Irkçılığı nasıl önleriz?

Bazı araştırma sonuçlarını yanlış yorumlayıp ırkçılığın doğuştan geldiğini iddia edenlerin aksine, bebeklerde böyle bir eğilim yok. Peki ırkçılığı nasıl önleriz?

Google Haberlere Abone ol

Nathalia Gjersoe*

Irk temelli çatışmalar ve önyargılar son derece yaygın. İnsanlar arasında bu davranışın bir türlü azalmaması şu soruyu da beraberinde getiriyor: Böyle olmaya, bizden farklı olandan hoşlanmamaya doğuştan mı meyilliyiz? Bunu açığa çıkarmanın bir yolu da, bebekler ve küçük çocuklar üstünde kimi deneyler yapmak oldu.

Bebekler, en sık gördükleri kişilere görsel olarak daha çok benzeyen kişiler ile daha az tanıdık olanları birbirinden ayırabiliyor.

Bazı araştırmalar, birçok bebeğin hayatlarının ilk yılında kendilerine benzeyen insanlara yönelik bir yanlılık/meyil (bias) geliştirdiğini iddia ediyor. Yeni doğanlar tüm yüzleri aynı şekilde tanıyabiliyor ve kendi ırklarından olan yüzü tercih etmek gibi bir eğilim göstermiyor. Ancak bir çalışma, 3 aylık bebeklerin kendi ırklarından olanların resimlerine bakmayı tercih etmeye başladıklarını ve 9 aylık olunca da kendi ırklarından olanların yüzlerini daha iyi tanıdıkları sonucuna ulaştı. Dil için de benzer bir eğilim gözlemlemek mümkün. Bir başka çalışmaya göreyse, 6-9 ay arasındaki bebekler (daha gençken olmamak üzere) ana dillerini konuşan insanlara yakınlık besliyor.

ÇEVRE ETKİSİ

Bu gibi önyargılar dünyanın her yerindeki bebeklerde gözleniyor ve bu durum çevrelerinde gördüklerinin bir yansıması. Bebeklerin yüzde 90’ı, ebeveynlerin aynı ırka mensup olduğu hanelerde dünyaya geliyor. Dolayısıyla, kendi ırklarına ait yüzlere ve dillere diğer ırklara kıyasla çok daha yoğun biçimde aşina oluyorlar. Bu sınırlı gruptaki insanlardan gelen bilgi akışına ne tepki vereceklerine odaklanan bebekler, sınırlı zihinsel kapasitelerini daha verimli kullanmış oluyorlar.

Bu ayrım psikolojide “iç grup” ve “dış grup” olarak adlandırılıyor. İlki, kendimizi psikolojik olarak ait hissettiğimiz -örneğin cinsiyet, ırk ya da futbol takımı gibi- bir grup. Diğeriyse, dışarıda kalanların tamamıdır.

BEBEKLER IRKÇI DEĞİL

2007 yılında gerçekleştirilen bir çalışma 6 ilâ 9 ay arasındaki Çinli, Kanadalı, İngiliz, Amerikalı ve Fransız bebeklerin neşeli müzikleri kendi ırklarıyla, hüzünlü müzikleriyse farklı ırklarla özdeşleştirdiklerini ortaya koydu. Araştırma, aynı zamanda bebeklerin diğer ırklara kıyasla kendi ırklarına mensup kişilerden bir şeyler öğrenmeyi yeğlediklerini gösteriyordu.

Fakat bu bariz önyargılar, aslında aşinalık ile ilgili. Bu aşinalığın sonucunda, bebekler kendi ırklarını mutlu ifadeler ve öğrenme tecrübeleriyle özdeşleştiriyor. Ayrıca 'yabancı kaygısı'nın bu yaş grubunda yüksek olduğu biliniyor. Dokuz aylık bir bebeğin kalp ritmi yabancı biriyle tanıştığında hızlanırken, beş aylık bir bebekte bu görülmüyor. Ve aşina olunmayan yüzler dokuz aylıklarda bu kaygının artmasına neden oluyor.

Bu, bazen yanlış şekilde “ırkçılık” ile ilişkilendiriliyor. Ancak aslında gösterdiği tek şey, küçük bebeklerin görsel olarak bilinçli oldukları ve sosyal dünyalarını kategorilere ayırmak için bundan yararlandıkları. Bu bağlamda tanıdık olan yüzler, olumlu yaklaşımlarla özdeşleşiyor. Bu durum, ırkçılığın tanımı olan ‘farklı ırktan birine yöneltilen önyargı, ayrımcılık ve düşmanlık’ yaklaşımı ile örtüşmüyor. Bebekler diğer ırklar hakkında olumsuz düşünceler üretmiyor; hatta büyük kısmı sadece kendi ırklarından yüzleri görmeye alışkın olduğu için diğer ırklar hakkında herhangi bir düşünce geliştirmiyor.

TOPLUMSAL KALIPLARLA NASIL MÜCADELE EDİLİR?

Ancak erken yaşta edinilen bu meyiller, daha sonra geliştirilen ırksal tutumlarda belirleyici olabiliyor. Bebekler, çocuklar ve yetişkinler, grup nasıl oluşmuş olursa olsun, kendi gruplarına yönelik güçlü bir yakınlık duyuyorlar. Beş yaşındaki çocuklar, mensubu oldukları grubun daha iyi çocuklardan oluştuğunu ve grup üyelerinin hiçbir zaman hırsızlık yapmayacaklarını düşünüyor. Grubu bir araya getiren etken tişörtlerinin rengi olmuş olsa bile bu böyle.

Bu erken-dönem kendi grubunu kayırma davranışını alıp ırksal çeşitliliğe yönelik farkındalık ile birleştirdiğinizde, ortaya çocukların ırklara göre nasıl tavır belirledikleri çıkıyor. Çocukların farklı ırklar ile iletişim kurma şansları olmadığında, diğer gruplara dair sahip oldukları bilgiler ancak ailelerinden, sosyal kalıplardan ve medyadan ediniliyor. Toplumsal kalıplara dair farkındalık yaklaşık altı yaşlarında gelişmeye başlıyor.

EBEVEYNLER NE YAPMALI?

O zaman bir ebeveyn ne yapmalı? Yaygın bir anlayış, çocuklarla konuşurken “renk körü” bir yaklaşım belirlemek. Kimi çalışmalar çok kültürlü, eşitlikçi anlayışa sahip ailelerde bu yaklaşımın benimsendiğini gösteriyor. Bir çalışmaya göre, aileler çocuklarına hikâye okurken “bu küçük kız ve bu küçük oğlan çocuğu” gibi cinsiyet belirten tanımlamalar kullanıyor; ancak resimler gösterilirken nadiren ırklardan bahsediliyor. Ebeveynlerin genellikle çocuklarıyla ırk konusunu açıkça tartışmadıkları görülüyor.

Çok kültürlü müfredat girişimleri genelde umulduğu kadar başarılı olmuyor. Araştırmacılara göre “hepimiz kardeşiz” gibi mesajlar çocukların bunu ten rengi ile bağdaştırabilmeleri için fazla üstü kapalı. Küçük çocuklar açık şekilde ırksal ayrımların ve bunun sosyal yansımalarının farkında. Renk körü yaklaşım ise bunu yok sayıyor ve çocuklara bazı farklılıkların (örneğin cinsiyetin) hakkında konuşulması uygun bir konu olduğunu ancak diğer bazı farklılıkların (mesela ırkların) konuşulmasının uygun olmadığını aktarıyor. Daha etkili bir yaklaşım ise, çocuklarla ırkla ve daha önemlisi ırkçılıkla ilgili açıkça konuşmak olabilir. Bir çalışma, bunun ileride kayda değer şekilde daha az önyargı ile sonuçlandığını gösteriyor.

Benzer şekilde, farklı ırklardan insanlarla iletişim kurma şansı bulan çocuklar, farklı ırklara yönelik daha olumlu bir tutum geliştiriyor.

Bebeklerin ırk üzerinden kategorilere ayırma yaptığı biliniyor. Çocukların ise büyüdükçe olumlu ve olumsuz deneyimlerine dayanarak bunun üzerine (bilgiler ve davranışlar) eklediği tahmin ediliyor. Irkçı olmaya “doğuştan” meyilli değiliz. Irklar arasında eşitlik olumsuz önyargıları azaltacaktır; ancak ne yazık ki bu ilerleme çok yavaş ve eşitsiz bir şekilde gerçekleşiyor. Bu zaman zarfında yapılabilecek basit şeylerden biri, çocuklara farklılıklardan olumlu şekilde bahsetmek ve onları farklı kültürel deneyimlerle tanıştırmak.

*Nathalia Gjersoe, İngiltere’de bulunan Bath Üniversitesi’nde gelişim psikolojisi dalında uzman öğretim görevlisidir.

Makalenin orijinali The Conversation sitesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: İdil Karşıt)