Küresel kapitalizm demokrasiyi geliştirmedi, ezdi

Haberlerde geçen hafta öne çıkan iki konu –Avrupa’da neo-faşist ultra-milliyetçiliğin yükselişi ve ABD’nin Çin’le giriştiği ticaret savaşı- birbiriyle ilgisiz görünüyor. Ancak, gerçekte ortak bir kökene dayanıyorlar.

Google Haberlere Abone ol

Robert Kuttner*

Dünya gündemi haberlerinde geçen hafta birbiriyle alakasız gibi görünen iki konu vardı. Biri Avrupa’da neo-faşist ultra-milliyetçiliğin yükselişi, diğeri de ABD’nin Çin’le giriştiği ticaret savaşıydı. Birbiriyle ilgisiz görünüyor. Bu iki felaket –ikisi de felakettir- serbest piyasacı küresel kapitalizmin zorlamasıyla bir şekilde liberal demokrasinin cazibesinin artacağına dair safça bir inancın yan ürünleridir.

Berlin Duvarı’nın yıkıldığı ve komünizmin düştüğü 1989 yılındaki umut şuydu: Daha özgür pazarlar ve her zamankinden daha güçlü demokratik kurumlar artık çok yakındaydı. Aynı zamanda, 2001 yılında Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne katılmasına onay verildiğinde de kendine özgü şartlarıyla bir umut oldu. Çin, yönetimde daha az totaliter ve ekonomide daha az devletçi olacaktı. Tom Friedman eksiksiz biçimde “Çin’de özgür bir basın olacak. Küreselleşme ona yön verecek,” demişti.

Ne var ki hayaller gerçeğe dönüşmedi. Batı Avrupa ve ABD’de bulunan siyasal ve finansal seçkinlerin aşırı düzeydeki küresel kapitalizmi benimseyişleri ne denli artarsa, halkın desteğini de aynı oranda yitiriyorlar. Çin, dünya pazarlarına daha fazla katılmış olmasına karşın, tek parti diktatörlüğü ve devlet hamiliğindeki merkantilizm** iki katına çıktı.

HAYAT STANDARTLARI DÜŞTÜ, ZENGİNLER DAHA ZENGİN OLDU

Bu süper-küresel dönemde, Batı’daki çalışan kesimin çoğu açısından hayat standartları durgunlaştı ve en çok kazanan kişiler zirveye çıktı. Kurucu politikacıların, yeterince beceri sahip olmamaları nedeniyle insanları suçlamak dışında çok az açıklaması vardır. İnsanlar yalnızca işlerini değil, saygınlıklarını da yitirdi. Kaybedenler, oy verenler hariç, arkada bırakıldı. Yaşanan boşluğu, Donald Trump ve Avrupa’nın genelinde, onun gibi aşırı milliyetçi olan figürler doldurdu.

Mülteci seli (yaşanan) toplumsal hasarları bulanıklaştırdı; ancak gerçek neden ekonomikti. Ekonomilerin geniş bir kesime refah sunduğu 1950’ler ve 1960’larda, milliyetçi sağ pek de çekici görünmüyordu.

Demokrasiyi açık açık aşağılayan neo-faşistlerin Polonya, Türkiye ve Macaristan gibi zayıf bir demokrasi geçmişe sahip olan ülkelerde büyük bir halk desteği bulmaları yeterince kötü. Ancak şimdiye dek sağ partiler, Batı Avrupa genelinde ikinci veya üçüncü büyük parti pozisyonundalar. Almanya’daki neo-faşist AfD şu anda parlamentonun en büyük muhalefet partisi durumunda.

Bu hareketler bir hiçlikten ortaya çıkmadı. Tersine, geçmişte kapitalizmi düzenleyen ve geniş bir kesime paylaşılan fırsat ve refah ortamı sunan bir toplumsal sözleşmenin çöküşü karşısında bir tepkiydi.

Küresel şirketler ve onların siyasi müttefikleri, gerçekten deregülasyon (serbestleştirme/düzensizleştirme) sözleşmeleri olan “ticaret” anlaşmaları tasarladıkça, aşırı-küreselleşme bir yıkım aracı haline geldi. Bunun amacı, ulusal hükümetlerin kapitalizmi evcilleştirmelerini  zorlaştırmaktı. Tepki açığa çıktığında yalnızca küreselciliğe karşı değil, aynı zamanda demokrasinin kendisine de karşıydı; zira bu anlaşmalar, tüm siyasal sınıflardan halkların güvenini yok etti.

GEÇMİŞİ TEKRAR GÖZDEN GEÇİRMEK GEREKİYOR

Geçmişin güçlü demokrasileri, geniş bir halk kesimi yararına kapitalizmi ateşlemişti. Şimdiyse kapitalizm demokrasiyi boğar hale geldi. Sıradan insanların aşırı sağa yönelmesiyle de demokrasi, ikinci darbeyi yedi.

Kitabımda da sorduğum Demokrasi küresel kapitalizm karşısında ayakta kalabilir mi sorusu cevabım: Demokrasi kaba,  hoyrat kapitalizmi terbiye etmek için harekete geçirilebliirse Evet, hayattta kalabilir. bir kez daha, köken kapitalizmi ateşlemek için harekete geçirilse, demokrasi hayatta kalabilirdi. Fakat şu anki anlayışla devam edersek, ‘ahbap-çavuş kapitalizmi’ otokrasiyle olan ittifakını ilerletecek, sıradan insanlar siyasal merkeze duyduğu inancı kaybetmeye devam edecek ve milliyetçi sağcı popülizm kazanmayı sürdürecek.

Çin’in yükselişi ve ABD karşısında uzun zamandır ertelenen çatışma, gümrük tarifesi zamları üzerinde bir tavuk-oyunuyla*** başlıyor ve bu da, küreselleşmeyle dair aynı naif inancın sonucu.

1980’ler ve 1990’lardan beri, Çin’in ne türden bir oyun oynadığı oldukça belliydi. Pekin’in devlet kapitalizmi ithalata engeldi ve yalnızca Çin’e uygun koşullara sahip Batılı şirketlere izin verildi. Bu esnada, dünyayı sübvansiyonlu ihraç ürün akınına maruz bıraktı.

ABD yönetimi, Obama hükümeti gibi geç bir dönemde bile, açıkça görünen bu gerçeği görmeyi reddetti. Gayet acınası bir duruma düşen ve artık işlevsiz hale gelen Trans-Pasifik Ortaklığı, Çin’in ekonomik sistemini açık pazarlara yönelik bir saldırı gibi görmekten ziyade, diğer ülkelerle anlaşmalar yapma amaçlı bir çaba oldu.

Trump, oyun planını gecikmiş olsa da değiştirdi; ancak oldukça kaba bir şekilde. ABD ve Avrupa'nın yakın bir işbirliği halinde olduğu sağlam bir ticaret diplomasisi, Çin’i, pazarlarını daha fazla açmaya zorlayabilir. Ancak Amerika, Çin’le göze göz, dişe diş bir gümrük tarifesi savaşını kazanamaz.

KÜRESEL KAPİTALİZM ARTIK BİR HARABE

Naif küreselci fantezi, bir yıkıntının altında yatıyor. Siyasi ana akım ne kadar erken harekete geçerse, Trump ve muadili Avrupalı neo-faşistler karşısında rövanşı alma şansı o kadar büyük olur.

Aslında, birden çok küreselleşme ve milliyetçilik biçimi var. 1944 tarihli Bretton Woods Konferansı’nda kararlaştırılan ve 30 yıllık geniş refah döneminde başlatılan Keynesçi küreselleşme anlayışı, küresel özel sermayenin etkisini denetim altında tutmayı ve her halkın büyük kamusal faydası doğrultusunda piyasalardan yararlanan toplum sözleşmeleri oluşmasını amaçlamıştı.

Ulusal düzeydeki muadili, ulusal demokratik kurumlar ve geniş kesimlere ulaşan refahla gurur duyan, sağlıklı bir milliyetçilik biçimiydi. O dönemin liderleri, 1929’daki büyük çöküş ve takip eden Büyük Buhran’dan, sağlıklı işlemeyen spekülatif kapitalizmin nasıl ekonomik çöküşe, demokrasiye inancın yitimine, diktatörlüğe ve savaşa neden olduğunu gayet iyi biliyordu. Bu tarihin bir daha asla tekrarlamaması hedeflendi. Ama yine aynı yerdeyiz.

ABD’de, mavi bir dalganın (Demokratların)  Trump ve Cumhuriyetçiler’in çöküşüne yol açmasını beklemek için sağlam bir neden var. Fakat seçilen Demokratların türü, en azından bir Demokratın seçilmiş olup olmadığı kadar önemli. Büyüyen güvensizlik ortamını ve çalışan insanların maruz kaldığı saygısızlığı göz ardı eden Wall Street Demokratlarını seçtiğimiz sürece, daha fazla Trump’ımız olacak.

Trump’ı demokratik kurumların kronik kırılganlığı konusunda suçlamak yanlış. Bir suçlu, piyasa güçlerinin ve kurumsal elitlerin toplumu, alelade insanların aleyhine bastırmasına olanak sağlıyor. Mevcut yönelimi tersine döndürebilecek yegâne şey, son birkaç on yılı karakterize eden ham kapitalizmin yeniden dirilişiyle aynı oranda güç kazanacak olan demokrasinin yeniden canlanmasıdır.

*Robert Kuttner, The American Prospect’in ortak editörü ve Brandeis Üniversitesi’ne bağlı Heller School’da profesördür.

**Merkantilizm: Devletin zenginliğini, ülkeye giren madenlerle ilişkilendiren ekonomik anlayış. Batı Avrupa’da 15. yüz yıldan 18. yüz yıla kadar yaygındı ve bir ülkenin gücünü ve itibarını altın ve gümüşün miktarına göre ölçüyordu.

***Tavuk oyunu: Oyunun temel ilkesi, bir oyuncunun kazanması durumunda her iki oyuncunun yararına olsa da, diğer oyuncunun yaptığı en iyi seçimin, rakibinin ne yaptığına bağlı olmasıdır: Şayet rakibi kendisine bağışta bulunursa, oyuncu bunu yapamaz, ancak rakibi bir şey vermezse, oyuncunun vermesi gerekir.

Yazının aslı Huffington Post'ta yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)