomik entegrasyonu yaşarken İsrail’in Filistin meselesine ilişkin gerçekleştirdiği (işgal ve ihlallerden -çev.) herhangi bir geri adımı içermemesi itibarıyla da bölgeye ait değildir. Meselenin özeti, çok yüksek bir “kesinlikten uzaklık” içeren bu melez formülün belirsiz bir uluslararası ve bölgesel ortamda başarılı olup olamayacağıdır.

*Kahire Ulusal Planlama Enstitüsü’nde Öğretim üyesi

Yazının aslı al-akhbar sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviri: İslam Özkan)