İki savaş filmi Türkiye'nin acı dolu tarihi kontrol yöntemini yansıtıyor

Geçtiğimiz Nisan ayında gösterime giren “The Promise” filmi hem oyuncularıyla hem de hikayesiyle Türk-Ermeni tartışmalarına yeni bir boyut getirmeye aday bir film. Filmin gişe başarısı belirsiz olsa da tarihsel tartışmalara bir katkı olarak 20 Nisan’da seyirciyle buluştu. Filmin oyuncuları, yapım aşamasında politik baskılarla karşılaştıklarını söylüyorlar.

Google Haberlere Abone ol

Cara Buckley*

Tarih herhangi bir yol gösterici olsaydı, yönetmen Terry George Ermeni tehciri hakkındaki yeni filmi “The Promise” (Söz) bağlamında garip bir figür olabilirdi. Kendisi elbette haklıdır.

Aktörlerden biri olan Daniel Gimenez Cacho, film çekilmeden önce bir Türk büyükelçisi tarafından kendisiyle bağlantı kurulmuş olduğunu söyledi. Diplomat Türkiye'nin resmi tavrına uygun olarak, yaklaşık 1,5 milyon Ermeni öldürülen soykırımın hiçbir zaman gerçekleşmediğini ısrarla belirtti. Eylül ayında düzenlenen Toronto Uluslararası Film Festivali'ndeki galası sonrasında, Internet Film Veritabanı'nda düşük seviyedeki tekyıldızla oylanarak 55.000 kişiden oy aldı ve kamuya açık gösterimlerde de yalnızca birkaç bin kişinin ilgisini çekti.

Ardından, yaklaşık altı hafta önce “The Promise” salonlarda gösterime çıkarken esrarengiz biçimde paralellikler taşıyan başka bir film daha gösterime girdi. “The Promise” gibi, “Osmanlı Teğmeni” de I. Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde Türkiye’de yaşanan bir aşk üçgenini anlatıyordu. Michiel Huisman ve Josh Hartnett'in rol aldığı “The Promise”, “Osmanlı Teğmeni”nin aksine, Türk yatırımcılar tarafından yapıldı ve eleştirmenlerce, tarihsel olayların aklanması amacıyla çekildiği yorumu yapıldı.

Bu iki yeni film üzerinden yürütülen mücadele, Türkiye'nin tarihsel anlatımı kontrol etme arayışında sadece en son örneği teşkil ediyor. 1915'te Osmanlı Türkleri, ülkede geride kalan Hristiyan Ermeni nüfusun kendilerine karşı savaşacakları korkusuyla Ermenileri katletmeye ve onları zorlu ölüm yürüyüşlerine göndermeye başlamışlardı. Birleşmiş Milletler, Roma Katolik Kilisesi, Avrupa Parlamentosu, tarihçiler ve akademisyenler, yirminci yüzyılın başında bu zulümleri bir soykırım olarak tanıdılar.

Ancak Türkiye, hem Türk hem Ermeni olan birçok insanın savaş zamanı dehşetli olaylar yaşadığını -ve savaşın acılarını çektiğini- söyleyerek, bu konuda bir ara formül bulunmasında ısrar etti. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2014 yılında Ermenilerin “hayatlarını kaybettiği”ni kaybettiğini kabul etti ve torunlarına taziyelerini sundu. Ancak bir soykırımdan ziyade tüm Osmanlı vatandaşlarının maruz kaldığı bir savaşın kurbanı olduklarını ima etti.

Engelli Ermenilerin -bir Amerikalı hemşire korumaya devam ederken- kurtarılmasına yardım eden dikkat çekici bir Türk subayın hikayesini anlatan “Osmanlı Teğmeni”, eleştirmenlere göre, çürütülmüş Türk tezlerinin bir tekrarı niteliğinde. Amerikalı Yunanlar Konseyi, filme karşı boykot çağrısında bulundu ve filmin açıkça “The Promise”ın altını oynamayı amaçladığını ve soykırımı çift taraflı gerçekleşmiş gibi yanlış biçimde resmettiğini açıkladı.

Bay George, “Diğer film, filmimizin bir çeşit ayna yansıması ancak tamamen inkarcı bir perspektifle.” diyor. George, karşıt filmin Erdoğan hükümetince yaptırıldığından şüphelendiğini de sözlerine ekliyor.

BİR KARŞI TEZ: OSMANLI TEĞMENİ

Ancak, ortaya çıkmaya başladıkça, hem üretim sırasında hem sonrasında, Osmanlı Teğmeni’nde rol alan önemli oyuncular arasında üzücü bir bölünme yaşandı. Projeye aşina olan bir çok kişiye göre, Türk yapımcılar yönetmenin bilgisi olmaksızın finalin nasıl olacağına karar vermişlerdi.

Aynı kişiler, yapımcıların Ermenilere karşı Türklerin uyguladığı şiddet tasvirlerini en aza indirme konusunda baskı yapınca, “Osmanlı” filminde gerginlikler yaşandığını söylüyorlar. Proje üzerinde çalışan birkaç kişi, filmin son halinin sanatsal açıdan katletildiğini ve inkârcı sansüre maruz kaldığını düşünüyordu: Sistematik bir kitlesel cinayetten açıkça bahsedilen diyaloglar filmden ayıklanmıştı. Bu yazı hakkında yorum yapmayı reddeden yönetmen Joseph Ruben ise filmin tanıtımını bile yapmadı.

Filmin ilk yardımcı yönetmeni ve yapımcısı olan Michael Steele, Türk yapımcılara atıfta bulunarak “Filmi hazırlarken, yapın odasını kontrol edebileceklerini her zaman biliyorlardı; bu üstünde yürümek zorunda kaldıkları bir cambaz ipi gibiydi.” diyor. “Joe, filmin adını kendi versiyonlarıyla değiştirmeye teşebbüs etmelerinden ötürü kızmıştı; ancak anlaşma gereği sessiz kalmak zorunda olduğunu biliyordu.”

BoxOfficeMojo.com’a göre mart ayında piyasaya çıktığından bu yana sadece 241.000 dolar kazanan “Osmanlı Teğmeni”nde yer alan yapımcılar, dağıtımcı ve ünlü oyuncular, tekrarlanan açıklama taleplerine yanıt vermiyorlar.

İki film üzerinden süren mücadele, Türk tarafının kendi çıkarları açısından soykırıma ilişkin sorumlulukları ülkelerinden devralarak başlattığı bir dizi çabanın ve on yıllara dayanan ve Hollywood’a dek uzanan faaliyetlerin en yenisi.

MGM (sinema yapım şirketi Metro Goldwyn Mayer) 1930'lu yıllarda, Türkiye, Dışişleri Bakanlığı ve stüdyonun kendisi üzerinde yoğun bir baskı uyguladıktan sonra, toplu cinayetler hakkında bir film yapmak üzere hazırlanan bir projeye son verdi. Ermeni asıllı Kanadalı film yapımcısı Atom Egoyan, 2002 soykırımı filmi “Ararat”ı hazırlarken, tehditlere maruz kaldı ve Türkiye’deki Ermenilerin bu film bir nedeniyle zarar görebileceklerini söylemişti. Daha sonra aşırı milliyetçi bir Türk grubu sinemaları filmi göstermemeleri konusunda tehdit etti ve sonuçta gösterimler iptal edildi.

Oscar Isaac’in bir Ermeni tıp öğrencisini ve Christian Bale’in ise Amerikalı bir gazeteciyi canlandırdığı “The Promise”, stüdyo baskılarına maruz kalmamıştı. Filmin finansmanı, yoksul Ermeni bir göçmen ailenin çocuğu, renkli Hollywood hayatının efendisi ve casino patronu olan Kirk Kerkorian tarafından üstlenildi; Kerkorian 2015’te 98 yaşında ölmesinden önce 100 milyon dolarlık bir bütçe sözü verdi ve soykırım hakkındaki film, konusundaki en büyük bütçeli yapım haline geldi.

Kerkorian’ın yapım şirketi Survival Pictures’ın kurucularından Eric Esrailian, Kerkorian hakkında “Bir ışık yakmazsak, ölüme mahkum oluruz, diye hissediyordu.” diyor.

ENGELLEMELER YAŞANIYOR

Hâlâ bazı engellemeler yaşanıyor. “Hotel Ruanda”nın (2004) yapımında payı bulunan Bay George, “The Promise”ın baskı altında olduğunu ve hiçbir tanıtım yapılmadığını belirtiyor. Yapım süreci Portekiz, Malta ve İspanya’da gerçekleşti ve sette sıkı güvenlik önlemleri alındı.

Soykırımla ilgili bir belgesel çekmek için “The Promise” adlı yapım dahilinde çalışan Joe Berlinger, setteki herkesin güvenlik konusunda endişeli olduğunu söylüyor. “Bunun büyük kısmı abartı: Sanırım günümüzdetarihi suikastlardan dijital suikastlara geçtik” diyor. “Ama hepimiz bu karmaşık korkuyu hissettik.”

Berlinger, Türk yetkililere “Yok Etme Çabası” adlı belgesel için defalarca ulaşmaya çalıştığını, nihayetinde kayıt cihazları bulundurmaması koşuluyla Ankara'ya davet edildiğini söylüyor. Türkler ayrıca kiminlekonuşağını söylemeyi de reddetti. O ise buna karşı çıktı. (Film, Tribeca Film Festivali'nde gösterime alındı.)

Berlinger, “Yararsız ve tehlikeli bir yolculuk olacak gibi hissettim, açıkçası,” diyor. Aktör Bay Gimenez Cacho bir Türk büyükelçinin kendisini inkarcı propagandayla bombardımana tutmasının da “Yok Etme Çabası”ndayer aldığını söylüyor ve Berlinger, bunun, insanları soykırımla ilgili projelerden vazgeçirmek için yürütülen bir Türk kampanyasının parçası olduğuna inanıyor.

“The Promise” gişede başarılı olsun ya da olmasın, dikkat çekmeye devam ediyor. Yayınlanmasına kadar geçen sürede, IMDB.com'da binlerce oy topladı. 126,000 oy topladı ve oylar büyük oranda bir yıldız ve 10 yıldız arasında dağılmış durumda. 2015'te soykırımı vurgulamak için Ermenistan’ı ziyaret eden ve muhtemelen dünyanın en ünlü Ermeni kökenli Amerikalısı olan Kim Kardashian-West, geçtiğimiz hafta filmin olan desteğini açıkladı.

Türkiye'de henüz “The Promise”ı piyasaya sürmek konusunda herhangi bir planımız yok. (“Osmanlı Teğmeni” 19 Mayıs’ta gösterime girecektir.) Her iki açıdan da soykırım konusunda önde gelen bir tarihçi ve Clark Üniversitesi’nde profesör olan Taner Akçam, yetkililerin eğer bir şey söyleyecek olsalar Ermeni propagandası yapıldığını ifade ederek bu çalışmayı Ermeni parasıyla karakterize edebilirlerdi. “Sessizlik onların bu konudaki olağan stratejisidir.” diyor.

George soykırımı “Ermeni diasporasının canı yakıldı” biçiminde nitelendiriyor. “Bir çeşit tanınma elde edilinceye kadar, bunlar devam edecektir.” diyor.

(Makalenin aslından çeviren: Tarkan Tufan)