Demokrasiyi savunmak Trump’a kaldıysa başımız belada

Bu nefret abidesi adam, sadece NAFTA ticaret anlaşmasının bir bitiş tarihi olmasını savunmuyor. Trump, liberal demokrasideki yozlaşmayı da gözler önüne seriyor.

Google Haberlere Abone ol

George Monbiot *

O, neredeyse her şeyi yanlış yapıyor. Ancak, Donald Trump geçtiğimiz hafta doğru bir şey yaptı. Zengin dünyanın diğer liderlerinin kapıldığı dehşete rağmen, demokrasiyi küçümseyenlere karşı demokrasiyi savundu. Muhtemelen tahmin edileceği üzere, kendisi, demokrasi konusunda tüm dünyada ayıplanıyordu.

Onun suçu, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) bir “bitiş tarihi” maddesi içermesi gerektiğine dair ısrarıydı. Farklı bir deyişle, süresiz biçimde geçerli olmamalı, beş yıl sonra bitmeli ve üyelerinin bunu yeniden görüşmesine veya terk etmesine olanak sağlamalı. Dünya medyasının tüm feryatlarına rağmen ısrarcılığı, anlaşmayı yenileme çabalarına büyük zarar verdi.

1791’de yayınladığı “İnsan Hakları” bildirisinde Thomas Paine, “Her yaş ve neslin, her durumda, kendisinden önce gelen çağlar ve nesiller gibi dilediğince hareket etme özgürlüğüne sahip olması gerekir. Mezarın ötesinden yönetme kibri ve cüreti, tüm tiranlıkların en saçma ve küstah arzusudur,” diyor. Bu (görüş), -pratikte değilse bile, teoride- temel bir demokratik ilke olarak geniş ölçüde kabul görür.

NAFTA, HALKIN ONAYI ALINMADAN İMZALANDI

ABD, Kanada ve Meksika halkı, 1994’te NAFTA’ya açık biçimde onay vermiş olsaydı bile, bir anlaşmanın Kuzey Amerika’daki herkesi sürekli olarak bağlaması düşüncesi dayanılmaz olurdu. Kanada ve Meksika hükümetlerince savunulan fikir, anlaşmanın biraz değişiklik yapılmış bir biçiminin artık gelecekteki tüm hükümetleri bağlaması gerektiğini ifade ediyor.

Buna karşın, Kuzey Amerika halkı NAFTA’ya açık biçimde onay vermedi. (Hükümetler) anlaşmanın oylamaya sunulmasını asla istemediler ve iki partinin verdiği destek (Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti), muhalif sesler için çok dar bir alan kalmasına yol açtı. Her üç halktaki büyük taban direnişi görmezden gelindi veya itibarsızlaştırıldı. Anlaşma politik ve ticari seçkinler arasında sabitlendi ve ona bir ölümsüzlük bahşedildi.

Anlaşmayı güncellemeyi hedefleyen üç ülkede de yönetimler halkın özgür iradesini engelleme yolunda yoğun çaba gösteriyor. Ortaya koydukları niyet, işi temmuz ayında Meksika’da gerçekleşecek başkanlık seçimlerinden önce bitirmek yönünde. En şanslı görülen aday olarak Andrés Lopez Obrador, NAFTA’ya düşmanlığını zaten dile getirmişti; bu nedenle, halkın oy kullanmasından önce anlaşmanın imzalanması gerekiyor. (İronik biçimde) neden çok sayıda insanın demokrasiye olan inancını kaybettiğini de merak ediyor olabilirler.

TÜM YETKİ ŞİRKETLERE DEVREDİLDİ

NAFTA, neden tüm ticaret anlaşmalarının neden bir “son kullanma tarihi” maddesi içermesi gerektiğini ortaya koyan kusursuz bir örnek teşkil ediyor. 1990’lı yılların başında müzakerecilere makul görünen kararlar, günümüzde fosil yakıt şirketleri ve doymak bilmeyen avukatlar dışında, hiç kimse için bir anlam taşımıyor. Bunun en bariz örneği, yatırımcı-devlet anlaşmazlıklarının çözümü hakkındaki kuralların yorumlanma yoludur. Söz konusu maddeler (anlaşmanın 11. maddesi), devletlerin, yabancı şirketlerin malvarlıklarını haksız biçimde el koymasını  engellemeyi amaçlıyordu. Fakat, saldırgan avukatların demokrasiyi geçersiz kılmak amacıyla her zamankinden daha kazançlı bir yol bulduğu yeni bir sektör yarattı.

Kurallar, şirket avukatlarına şeffaf olmayan heyetler kurma olanağı, kapalı kapılar ardında toplanma hakkı ve üye devletlerin mahkemeleri ve parlamentoları üzerinde yüksek bir otorite sağlıyor. BuzzFeed (bir haber blog-sitesi)tarafından yapılmış olan bir araştırma, avukatların suç davalarını durdurmak için kullanıldıklarını, hüküm giymiş dolandırıcıların cezalarını tersine çevirdiklerini, şirketlerin yağmur ormanlarını talan etmesine ve köyleri zehirlemesine olanak sağladıklarını ve yabancı işletmeleri yasaların üzerine yerleştirerek, hükümetleri kamusal korumadan vazgeçmeye zorladıklarını ortaya koydu.

ZEHİRLİ HÜKÜMLER

NAFTA anlaşması altında, bu hükümler hem mecazi hem de gerçek anlamda zehirli bir hale geldi. Kanada, potansiyel açıdan tehlikeli bir nörotoksin (beyin hücrelerinde yıkıma yol açan zararlı bir madde) olan ve MMT adı verilen bir yakıt katkı maddesini yasaklamaya çalıştığında, ABD’li üretici şirket hükümeti dava etmek amacıyla NAFTA anlaşmasını kullandı. Kanada’nın yasağı kaldırmasına ve şirkete tazminat olarak 13 milyon dolar ödemesine hükmedildi. Meksikalı yetkililerin, bir ABD firmasının tehlikeli atık tesisi inşa etme talebini reddetmesinin ardından, firma bir NAFTA toplantısından önce dava açtı ve tazminat olarak 16.7 milyon Dolar kazandı. Bir diğer ABD firması olan Lone Pine Resources, Kanada’yı 119 milyon Dolar tazminat talebiyle dava ediyor; zira, Quebec hükümeti St. Lawrence Nehri’nin altında (kaya gazı çıkarmak amacıyla) hidrolik kaya çatlatma faaliyetini yasakladı.

ABD Adalet Bakanlığı, 1990’lı yıllarda bu kuralların yaratacağı etkileri fark ettiğinde telaşa kapılmaya başladı: Bir yetkili, “adalet sistemimizin altını ciddi biçimde oyabileceğini” ve yabancı şirketlere “Amerikalıların sahip olduğu haklardan daha fazla hak” tanıdığını yazdı. Bir diğer yetkiliyse şunu söyledi: “NAFTA düzenlemesi yasalaştığında hiç kimse bunu düşünmemişti.”

İklimin çöküşü hakkında da düşünmediler. NAFTA, yalnızca Kanada petrolünün büyük kısmını ve doğal gazının yarısını ABD’ye ihraç etmesini değil, aynı zamanda katran kumlarından ve kırılan kayalardan üretilen yakıtların oranının değişmemesini de zorunlu kılıyor. Netice itibariyle Kanada hükümeti, aynı anda hem iklim değişikliğine dair Paris Anlaşması hem de NAFTA kapsamındaki taahhütlerini yerine getiremez. Paris taahhütleri gönüllü olsa da NAFTA taahhütleri zorunludur.

Müzakerecilerin öngördüğü şey bu türden felaketler miydi? Şayet böyleyse, bu ticaret anlaşması, halka karşı kurulan bir komploydu. Aksi halde, -kanıtların güçlü biçimde gösterdiği üzere- beklenmedik sonuçlar, (anlaşmaya) bir “bitiş tarihi” maddesi eklemeyi gerektiren güçlü bir delildir. ABD’nin talep ettiği güncelleme, gelecekteki hükümetlerin tersine çevirmek isteyebilecekleri felaketler karşısında da bir çözüm yoluydu. Ancak bu, bir terk etme tehdidi olmaksızın zor ve hatta imkânsız.

Ticaret anlaşmalarının sonsuz olması gerektiğini savunanlar, ticaret açısından istikrar sağladığını iddia ediyorlar. Ticari istikrarla demokratik özgürlükler arasında bir mücadele olduğu doğru. Bu anlaşmazlık her seferinde ticaret lehine çözülüyor. Hâl böyleyken, halk egemenliğinin biricik savunucusu ve 21. yüz yılın liberal demokrasisinin yozlaşmış durumunu ortaya koyan kişi, nefret abidesi bir demagog oldu.

Bu hafta, diğer G7 liderleri tarafından etrafı sarılan Trump’ın fotoğrafı büyük sevinç yarattı. Fakat bu fotoğrafı gördüğümde şöyle düşündüm: “Sizin gibi insanlarca atılan dikişler, onun gibi insanlar yaratıyor.” G7, IMF ve Avrupa Merkez Bankası gibi forumlarda, uzaktaki seçkinlerin çevirdiği entrikalar ve halk desteğine sahip olmayan ve şeffaflıktan uzak müzakereler hem güveni hem de demokratik işleyişi yok eder ve demagogların sömürdüğü hayâl kırıklıklarını körükler.

Trump, Trans-Pasifik Ortaklığı’nı tıkamak hususunda haklıydı. NAFTA için bir bitiş tarihi maddesi talep etme hakkına sahip. Bu sahtekâr, yalancı ve kendinden başkasıyla ilgilenmeyen adam, diğer liderlerden daha fazla halkın desteğini alan bir yaklaşım ortaya koyduğunda, anlamalısınız ki demokrasinin başı ciddi biçimde beladadır.

(*) Yazının aslı The Guardian‘da yayınlanmıştır.  (Çeviren: Tarkan Tufan)

Etiketler Trump demokrasi