Deniz aşırı vergi kaçakçılığı ve eşitsizlik 

Dünyadaki tüm zenginliğin neredeyse yüzde 10’u deniz aşırı merkezlerde birkaç kişi tarafından yönetiliyor. Kalanlarımız da bu hırsızlığın bedelini ödüyoruz.

Google Haberlere Abone ol

Gabriel Zuchman*

1980’lerden bugüne dek dünyanın dört bir yanındaki vergi cennetlerinde gözlerden ırak bir endüstri büyüyor. Parayı takip ederek bu bölgelerin diğer ülkelerin ekonomileri üzerindeki etkisini görebiliriz. Off-shore merkezlerinin yayınladıkları bilgiler detaylı olmaktan çok uzak. Bizim çok uluslu şirketlerin kârını ve milli geliri ölçmek için kullandığımız sistemlerse çok zayıf. Ama bu sistemlerin gelişimi sürüyor ve eğer mevcut verileri dikkatlice analiz edersek bazı modellere ulaşmak mümkün. Kendini tekrarlayan bu modeller, vergi cennetlerinin on yıllardır saklanan bazı sırlarını ortaya koyuyor.

Öncelikle, çok uluslu şirketlerin nasıl vergi ödemekten kurtulduklarına göz atalım. Prensipte, bu şirketlerin kârlarını bağlı kuruluşları arasında, sanki bunlar birbirinden bağımsız kuruluşlarmış gibi paylaştırmaları, malzeme ve servis alışverişini kendi aralarında genel pazar fiyatları çerçevesinde gerçekleştirmeleri gerekiyor.

Ne var ki pratikte, grup içi nakit akışları rutin biçimde Deniz aşırı muhasebe firmaları tarafından manipüle ediliyor ve böylece düşük vergi uygulamaları kullanılarak küresel kârlarının görünmemesi sağlanıyor. Bunun dışında, pek çok çok-uluslu şirket hesaplarını, markalarını ve logolarını vergi cenneti olan ülkelere taşıyor ve kazanımlarını kuruldukları ülkelerden, örneğin İngiltere’den elde ediyor.

GOOGLE’IN MUAZZAM KÂR ORANLARI DA BU SAYEDE

Örnek bir vaka, (belki de en etkileyici olanlarından biri) Google’ın kurucu şirketi olan Google Alphabet’le ilgili. 2003 yılında, Ağustos 2004’teki halka arz edilmesinden bir yıldan az bir zaman önce, Google ABD arama ve reklam teknolojilerini İrlanda’da kurulmuş bir yan kuruluş olan Google Holdings’e transfer etti.

O günden beri bu yolla elde edilen tüm kâr, Hollanda üzerinden (vergiden muaf) bir tur atarak Bermuda’da toplanıyor. Meşhur adıyla duble bir İrlanda-Hollanda sandviçi. 2015 yılında Google Alphabet şirketi Bermuda’da 15.5 milyar dolar kâr bildiriminde bulundu. Bermuda’daki şirketin vergi oranı ise mütevazı bir sıfır. Yüzde 0. Bu, Bermuda’da yaşayan her bir insanın (ki neredeyse hiçbiri Google’da çalışmıyor) şirkete kişi başı 260 bin dolar kâr getirmesi gibi bir durum.

Her yıl 600 milyar Euro’dan fazla para, çok uluslu şirketler aracılığıyla vergi cennetlerinde yapay olarak el değiştiriyor.

Çalışma arkadaşlarım Thomas Tørsløv, Ludvig Wier ve ben dünyanın çeşitli yerlerindeki vergi cennetlerinden gelen bilgileri kullanarak şirket kârlarında sunî olarak yaratılan değişikliklerin maliyetini hesapladık. Bermuda gibi çok küçük ülkelerden her zaman çok anlamlı istatistikler gelmiyor. Ama Avrupa Birliği’nin kendi vergi cennetlerinden, ki buralarda çok yönden renk vermeyen ama en azından Eurostat’ın istatistik kuralları gereği analize imkan sağlayan rakamlar bulunabiliyor.

Araştırmamız gösteriyor ki, tek başına altı Avrupa vergi cenneti (Lüksemburg, İrlanda, Hollanda, Belçika, Malta ve Kıbrıs) her yıl toplamda 350 milyar Euro hortumluyor. Bu, çoğunlukla AB ülkelerinde elde edilen paranın Lüksemburg ve Hollanda’da muhasebeci orduları tarafından manipüle edilmesi, ardından yüzde 0 ilâ  yüzde 5 arasında değişen akıl almaz oranlarda vergiler kesildikten sonraki hali. Elimizdeki veriler çok uluslu şirketler tarafından her yıl yaklaşık 600 milyar Euro’nun dünyanın çeşitli vergi cennetlerinde yapay olarak el değiştirdiğini gösteriyor.

Peki, kim kaybediyor? En fazla kaybedenler ABD ve büyük Avrupa ülkeleri. Çok uluslu şirketlerin ve çalışanlarının çoğu buralarda yaşıyor. Vergi cennetleri, AB’ye güncel olarak topladığı kurumsal vergilerin beşte birine denk oranda bir rakamı kaybettiriyor. Bu ise yılda 60 milyar Euro anlamına geliyor. Sadece Birleşik Krallık için bu rakam 12.7 milyar Euro.

ÜLKELER HER YIL 1 MİLYAR EURODAN FAZLA KAYBEDİYOR

Her ülke nasıl vergilendirme yapacağını seçmekte özgür. Ancak Hollanda çok-uluslu şirketlere ‘kişiye-özel’ vergilendirme seçenekleri sunduğunda ya da İsviçre yolsuzluk yapan zenginlerin servetlerini onlar için muhafaza ettiğinde, diğer ulusların zenginliğini de çalmış oluyorlar. Ve biz kaybederken onlar kazanıyorlar; bazen hizmet bedelleri aracılığıyla ve bazen de (çok ironik biçimde) vergi geliriyle...

Örneğin İrlanda’yı ele alalım. 30 yıl önce vergilendirme oranı yüzde 50 civarındayken İrlanda’nın milli gelirinin bir parçası olarak şirketlerden aldığı pay, AB’nin tümünden ya da ABD’den daha azdı. 1990’larda vergileri yüzde 12.5’e çektiğinde yüksek vergilendirme yapan ülkelerden çok daha fazla kazanmaya başladı. Bu, çok-uluslu şirketlere uygulanan düşük vergiler yurt içi faaliyet, iş, büyüme ve işsizlikte azaltma yarattığı için mi? Kesinlikle hayır. Bu ekstra gelir, Dublin ya da Cork’a park edilen çok-ulusluların hayali kârları sayesinde (başka ülkelerdeki çalışanlar tarafından) yaratılan kârdır. İrlanda hükümeti bu sayede yollara ve hastanelere harcayacak daha fazla para elde ediyor, diğer ülkeler ise daha az vergi topluyor. Serbest piyasa sistemindeki hiçbir mantık, bu hırsızlığı meşru kılamaz.

Yine de neden hâlâ bunun devam ettiğini anlamak çok kolay. Off-shore’a taşınan kazancın akıl almaz miktarlarını düşünürsek, vergi cenneti ülke sadece çok küçük yüzdelerde vergi uygulasa bile kendi ekonomisinin büyüklüğüne oranla kayda değer ölçüde bir gelir elde etmiş oluyor. Büyük yaptırımlar uygulanmadığı sürece, off-shore finans merkezlerinin bu son derece kârlı işi kendiliklerinden bırakacaklarını düşünemeyiz. Ancak ne yazık ki devletler de bu konuda pek kararlı duramadı. Kazancın her yıl suni şekilde transferi bu nedenle büyüyerek devam ediyor.

Şu anda ABD’nin çok-uluslu şirketleri, tüm yurtdışı kârlarının yüzde 63’ünü, en önceliklisi Hollanda olmak üzere, altı vergi cennetinden kazanıyorlar. Bu 2006 yılındaki orandan 20 puan daha fazla.

Ne zaman bir vergi cenneti kapatılsa yeni bir tanesi ortaya çıkıveriyor. “Paradise Papers” belgelerinin ortaya koyduğu üzere, İrlanda 2020 yılına kadar “çifte İrlanda” standardını artık bırakacağını açıklar açıklamaz, Apple şirketi Jersey’de benzer bir vergilendirme anlaşmasına imza attı. Vergi cennetleri, küresel eşitsizliğin temel sebeplerinden bir tanesi; çünkü buralardan faydalanan insanlar, vergi vermemek için uğraşan şirketlerin hissedarları.

Dünyadaki kaynakların büyük bir kısmı zengin kişilere ait, yani vergi kesintileri sadece çok küçük bir grubu daha da zengin ediyor. Çok uluslu devasa şirketlerin vermekten imtina ettiği vergilerse düşük gelirli hanelere ödetilen daha yüksek vergiler olarak geri dönüyor ve insanların birikim yapmalarını oldukça zorlaştırıyor. Yüksek vergilendirme olmadığında kamusal harcamalar düşmek durumunda kalıyor. AB’nin vergi cennetlerinde kaybettiği para, eğitime ayrılacak kamusal harcamanın yarısına tekabül ediyor. Vergi cennetleri, tıpkı iklim değişikliği gibi, nesiller arası kazanç aktarımında temel bir sorun ve eskiyi zenginleştirirken yeni, yani gençleri yoksullaştırıyor.

Ancak vergi cennetlerinin eşitsizliği artırmada çok daha doğrudan bir rolleri de bulunuyor. Çok-uluslu şirketlerin vergiden kaçınmalarını sağlamanın yanı sıra, off-shore merkezler ultra-zengin kişilerin varlıklarını saklamalarına da imkân sağlıyor. Denetimcilerden, iş ortaklarından eşlerinden ya da hakimlerden saklanılabiliyor. Küresel gayri sâfi hâsılanın yüzde 10’u zenginler tarafından mevduat, bono ya da fonlar halinde off-shore olarak tutuluyor: Çoğu zaman vakıf ya da hayali şirketler adına elbette. Yakın zamana kadar bu zenginliğe kimin sahip olduğuna dair net bir fikrimiz yoktu. Ama çalışma arkadaşlarım Annette Alstadsæter, Niels Johannesen ve ben, son yıllardaki sızıntılar sayesinde bu konuda ilerleme sağlayabildik.

ARTAN KÂR PAYLARI YAPAY YOLLARLA VERGİ CENNETLERİNE KAÇIRILIYOR

HSBC’den gelen ve Panama Belgeleri ile sızdırılan bilgiler sayesinde vergi cennetlerinin tipik kullanıcılarının kimler olduğunu saptayabildik. Off-shore zenginliğin birkaç kişinin eliyle nasıl kontrol edildiğini gösteren veriler oldukça çarpıcı. Vergi cennetlerinde tutulan zenginliğin yaklaşık yüzde 50’si, yıllık geliri yıllık 50 milyon doların üzerinde olan mevduat sahiplerine ait. Bunlar, bireysel bankacıların ‘ultra yüksek-gelir düzeyinde kişiler’ olarak adlandırdıkları kimseler. Bu ultra-zenginler nüfusun yüzde 0.01’ine tekabül ediyorlar.

Bu durum Rusya gibi ülkelerde dramatik boyutlara ulaşıyor. Rusya’da en zenginlerin gelirlerinin neredeyse tamamı ülke dışında tutuluyor. İngiltere, İspanya, Almanya ve Fransa’da en zengin yüzde 0.01’in gelirlerinin yüzde 30-40’ı ülke dışında tutuluyor. ABD’de de varlığın off-shore’a kaçırılması eşitsizlik yaratıyor; ancak sonuçları daha örtük, çünkü ABD’de zenginlik hali hazırda vergi cennetlerini bile aratacak şekilde saklı ve tekel halde tutuluyor. Tüm vakalar gösteriyor ki; standart istatistik çalışmalarımız 21. yüz yıl kapitalizminin eşitsizliklerini ölçmede yetersiz ve sorun her saat kötüleşiyor.

Küresel eşitsizlik arttıkça off-shore finans merkezlerine yerleşen şirketler faaliyetlerini daha küçük ama daha zengin müşterilere yönlendiriyor. Kişilerin varlıklarını saklanması, devletlere yıllık 155 milyar Euro’ya maloluyor. Sadece İngiltere’de, yıllık kayıp 6 milyar Euro civarında ve bu tutar çok-uluslu şirketlerin kaçırdığı 12.7 milyar Euro’ya ekleniyor.

Vergi cennetlerinin faaliyetlerini gizleyen sır perdesi yavaş yavaş açılmaya başladı. Ancak verilerin çoğu hâlâ eksik. Daha önemlisi artan off-shore zenginlik payı, (örneğin İsviçre’de yönetilen yüzde 60 civarında) hayali şirketler, vakıflar ve bonolar üzerinden ilerliyor ve tamamen varlık sahiplerinin kim olduklarının asla bulunmayacağı şekilde tasarlanmış durumda. Bu sis perdesi içinde istatistiki olarak vergi yolsuzluklarını takip etmek çok zor.

Kimi büyük bankalar, örneğin Credit Suisse ya da HSBC ABD tarafından bazı yaptırımlara maruz bırakılıyor ama bu cezalar yapılan işin getirisi karşılığında küçük meblağlar olarak görülüyor ve elde edilen kârın yanında ufacık kalıyor. Bankacılık lisanslarının iptali gibi yaptırımlar çok daha etkili olacaktır.

Riskler çok büyük. Pek çok ülkenin emlak yatırımlarına ilişkin kötü bir sicilleri bulunuyor. Öncelikle sahiplerin kim olduğu saptanmalı. Neden Manhattan ve Londra’nın çok büyük bir kısmına potansiyel olarak suçluları ve kaçakçıları saklayan hayali şirketlerin sahip olmasına izin veriyoruz? Küresel bir finansal sicil sistemi bu karanlık finansal sırlara önemli bir darbe vuracaktır. Gelir dağılımı konusunda bizlere son derece önemli veriler sağlayacaktır. Ki bu veriler olmadan kamusal tartışmalar ve politika yaratmak şu an için imkânsız. Önümüzdeki yıllarda eğer finansal bir şeffaflık yakalamak istiyorsak bana göre birincil önceliğimiz bu olmalıdır.

*Gabriel Zucman, Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde yardımcı doçenttir

Yazının aslı The Guardian'da yayınlanmıştır. (Çeviren: İdil Karşıt)