Liberaller düşündükleri kadar hoşgörülü olmayabilir!

Siyasi solun, 'sağcılardan daha açık görüşlü' olduğunu söyleyebiliriz. Ancak araştırmalar, muhafazakarların liberallere karşı olduğu gibi liberallerin de muhafazakârlara karşı önyargılı olduklarını gösteriyor.

Google Haberlere Abone ol

Matthew Hutson*

Middlebury College'daki öğrenciler, mart ayında muhafazakâr politik bilim adamı Charles Murray tarafından yapılan bir konuşmayı iptal ettirdiler; çünkü bazı yazılarına ilişkin görüş ayrılığı yaşıyorlardı. Geçtiğimiz ay, Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde muhafazakâr yazar Milo Yiannopoulos'un şiddet içeren protesto gösterilerine maruz kalmasından sadece iki ay sonra, muhafazakâr yorumcu Ann Coulter'ın güvenliğinden endişe duyan yönetim, konferansını iptal etti. Sağcı medya organları, olayları solcu baskının arttığının kanıtı olarak ele aldı.

Muhafazakârlar yıllardır (çoğunlukla haklı olarak) hoşgörüsüz olmakla itham edilir. Ancak onlar da politik doğruculuğun darbelerini zalim bir silah olarak kullanarak, liberallerin kendi hoşgörüsüzlüğünü ortaya koyduklarını söyleyeceklerdir. Bu, 2016 kampanyasında tanıdık bir tema haline gelmişti. Seçimin ardından, ilerici bir grup olan Demos Action’da politika analisti olan Sean McElwee, Donald Trump'ın Amerikalılar arasında beyazlardan ve Hristiyanlardan, yani büyük ölçüde ayrımcılığa maruz kaldıklarını hisseden kesimlerden en güçlü desteğini aldığını belirtti. Seçim sonucunu tahmin etme becerisine sahip bir internet sitesi geliştirmiş bir matematikçi olan Spencer Greenberg, parti başkanı seçilmesinden sonra Trump açısından seçimde en büyük belirleyicinin politik doğruluğun reddedilmesi olduğunu ortaya koydu; yani Trump'un seçmenleri susturuldu.

Bu durumda kim haklı? Muhafazakârlar liberallerden daha fazla mı önyargılı, yoksa tersi mi doğru? Yıllardır yapılan birçok araştırma, sanayileşmiş ülkelerdeki sosyal muhafazakârların ve dindar köktendincilerin psikolojik açıdan, örneğin törelere uygunluğun değerlendirilmesi ve kesinlik arzusuna sahip olduklarını ve önyargılara yatkın olma eğilimi gösterdiklerini ortaya koymuştur. Diğer yandan liberaller ve dindar olmayan kişiler, daha düşük bir önyargı ile bağıntılı bir özellik olan “yeni deneyimlere açık olma” eğilimi göstermektedirler. Dolayısıyla, her grubun kendi ideolojileri ne olursa olsun, muhafazakârların ve Hristiyanların doğası gereği daha ayrımcı olmaları beklenebilir.

ARAŞTIRMALAR “EŞİT DERECEDE HOŞGÖRÜSÜZLÜK VAR” DİYOR

Ancak, ocak ayında Kişilik ve Sosyal Psikoloji Topluluğu’nun (SPSP) yıllık toplantısında sunulan yeni psikolojik araştırmalar, durumun göründüğü kadar basit olmadığını işaret ediyor. Yeni bulgular muhafazakârların, liberallerin, dindarların ve dindar olmayanların karşı görüşlü olanlara karşı önyargılı oldukları sonucunu sunmaktadır. Ancak şaşırtıcı bir şekilde, her grup aynı derecede önyargıyla karşı karşıyadır. Liberaller kendilerinin daha açık görüşlü olduğunu düşünmeyi isterken, muhafazakâr muadillerinden daha fazla oranda kendilerinden farklı olanlara karşı hoşgörüsüz davranırlar.

Sonuçta politik açıdan kimin daha büyük bir sorun olduğu konusunda tartışmaktan vazgeçebilirsek, bir şansımız olabilir. Gerçek şu ki hepimiz önyargılıyız.

***

Hollanda’daki Tilburg Üniversitesi’nde görevli Amerikalı bir psikolog olan Mark Brandt, lisansüstü eğitimine başladığı ilk zamanlarda, hoşgörüyü savunan grup üyelerinin neden sıkça hoşgörüsüz davrandığını merak ediyordu. “Literatürde olası bir çelişki bulunduğunu fark ettim. Bir taraftan liberallerin önyargılarını ifade etmelerini engelleyen çeşitli kişilik özellikleri ve bir ahlâkı var. Öte yandan insanlar değerlerini paylaşmayan insanlara karşı önyargı beyan etme eğilimindeler” diyor. Dolayısıyla, liberallerin iddia ettiği gibi açık fikirliliğe değer veriyorsanız ve önyargılı olarak başka bir grubu görüyorsanız, algılanan önyargı, aslında sizin onlara karşı hissettiğiniz önyargı olabilir mi?

Brandt, Geoffrey Wetherell ve Christine Reyna'nın Social Psychological and Personality Science (Sosyal Psikolojik ve Kişilik Bilimi) dergisinde 2013 yılında yayınlanan bir makalesinde değinilen bu sorunu ele aldı. Farklı Amerikalılara politik yönelimlerini soruyorlardı; gelenekselciliği, eşitlikçiliği ve kendine güven seviyelerini değerlendiler. Dördü liberal (feministler, ateistler, sol radikaller ve kürtaj yanlısı kişiler) ve dördü muhafazakâr (geleneksel aileyi, köktendinciliği, Çay Partisi -ABD’deki aşırı sağ parti- ve kürtaj karşıtlığını destekleyen insanlar) olmak üzere, sekiz grup insanın taşıdığı duyguları ele aldılar. Katılımcılar, her bir grubun “temel değerlerini ve inançlarını” nelerin ihlâl edebileceğini açıkladılar ve “Feministlerin bu şehirde konuşmasına izin verilmemelidir” ve “Kürtaj karşıtı insanlar, başlarına gelen şeyleri hak ediyorlar” gibi ifadelere katılımlarının derecelendirilmesiyle, bu gruba yönelik ayrımcılığı ne ölçüde desteklediklerini değerlendirdiler.

Tahmin edileceği üzere, muhafazakârlar liberal gruplara karşı diğer liberallerden daha fazla ayırımcıydı ve liberaller muhafazakâr gruplara karşı diğer muhafazakâr gruplardan daha ayrımcıydı. Muhafazakârların ayrımcılığı, yüksek seviyedeki gelenekçilikleri ve liberal grupların onların değerlerini açık bir şekilde ihlâl etmeleri fikrine dayanıyordu. Liberallerin ayrımcılıkları, geleneksel değerlerinin daha düşük olması ve muhafazakâr grupların onların değerlerini açıkça ihlâl etmesi gerekçesine dayanıyordu. Meseleleri karmaşıklaştıran muhafazakârlar, belki de özgüvenin kişinin istediği gibi inanma veya inanmama özgürlüğü ile ilişkili olması nedeniyle liberal gruplara karşı ayrımcılıklarını zayıflatan özgüvenlerini çok değerli buluyorlardı. Liberallerse, muhtemelen evrenselcilik herkesin kabulünü savunduğu için muhafazakâr gruplara karşı ayrımcılıklarını zayıflatan evrenselciliğe son derece değer veriyorlardı.

Yine de bu farklılıklar büyük resmi etkilemiyordu: Liberal gruplar muhafazakâr gruplara karşı ayrımcıydı; çünkü muhafazakârlar liberal gruplara karşıydı. Ve Brandt’ın bulguları başka yerlerde de yankı buldu: Bağımsız ve eşzamanlı olarak, St. Louis Üniversitesi'nden John Chambers ve New Jersey Koleji'nden Jarret Crawford'un araştırmaları muhafazakârlar ve liberaller arasında neredeyse eşit seviyede bir 'önyargı düzeyi' gösteriyordu.

ZITLARIN BİRLİĞİ

Daha yeni araştırmalar, birbirine karşı düşük seviyede hoşgörü sahibi olan iki kavgacı kabilenin resmini tamamladı. Ocak ayında Journal of Personality and Social Psychology (Kişilik ve Sosyal Psikoloji) adlı dergide yayınlanan makalelerinde, Brandt ve Daryl Van Tongeren’in aktardığına göre, sadece muhafazakârlar liberallere karşı daha önyargılı olarak haksız yere iftira atmıyordu, köktendinciler de ateistlerden daha fazla önyargılı olarak bir dereceye kadar haksız yere iftiralar sıralıyordu. Köktendinciliğe yakın insanların, inanç düzeyleri düşük olan insanlara (ateistler, gey ve lezbiyenler, liberaller ve feministlere) karşı daha soğuk ve insani olmayan şekilde baktığı, dini değerleri daha yüksek olan (Katolikler, Çay Partisi destekçileri, muhafazakârlar ve Hristiyanlara) karşı daha anlayışlı oldukları sonucuna ulaşıldı. Fakat önyargısızlık hali, ancak mevzu bahis kişinin dini inancı çok yüksek olduğunda söz konusu olmuştur. Aksi takdirde, köktenci yelpazenin her iki tarafı birbirlerine eşit derecede sabrediyordu. Ayrıca liberaller ve dindar olmayan kişiler bazen hoşgörüsüzlüğe karşı tavizsiz davrandıklarını savunurken, bu çizgiyi kendi özgürlükleri olarak talep edemezler. Çalışmada, her iki kesimdeki taraftarlık nedeniyle, büyük oranda muhalif grupların kişinin özgürlüğünü sınırlandırdığını gösteriyor.

Diğer araştırmacılar da benzer bulgular sunuyor. Belçika’daki Louvain Katolik Üniversitesi’nden Filip Uzareviç, Hristiyanların Çinli, Müslüman ve Budistlere karşı ateist ve agnostiklere kıyasla daha fazla önyargılı olduklarını gösteren ilk verileri açıkladı; ancak katoliklere, eşcinsellik karşıtı eylemcilere ve dini köktendincilere (ateistler ve agnostikler hakkında daha soğuk duygular ifade ederek) karşı daha az önyargılı davrandılar. Dolayısıyla, yine dini olan ve dini olmayanların kendi önyargı hedefleri vardır. Belki de daha şaşırtıcı olan, ateistler ve agnostikler alternatif görüşlere Hristiyanlara göre daha az açıktı ve varoluşsal bir kesinlik bildirdiler. Uzareviç, SPSP konferansı sonrasında bana, bu sonuçların son derece sekülerleşmiş ve dinsizleşmiş olan Batı Avrupa’ya özgü olabileceğini ve Hristiyanların aksine “kendilerine meydan okuyan fikirleri kendilerine entegre etmek için çok fazla fırsat tanınmadıklarını ve bu motivasyona sahip olmadıklarını” gösterebileceği önermesinde bulundu.

Liberalizm ve laiklik önyargıyı dindirmiyorsa, Brandt’in vardığı sonuçların ne olduğunu tahmin edebilirsiniz. Geçen yıl Social Psychological and Personality Science (Sosyal Psikolojik ve Kişilik Bilimleri) dergisinde yayınlanan bir çalışma, düşük bilgilenmenin önyargıyla bağlantılı olduğuna ilişkin önceki bulguları doğruladı; ancak bunun yalnızca belirli gruplara karşı olduğunu da gösterdi. Düşük bilişsel yetenek (kelime testi ile ölçülür) Latin Amerikalılar, Asyalı Amerikalılar, ateistler, gey erkekler ve lezbiyenler, siyahlar, Müslümanlar, yasadışı göçmenler, liberaller, beyazlar, zenginler ve feministler hakkındaki önyargı ile bağıntılıdır. Yüksek bilişsel yetenekse, Hristiyan köktendinciler, büyük iş adamları, Hristiyanlar (genel olarak), Çay Partisi, ordu, muhafazakârlar, Katolikler, işçi sınıfından insanlar, zenginler ve orta sınıf insanlara karşı önyargı ile bağlantılıydı. Ancak işlenmemiş beyin gücü, nefret ettiğimiz kişi hakkındaki belirleyici faktör gibi görünmüyor: Brandt katılımcıların demografik ve gelenekselcilik konusunda kontrol edildiğinde (akıllı insanlar “yeni yaşam biçimlerine” daha fazla destek veriyorlardı ve “geleneksel aile bağları”nı daha az destekliyorlardı), sonuç genel önyargı seviyeleri ile bağıntı göstermedi.

“Eşit-fırsat”a ilişkin önyargımızın temelinde ne yatıyor? Muhafazakârlar, feministlere ve sola hizalanan diğer gruplara karşı önyargılıdırlar ve liberaller köktendinci ve sağa hizalanan diğer gruplara karşı önyargılıdır; ancak gerçekten bunun politik nedenleri mi var? Veya liberalleri ve muhafazakârları onlardan hoşlanmamaya götüren, varsayılan siyasal ideolojilerinin ötesinde, belirli sosyal gruplarla ilgili bir şey mi söz konusu? Feministler ve köktendinciler, saf politikanın ötesinde birçok açıdan farklılık gösterir: Coğrafya, demografi, sosyal statü, müzik zevki...

BİRBİRLERİNİN POZİSYONLARINI BELİRLİYORLAR

Psychological Science (Psikoloji Bilimi) dergisinde yayınlanacak bir bildiride Brandt, yalnızca birinin siyasi görüşlerinin bir hedef grup hakkındaki olumlu veya olumsuz duyguları artırıp arttırmayacağını değil, aynı zamanda bu duyguların grubun en çok hangi yönlerini etkilediğini tahmin etmek amacıyla tahmin modelleri oluşturarak, bu soruları yanıtlamaya çalıştı.

Brandt öncelikle Demokratlar, Katolikler, geyler-lezbiyenler ve hipsterlar da dahil olmak üzere 42 toplumsal grubun algılanan özelliklerini değerlendirmek için Amerikalıların anketlerini kullandı. Bu grupların tipik üyeleri ne kadar muhafazakâr, gelenekçi ve yüksek statü sahibiydi? Grup üyeliği konusunda ne kadar çok seçenek vardı? (Bazı şeyler diğerlerine oranla daha çok genetik aktarım olarak görülüyor: örneğin Lady Gaga'nın “Born This Way” marşı, hipsterlar değil, eşcinseller tarafından benimsenmiştir.) Daha sonra, ulusal bir seçim anketinde verdikleri yanıtlar doğrultusunda, insanlara siyasi yönelimlerini ve bu 42 gruba yönelik duygularının ne kadar sıcak ve ne kadar soğuk olduğunu araştırdı.

Muhafazakâr politik görüştekiler, liberaller, lezbiyenler, trans bireyler, feministler, ateistler, zenginler, yasadışı göçmenler, siyahlar, bilim insanları, Hispanikler, işçi sendikaları, Budistler, Müslümanlar, hippiler, hipsterlar, demokratlar, gotikler, alt sınıf insanlar ve “inek” öğrenciler ve mülteciler hakkında soğukluk hissiyle ilintilendirildi. Liberal siyasi görüş sahipleri, muhafazakârlar, Hristiyan köktendinciler, zenginler, Çay Partisidestekçileri, büyük işletmeler, Hristiyanlar, Mormonlar, askerler, Katolikler, polisler, erkekler, beyazlar, Cumhuriyetçiler, inançlı insanlar ve birinci sınıf insanlara karşı soğukluk hissediyorlardı.

Brandt yalnızca bir hedef grubun algılanan siyasi yönelimini (gotikler, liberal veya muhafazakâr gibi mi görünüyor?) bilerek seçmiştir; liberallerin veya muhafazakârların onlara karşı daha fazla önyargılı olup olmadıklarını ve ne kadar önyargılı olduklarını siz de oldukça doğru biçimde tahmin edebilirsiniz. Sosyal statü (topluluk tarafından saygı gören bir grup mudur?) ve grup üyeliği seçimi (bu şekilde mi doğmuştur?) önemlidir. Çelişkili siyasi değerlerin aslında bu gruplara yönelik liberal ve muhafazakâr önyargıları yönlendiren etken olduğu görülüyor. Feministler ve köktendinciler pek çok açıdan farklılık gösterirler; ancak iş siyasi önyargılara gelince, yalnızca tek bir yön gerçekten önemlidir.

Crawford, Brandt ve meslektaşları, Kişilik ve Sosyal Psikoloji Dergisi’nde yayınlanan bir başka yakın tarihli raporda, insanların karşıt sosyal, ekonomik, politik ideolojilere karşı özellikle önyargılı olduklarını gördüler; belki de kültürel konuların içerdekilere kıyasla daha iç içe geçmiş görünmesi nedeniyle böyle bir tabloyla karşılaşıyoruz.

Elbette, bunların hiçbiri, liberallerin neden açık görüşlülüğe önyargıdan daha çok sahip çıkmadıklarını açıklamaz. Bir teori, liberallerin benzersiz özelliklerinin ve dünya görüşlerinin önyargı üzerindeki etkilerinin basit bir insanlık gerçeği tarafından gölgede bırakılmış olmasıdır: Bize benzeyen insanları severiz. 2011 yılında yapılan bir çalışmanın ortaya çıkardığı üzere, grup rastgele belirlenen bir gömlek rengiyle tanımlansa bile, kendi grubumuzun üyelerini tercih ettiğimizi gösteren uzun bir araştırma belgesi mevcut. Sosyal kimlik, yeniliği aramak veya bastırmak amaçlı herhangi bir eğilimden daha güçlüdür. Brandt bana şöyle diyor: “Liberallerin serbestiyet ile ilişkili özellikleri bir tür önyargı panzehiri değildir.”

Brandt, açık veya tutucu düşünce eğiliminin, çoğunlukla kendi içinde bir grup tanımı gibi davranarak kişinin çeşitli gruplara yönelik davranışlarını etkilediğini ileri sürüyor; siz bir özgürlükçü mü yoksa tutucu musunuz? Bu fikri destekleyen kendisi ve yardımcıları, 2015 yılında Kişilik ve Sosyal Psikoloji Dergisi’nde yayınlanan yeni deneyime açıklık konusundaki araştırmalarında, geniş bir topluluktaki 16 sosyal gruba karşı daha düşük önyargı ile bağıntıya girmiş olunsa da gruptaki en kapalı fikirli gruplara karşı önyargının arttığını ortaya çıkardı. Açık fikirli insanlar, kapalı fikirli insanlara göre, Evanjelik Hristiyanlar, Cumhuriyetçiler ve geleneksel ailenin destekçileri gibi “geleneksel” gruplara karşı daha soğuk hissettiler. Ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde, kapalı fikirli insanlar, ateistler, Demokratlar, fakir insanlar ve eşcinseller ve lezbiyenlere karşı açık fikirli insanlardan daha önyargılıydılar. Araştırma sürekli olarak liberallerin muhafazakârlardan daha açık olduğunu, ancak birçok durumda önemli olanın etkenin ne olduğunu da gösteriyor: Neye açık?

***

Bütün bunları bilerek, hoşgörü seviyelerini değiştirebilir miyiz? Zihni genişleten eğitim faaliyetlerinin önyargıları azaltacağını düşünebilirsiniz. Ancak SPSP toplantısındaki bir başka sunuma göre, öyle olmuyor! Bununla birlikte, insanlar örtbas etmeyi öğreniyor. Kentucky Üniversitesi'nde araştırmacı olan Maxine Najle, insanlara ateist, siyah, Katolik, gey, Müslüman ya da bir kadın olan bir başkan adayı için oy vermek isteyip istemediklerini sordu. Doğrudan sorulduğunda, lise sonrası bir eğitimi olan katılımcılar, bu gruplara oy kullanma konusunda daha az eğitimli katılımcılardan daha fazla isteklilik gösterdiklerini bildirdiler. Fakat daha dolaysız bir şekilde, daha fazla isimsiz olarak sorulduğunda, iki grup eşit önyargılar gösterdi. “Dolayısıyla, yüksek eğitim hoşgörüsüzlük seviyesini ifade etme becerisi sağlamış gibi gözüküyor” diyor Najle, “mutlaka daha yüksek bir hoşgörü sağladığı anlamına gelmiyor.”

EĞİTİM BU DURUMU ETKİLİYOR MU?

Eğitimin önyargıyı ifade etmeyi bastırması, insanların misilleme endişesi sebebiyle gerçek duygularını paylaşmaktan hoşnut olmadığı politik doğruluk kültürünü, yani sadece muhafazakârların şikayet ettiği hoşgörüsüzlük türünü işaret etmektedir. Ve yine de bir toplum olarak, tehditler ve nefret dolu konuşmalar gibi bazı söylemlerin küçümsenmesi konusunda anlaşmış durumdayız. Daha savunmasız insanları hedef aldığı için, muhafazakâr hoşgörüsüzlüğün liberal hoşgörüsüzlüğe göre daha fazla zarar verdiği yönünde bir görüş mevcut. Daha önceki listede bulunan ve liberaller ve muhafazakârlar tarafından küfredilen grupları düşünün. Zengin insanlar, Hristiyanlar, erkekler, beyazlar ve polisler genel olarak göçmenlerden, geylerden, siyahlardan, fakir insanlardan ve gotiklerden daha fazla güce sahip görünüyorlardı. Brandt'a göre, “Hristiyanlara ve muhafazakârlara yönelik önyargıların sadece önyargı olduğunu öne sürdüğümüzde, anlaşılır bir şekilde reddedildik” birçoğu açısından, sadece zorbalığa karşı duruyorlar.

Ancak muhafazakârlar durumu bu şekilde görmüyorlar. Politika ve ahlâk üzerine çalışan New York Üniversitesi'nde bir psikolog olan Jonathan Haidt, “Bugünlerde sağdan göründüğü üzere, sol kesim kültür savaşını kazandı ve medyayı, üniversiteleri, Hollywood'u ve herkesin çocuklarının eğitimini denetliyor” diyor. “Birçoğu sistem kurbanı olduklarını, güçlü ve baskıcı güçlerle savaştıklarını ve düşmanlıklarının o dünya görüşüne karşı olduğunu düşünüyor.”

İngiltere'deki Kent Üniversitesi'nden bir psikolog olan Robbie Sutton, SPSP'de hangi tarafın hoşgörüsüzlüğünün daha haklı olduğu konusuna değinen ön bulgular sundu. İklim değişikliği konusundaki inkârcı komplo teorilerini destekleyen insanların (örneğin “‘İklim değişikliğinin’, hükümet tarafından vergileri artırmak ve insanların özgürlüğünü azaltmak için bir mazeret olarak kullanıldığı” şeklinde bir hikâye) komplo teorilerine,küresel ısınma hakkındaki komplo teorilerini kabul edenlere göre (örneğin “Politikacılar ve sanayi lobicileri, iklim değişikliğinin tehlikelerini göz ardı etmeleri için bilim insanlarına baskı yapılıyor”) iklim bilimcilerini sansürlemek, gözlemlemek ve cezalandırmak istiyorlarken, iklim değişikliği inkarcılarından ziyade iklim değişikliği kuşkularını cezalandırmak ve gözlemlemek istiyorlar fikrini destekleyenlerden daha fazla inandıklarını buldular. Ancak bu duygular eşit derecede zarar verici midir? Birçok kişi bunun öznel bir soru olduğunu söyleyebilir, ancak kanıtları görmezden gelmek zordur; örneğin, Exxon’un iklim değişikliği bilgisini yıllardır gizlediği ve mevcut Cumhuriyetçi yönetiminin Çevre Koruma Ajansı bilim insanlarına yeni kısıtlamalar getirdiği gerçeği ortadadır. Kim daha savunmasızdır ve bilimsel kanıtlarla desteklenmektedir: Exxon mu yoksa çevre araştırmacıları mı?

Kim zehirlere karşı daha fazla tahammülsüz olursa olsun, gerçek şu ki insanlara daha fazla sorun yaşatılmaktadır. Peki ne yapmalıyız? Brandt, “Hoşgörüyü artırmanın en tutarlı yollarından biri, diğer tarafla temas kurmak ve bir amaç doğrultusunda çalışma deneyimini paylaşmaktır” diyor. Yanınızdaki kişiyle başlamayı öneriyor. “Herkes, güvenli mahallelerden, teşvik edici bir kültürel çevre ve güvenilir kar temizleme faaliyetinden faydalanıyor” diyor. “Liberal ve muhafazakâr komşular mahallelerini ve toplumlarını iyileştirmek için yerel düzeyde birlikte çalışma yollarını bulabilirse, diğer alanlarda hoşgörüyü artırmaya yardımcı olabilirler.” (Yani, karşı taraftan bir komşu bulabiliyorsanız.)

İlerici güçler, muhafazakârların tarihin yanlış tarafında olduğu izlenimine sahip olabilir; ancak muhafazakâr olanlar da trenin ön vagonlarındaki ilericiler hakkında aynı şekilde hissediyorlar. Herkesin aynı anda, ayn ıgemide bulunması imkânsız olabilir; ancak kısmen bile olsa ortak bir bakış açısı paylaşırsak, en azından yola devam edebiliriz.

* Politico/9 Mayıs (Çeviren: Tarkan Tufan)