Savaşa 'evet' diyen bir sosyalistin hikâyesi

Kerenski, bir sosyalist olarak savaşı temellendirmeye çalıştığı andan itibaren ideolojik olarak çelişkiler içinde boğulmaktadır. Bu ideolojik çelişkiler, iktidarını sürdürebilmek için haliyle daha farklı, daha somut çelişkilerin de doğmasını zorunlu kılmıştır. Başbakanlık göreviyle birlikte Kerenski, başta Bolşevikler olmak üzere savaş politikalarını desteklemeyen ve iktidarı sovyetlere taşımak isteyen devrimcilere yoğun bir saldırı başlattı. Bolşeviklerin gazetesi Pravda yasaklandı, Lenin hakkında idam kararı çıkartıldı, Petrograd sovyeti başkanı Troçki ve diğer kimi Bolşevik kadrolar cezaevine gönderildi...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Eğer söz konusu uzak bir savaş ihtimali yada uzaklarda cereyan eden bir savaşsa, solun, sosyalistlerin tutumu genel itibariyle barıştan yana olmuştur. Gel gelelim tarihte ne zaman ki savaş borazanlarının sesi yakınlaşmış, bazıları da başlamış bir bir taraf değiştirmeye! Anlatılan, I. Dünya Savaşı'nda bitkin ülkesini ısrarla savaşta tutmaya çalışan bir 'sosyalist'in hikâyesidir.

Aleksandr Kerenski, Şubat Devrimi'yle birlikte 1917 yılında Rusya'da kurulan Geçici Hükümet'in içinde bulunan Devrimci Sosyalist Parti’nin (S.R.) lideridir. İleride hükümete ve orduya liderlik dahi edecektir. Elbette zulmün çizmeyi aştığı ve Bolşeviklerin çatlamakta olan yumurtaya son fiskeyi vurduğu Ekim Devrimi'yle birlikte iktidardan düşecektir. Savaş ve barışa dair önce Kerenski'nin daha sonraysa Lenin'in düşüncelerine kulak vereceğiz. Tabii ki nedenlerine, sonuçlarına ve olaylara da eğilerek. Ama önce biraz dönemin 'ruhunu' kavramaya çalışalım.

İŞÇİLER FARKLI CEPHELERDE, SOL NEREDE?

Birinci Dünya Savaşı'na sol literatürde "Birinci Paylaşım Savaşı" denmesinin nedeni o dönem Avrupa solu içinde azınlıkta olan Lenin ve Rosa Luxemburg gibi isimlerdir. Her şeyden önce bu savaşı, getirdiği yıkım bakımından farklı kılan pek çok etken var. Modern ve gelenekselin çarpışması, endüstriyel silahların yaygın bir biçimde kullanılması... Tüm bunlar, savaşta askerden çok sivilin ölmesinde büyük pay sahibiydi. Aynı zamanda savaşın ekonomik maliyeti de neredeyse 400 milyar dolara ulaşmıştı. Kıtlık, kıyım akıl almaz boyutlardaydı.

Peki ama işçi sınıfı emperyalist güçlerin saflarında birbiriyle dövüştürülürken, böylesi korkunç ve çelişkili bir ortamda 'sol' neredeydi? İşin ilginci, solun büyük bir bölümü savaşın devamlılığını savunan hükümetlerin içine dahil olmuştu. İkinci Enternasyonal'in sonunu da bu getirmişti. Lenin dönemi şöyle anlatıyor:

"Bütün dünyanın sosyalistleri 1912'de Basel'de, Avrupa'da yaklaşmakta olan savaşı, bütün hükümetlerin canice ve gerici eylemi olarak gördüklerini ve bu savaşın kapitalizme karşı kaçınılmaz olarak bir devrim doğurarak onun devrilmesini hızlandırması gerektiğini ilan ettiler. Savaş geldi, kriz doğdu. Devrimci taktik yerine Sosyal Demokrat partilerin çoğu gerici bir taktik benimsedi, her biri kendi hükümetinin ve burjuvazisinin yanına geçti. Sosyalizme karşı bu ihanet, İkinci Enternasyonal'in (1889-1914) çökmesi anlamına gelir; bu çöküşe yol açanın ne olduğunu, sosyal şovenizmi neyin yarattığını ve ona neyin güç kazandırdığını kavramamız gerekir."

Ekim Devrimi'nde kim, kimdir?Ekim Devrimi'nde kim, kimdir?

AYNI ŞEHİRDE BAŞLAYAN İKİ HAYAT: KERENSKİ VE LENİN

Bu sözler dönemin ruhunu kabaca anlatmakta. Sosyal şovenizm mevzusuna ise Kerenski gibilerine karşı Lenin'in eleştirilerinden bahsedeceğimiz zaman geleceğiz... Aleksandr Kerenski, 1881 yılında Simbirsk'te dünyaya gelir. Bu kentin adı günümüzde Ulyanovsk'dur. Klasik bir hayat hikâyesi girişi olan 'doğduğu yer' bölümü Kerenski için hayli ilginç. Bu kent aynı zamanda Lenin'in de doğduğu şehirdir ve ailesinin soyadı olan Ulyanov, daha sonra Sovyetler Birliği'nde bu kente isim olarak verilir. İşin daha da şaşırtıcı tarafıysa Kerenski ve Ulyanov ailesinin burada arkadaşlık ilişkilerinin olması... Hatta Aleksandr Kerenski'nin babası Fyodor Kerenski, Lenin'in de öğretmenidir. Okulda Lenin'e verdiği takdir belgesine, 'mantığının çok iyi olduğu ve din de dahil olmak üzere farklı konularda hayli başarılı olduğu' notunu düşmüştür.

İşin biyografik detaylarına fazla girmemeye çalışarak konumuza dönelim. Kerenski siyasi hayatına 1905 yılında Devrimci Sosyalist Parti’de (S.R.) başlar. Bu parti o dönem devrimci köylülerin partisi olarak görülür ve sahiden de Çarlığa karşı, Bolşeviklerden farklı bir eksende de olsa, tutumları devrimcidir. Kerenski dönem dönem kendi mesleği olan avukatlık yapar. Ancak Duma'ya milletvekili seçilmesi ve burada yaptığı etkili konuşmalar popülerliğini oldukça artırır.

KERENSKİ SAHNEYE ÇIKIYOR

Rusya ve Sovyetler Birliği tarihi açısından 1917 Şubat Devrimi'nin en az Ekim Devrimi kadar önemi vardır. O dönem Rusya İtilaf Devletleri arasında belki de savaşın faturasının en ağır şekilde ödendiği ülkedir. Petrograd'ın burjuva mahallelerinde, mağazalarda hayat normal akışıyla devam ederken savaşın yıkıcı yüzü işçi mahallelerinde hissediliyordur. Savaşın hem cephede hem cephe gerisinde faturasını ödeyen işçi sınıfı, çok geçmeden 'ekmek ve barış' sloganıyla sokağa dökülür.

Askerlerin halka ateş açması ve pek çok kişinin yaşamını yitirmesi kısa süre içinde ayaklanmanın büyümesine sebep olur. Kimi askerlerin ateş emrini reddetmesi ve silahlarını emir aldıkları üstlerine doğrultmaları, beklenmedik bir şekilde Çar II. Nikolas'ın tahtını bırakması ve monarşinin yıkılmasıyla sonuçlanır. Ardından Prens Lvov liderliğinde Geçici Hükümet kurulur. Bu yeni kabinede Menşeviklerden ve SR'den pek çok sosyalist de yer alır. İlerleyen dönemde hükümete liderlik edecek olan Kerenski, kendisine sunulan Adalet Bakanlığı görevini de memnuniyetle kabul eder.

GEÇİCİ HÜKÜMET NEYDİ?

'Ekmek ve barış' talebinin doğurduğu hükümetin beklenileni veremeyeceği kısa süre içinde anlaşılır. Başta sosyalistler açısından daha rahat bir ortamın sağlandığı gözlemlense de -ki bu özellikle Bolşevikler açısından değişecektir- savaş politikalarında hiç bir geri adım olmaz. Hali hazırda cephede Rusya için şartlar gün geçtikçe kötüleşmesine rağmen hükümet savaşı, 'Amaç başka ülkelerin topraklarını ilhak değildir, devrimin kazanımlarını korumaktır' şeklinde halka sunar. 'Geçici Hükümetin Savaş Amaçları' başlıklı yazıda şu ifadelere yer verilir:

"Ulusumuzun özgürlüğünü savunan askerlerimizin en önemli ve en öncelikli görevini, herhangi bir ülkenin işgaline karşı elimizdeki mirası ve ülkemizin özgürlüğünü ne pahasına olursa olsun korumak oluşturmaktadır."

Şubat Devrimi'yle birlikte pek çok Bolşevik sürgünden döner. Lenin'in Petrograd garına geldikten sonra açıkladığı Nisan Tezleri, başta Bolşeviklerin dahi tamamı tarafından kabul edilmez. Lenin, savaş yanlısı hükümetle araya net bir çizgi çekilmesi gerektiğini ve iktidarın yerel meclisler olan sovyetlere devredilmesi gerektiğini öne sürer. Parti içinde kimileri Lenin'in bu görüşlerini haklı bulsa da hatırı sayılır bir kesim ikna olmuş değildir ve geçici hükümetin kazanımlarına odaklanmaktadır.

Nitekim tarih Lenin'i yanıltmayacaktır. Kısa bir süre sonra hükümette yer alan isimler arasında en muhafazakarlarından, dönemin Dışişleri Bakanı Pavel Milyukov tarafından İtilaf Devletleri'ne gönderilen gizli telgraf Bolşeviklerin eline ulaşır. Milyukov telgrafta savaşın 'zafer kazanılana kadar devam edeceğini' söylemekte ve İtilaf Devletleri arasında yapılan müttefikliğe dair methiyeler dizmektedir. Yani işin özü Fransız ve İngiliz devleti temsilcilerine yazılan bu telgrafta savaşın amaçları olarak sunulan gerekçelerin bir yalandan ibaret olduğu ortaya çıkar. Haliyle bu durum, ilk kabinenin halk nezdinde itibarını tamamıyla yitirmesine yol açar.

SAVAŞIN CAN SİMİDİ KERENSKİ

Savaşın devam etmesini savunan Geçici Hükümet, Milyukov'ları istifaya zorladıktan sonra krizden kurtulmak için aradığı can simidini Kerenski'de bulur. İlk kabinede Milyukov'un da partisi Kadet, kendine oldukça fazla mevki bulmuştu. Milyukov olayından sonraysa SR ve Menşevikler daha fazla bakanlık görevi üstlenir. Sağın itibarsızlaşması, doğal olarak savaştan yana olan ılımlı solcuları sahaya sürmeyi gerektirdi. Kerenski de bu yeni yönetimde Savaş Bakanlığı ve daha sonraysa Başbakanlık görevini üstlendi. Rusya'daki İngiliz temsilciler bu değişimi Londra'ya memnuniyetle aktaracaklardı...

Hitabet yeteneğine ve sosyalist geçmişinin ona kazandırdığı işçiler arasındaki popülaritesine güvenen Kerenski, soluğu Doğu Cephesi'nde aldı. Askerlere yaptığı konuşmalarda ajitatif bir dil kullanıyordu. Kerenski'nin savaşa dair genel bakışıysa, "Rusya cephesi diye bir şey yoktur; birleşik İtilaf cephesi vardır" şeklindeydi. Her ne kadar Kerneski, 'duygu yüklü' seslenişlerine devam etse de cephelerde ardı ardına alınan mağlubiyetler ve artan sefaletin gerçeği, çoktan ajitasyonla üstü kapanamayacak duruma gelmişti.

.

SAVAŞ KARŞITLARINA 'ALMAN AJANI' SUÇLAMASI

Almanya'ya karşı, Brusilov komutasındaki orduyu 'Kerenski Taaruzu' adıyla anılan bir dizi saldırıya geçirdi. Sonuç, başarısızlıktı... Ancak Kerenski suçu Brusilov'a attı ve yerine Lavr Kornilov'u atadı. Bu hareket -ve bundan sonra göreceklerimiz- Kerenski'nin siyasi karakterini harika bir şekilde gözler önüne sermektedir. Kerenski, bir sosyalist olarak savaşı temellendirmeye çalıştığı andan itibaren ideolojik olarak çelişkiler içinde boğulmaktadır. Bu ideolojik çelişkiler, iktidarını sürdürebilmek için haliyle daha farklı, daha somut çelişkilerin de doğmasını zorunlu kılmıştır. Hep parmakla gösterip suçlu ilan ettiği kişilerce iktidarını sürdürebilen Kerenski'nin her çelişkili hareketi, onu kendi sonuna adım adım yaklaştırmıştır. Kornilov'un göreve getirilmesi bunun en somut örneğidir.

Başbakanlık göreviyle birlikte Kerenski, başta Bolşevikler olmak üzere savaş politikalarını desteklemeyen ve iktidarı sovyetlere taşımak isteyen devrimcilere yoğun bir saldırı başlattı. Bolşeviklerin gazetesi Pravda yasaklandı, Lenin hakkında idam kararı çıkartıldı, Petrograd Sovyeti başkanı Troçki ve diğer kimi Bolşevik kadrolar cezaevine gönderildi... Suçlamaların başında yer alansa ne olsa beğenirsiniz: Alman ajanlığı! O dönem muhafazakâr ya da liberal gazetelerin manşetleri durmadan, akla hayale gelmeyecek şekilde Lenin'in Almanya'nın çıkarlarına hizmet ettiğini kanıtlamaya çalışıyordu. Kerenskiciler de farklı değildir. Ama dedik ya hani Kerenski çelişkilerin insanıdır diye, bu saldırılardan kısa bir süre sonra deyim yerindeyse Bolşeviklerin ocağına düşer!

ÇELİŞKİLER DERİNLEŞİYOR

Ordu içinde başta Bolşevikler olmak üzere pek çok devrimci örgütlenme vardır ve savaşın enkazıyla doğru orantılı bir şekilde örgütlü güçleri de artar. Kornilov bu durumdan memnun değildir ve bu süreç ona göre ancak Kerenski bir darbeyle devrilirse değiştirilebilir! Ağustos ayında Kornilov, güçlerini Petrograd'a doğru sürmeye başlayınca, Kerenski kentte binlerce silahlı milisi bulunan Bolşeviklerden yardım ister. Bolşevikler Kornilov'a karşı savaşmayı tercih ettiklerini söyler ve 25 bin silahlı Kızıl Muhafız ile kenti başarıyla savunur. Bu olay, Bolşeviklerin elini oldukça güçlendirir, Ekim Devrimi'ne giden yolda çok önemli bir kilometre taşı olur.

Yüz yıllık bir hikâye: Rus Devrimi ve Temmuz KriziYüz yıllık bir hikâye: Rus Devrimi ve Temmuz Krizi

Kerenski'nin savaş karşısındaki ısrarlı tutumu beraberinde Bolşeviklerin de zamanla barış konusunda ve yönetimin sovyetlere devrinde daha ısrarcı olmalarını getirir. Kerenski'nin bir taştan öbür taşa zıplayarak sürdürmeye çalıştığı iktidarı Kasım 1917'de Bolşeviklerin Petrograd'daki Geçici Hükümet binası olarak kullanılan Kışlık Sarayı basmasıyla birlikte son bulur. Tüm bakanlar Bolşeviklerce tutuklanır. Kerenski'yse önce Pskov’a ardından da Fransa’ya kaçmayı başarır. 1970 yılında ABD'de kanser sonucu ölür. Ardında sadece çelişkileri bırakır. İsmi sadece Bolşeviklerce yenilgiye uğratıldığı için tarihe geçmiştir!

LENİN'İN SAVAŞI

Peki ama Bolşevikler Kerenski'yi nasıl toplumsal mücadeleler tarihinde cılız bir dipnot haline getirebilmiştir? İşin sırrı Lenin'in savaş ve barış tahlillerinde yatıyor. Başta İkinci Enternasyonal'den bahsederken kısaca Lenin ve Bolşeviklerin tutumuna değinmiştik. Savaş yıllarında, özellikle yıkımın arttığı dönemlerde Lenin'in yazdıklarının merkezinde savaş tahlilleri ve barış anlayışının olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sık sık mektuplaşmalarında ve tartışmalarında yine bu konuda ikna çabası öne çıkar.

Fransız Komünist Partisi kurucularından Boris Souvarine ile bir mektuplaşmasında savaş anlayışlarına dair detaylı tanımlamalar yapar. Küçük bir not olarak belirtelim, Souvarine savaşın trajedisiyle Birinci Paylaşım Savaşı'nın henüz ilk yıllarında tanışmıştır, abisini cephede kaybetmiş ve seferberlik sırasında kazılan hendeklerdeki sefaleti yakından gözlemlemiştir. Lenin'in bu mektubunu yazdığı 1916 yılındaysa savaş karşıtı örgütlenmelerin içinde bulunmaktadır.

Şubat 1916 tarihli mektupta Lenin şu satırları kaleme alır:

"Marksist açıdan bakıldığından her belirli durumun, özellikle de her bir savaşın siyasi anlamını tanımlamak şarttır.

Bir savaşın siyasi anlamı, yönü, önemi nasıl görülür, nasıl belirlenir ve nasıl tanımlanır?

Her savaş bir politikanın devamıdır. Hangi politikanın devamıdır acaba bugünkü savaş? Fransa'da, İngiltere'de, Almanya'da 1871'den 1914'e kadar demokrasinin ve sosyalizmin tek temsilcisi proletaryanın mı politikasının devamıdır? Yoksa can çekişmekte olan gerici burjuvazinin içeride baskı, dışarıda sömürge yağmacılığı politikasının, emperyalist politikanın mı devamıdır?

... Bu 1914-17 savaşında Fransa'nın özgürlük, milli bağımsızlık ve demokrasi adına dövüştüğü yalandır. Fransa bu savaşta Almanya'nın üzerinde daha çok hak iddia ettiği -burjuva hakkı tabii- kendi sömürgelerini, yanısıra da İngiltere'nin sömürgelerini korumak için dövüşmektedir. Rusya, İstanbul'u alsın diye dövüşmektedir..."

SOSYAL ŞOVENİZM NEDİR?

Lenin'in sıkça kullandığı bir diğer kavram 'sosyal şovenizm'dir. Bu kavramın Lenin tarafından detaylandırılması elbette tesadüfi değildir. Savaştaki devletler arasında şovenizmin korkunç boyutlara ulaştığı Rusya'dan bir devrimci olması şüphesiz onu bu konu üzerine daha fazla kafa yormaya itmiştir. 'Sosyalizm ve Savaş' başlıklı yazılarında (1915) Lenin bu kavramı şöyle tanımlamaktadır:

"Sosyal şovenizm bugünkü savaşta 'yurt savunması' fikrinin ileri sürülmesidir. Bu fikir, mantıksal olarak, savaş sırasında sınıf mücadelesinin terk edilmesine, savaş kredileri lehinde oy kullanılmasına vb. yol açar. Gerçekte, sosyal şovenler proleterya karşıtı, burjuva bir politika izlemektedirler; çünkü 'yurt savunması'nı yabancı zulmüne karşı mücadele anlamında değil, 'Büyük' Güçlerden birinin ya da ötekinin sömürgelerini yağmalama ve başka ulusları ezme 'hakkı' anlamında yüceltiyorlar. Sosyal şovenler burjuvazinin, savaşın ulusların özgürlüğü ve varlığı uğruna verilmekte olduğu yolunda halkı aldatmasına destek oluyorlar ve böylece proletaryaya karşı burjuvazinin yanında saf tutmuş oluyorlar."

Bu noktada Lenin'in barış anlayışı konusunda da kısa bir parantez açmamız gerekiyor. Lenin, savaş anlayışlarından bahsederken sıkça kendi barış anlayışlarının 'burjuva pasifizminden' farklı olduğu vurgusunu yapmaktadır. İşin ilginci bugün, 'sadece barış' anlayışı, sanki yakın dönemde doğmuş bir görüş olarak düşünülse de, Lenin'in yazılarından yola çıkarak, devrimci solun yüz yıl önce dahi bu anlayışa karşı argüman ürettiğini görmekteyiz. 'Pasifizm ve Barış Sloganı' hakkında, "Kitlelerin barıştan yana ruh durumu çoğu zaman protestonun, öfkenin ve savaşın gerici niteliğini kavramanın başlangıcını ifade etmektedir" ifadelerini kullansa da sosyalistlerin savaşlara karşı tavrına dair şunları söylemektedir:

"Sosyalistler uluslar arasındaki savaşları her zaman barbarca ve gaddarca görerek mahkum etmişlerdir. Ne var ki, bizim savaşa ilişkin tavrımız burjuva pasifistlerininkinden ve anarşistlerinkinden temelde farklıdır. İlkinden, savaşlar ile bir ülkenin dahilindeki sınıf mücadelesi arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi anladığımız için farklıyız; sınıflar ilga edilip sosyalizm kurulmadıkça, savaşların da ilga edilemeyeceğini anlarız; ayrıca iç savaşları, yani bir ezilen sınıf tarafından ezen sınıfa karşı, kölelerce köle sahiplerine, serflerce toprak sahiplerine, ücretli işçilerce burjuvaziye karşı verilen savaşları bütünüyle meşru, ilerici ve gerekli gördüğümüz için de onlardan ayrılırız. Biz Marksistler her bir savaşı tarihsel olarak ve ötekilerden ayrı incelemenin gerekli olduğuna inanmak bakımından da hem pasifistlerden hem de anarşistlerden ayrılırız."

LENİN'İN ARGÜMANLARI KAZANABİLDİ Mİ?

Kerenski'den ve Lenin'den yola çıkarak 20'inci yüzyılın ilk çeyreğinde sosyalistlerin savaşa ve barışa dair farklı yaklaşımlarını ele almaya çalıştık. Tarihsel anlamda Kerenski'ye, teorik temellendirme anlamındaysa Lenin'e ağırlık verdik. Bunun nedeni, 1910'lu yıllarda cereyan eden ve milyonların hayatına mâl olan bir savaşa bugün dönüp baktığımızda rahatlıkla şu yorumu yapabilmemizdir: Evet, bu bir paylaşım savaşıydı. Başarısızlığa mahkum bir yolun yolcusu olarak Kerenski -ve onunla aynı çizgide hareket etmiş herkes- sosyalist sol tarih açısından önemli bir dönüm noktasıdır.

Düzeni ve savaşı devam ettirmek adına, güçlü sözlerine güvenerek türlü oyunlar çeviren Kerenski yenilmiştir. Ama Kerenski, karşısında barışın ve ekmeğin anlamını siyasetlerinin tam da merkezine koyan Bolşevikler olduğu için yenilmiştir. Savaşın enkazı Rusya'daki işçileri bir kavşağa getirdi: Ya kökten bir yok oluş, ya da kapitalist boyunduruktan kurtulmak. Bolşevikler liderliğinde tercih, ikinci yoldan yapıldı ve savaşın yıkımı ancak böylece sona erdi.

Kaynaklar ve faydalı linkler:

1- Seçme Yazılar, Devrim Demokrasi Sosyalizm | Vladimir Lenin (Yordam Yayınları, Çeviri: Sungur Savran)

2- Seçme Yazılar | Vladimir Lenin (Gerçek Yayınevi, Çeviri: Atilla Tokatlı)

3- http://spartacus-educational.com/RUSkerensky.htm

4- http://spartacus-educational.com/RUSprovisional.htm

5- http://portalus.ru/modules/english_russia/rus_readme.php?subaction=showfull&id=1188915183&archive=&start_from=&ucat=&

6- http://www.bbc.com/turkce/resources/idt-sh/russian_revolution_turkish

7- https://www.wikisosyalizm.org/Lenin_-_Bar%C4%B1%C5%9F_Sorunu