YAZARLAR

Doç. Dr.Arzu Yılmaz: 'Çözüm Süreci'nde muhatap Erdoğan değil Bahçeli gibi görünüyor'

Doç. Dr.Arzu Yılmaz ile, yeni bir çözüm sürecinin Orta Doğu'daki aktörlerini, Türkiye'nin uluslararası senaryolardaki konumunu, Kürt Sorunu'nun devlet içinde ele alınışını, Cumhur İttifakı'nın tarafları arasında ve bölgedeki aktörler arasında işbirliğinin koşullarının oluşup oluşmadığını konuştuk.

İsrail’in 7 Ekim’in ertesinde önce Gazze, ardından Lübnan’ı hedef alan saldırıları bölgesel bir savaş kaygısına neden oluyor. Tartışmaların odağında İran’a dönük bir saldırı olsa da resme daha geniş bakan uzmanlar Ortadoğu’da ABD’nin çekilmesi sonrasında oluşacak yeni denkleme dikkat çekiyor. Bu yeni denklemin öznelerinin şekillendiği süreçte her ülke kendini yeni koşullara adapte etmeye çalışıyor.  Bu bağlamda Türkiye bir yandan İsrail’in tehdit olduğunu ifade ederken bir yandan da Kürtlerle yeni bir sürece hazırlandığını ima eden açıklamalar yapıyor. Irak ile Türkiye arasındaki ilişkiler ne durumda? Yeni Ortadoğu güvenlik mimarisinin aktörleri kim olacak? Türkiye bu mimarinin bir parçası mı? Kürtlerle barış arayışının temel motivasyonu ne? Sürecin muhatapları kim? Barzani’nin Türkiye’ye son ziyareti bu bağlamda nasıl bir öneme sahip? Bu soruları Kürdistan Hewler Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Arzu Yılmaz’a sorduk.

Yılmaz’a göre Ortadoğu’daki bu gelişmeler ve iç politikada anayasa değişikliğinin getirdiği zaruret, Kürt Sorunu’na çözümü nihayet devletin birinci gündem maddesi haline getirdi. Devlet bu noktada, Devlet Bahçeli eliyle ‘devletin milleti yeniden tanımlanacak onu yeniden tanımlayacak olan biziz’ ‘bir açılım yapılacaksa bu açılımı biz yaparız’ refleksiyle hareket ediyor.

Kürdistan Hewler Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Arzu Yılmaz

Türkiye ile Irak arasındaki önemli anlaşmazlık başlıklarından biri PKK’nin Kuzey Irak’taki varlığı. Erdoğan’ın Nisan’daki Irak ziyaretinde Bağdat’la PKK konusunda bazı uzlaşılara varıldı. Varılan bu uzlaşı ne demek, bugüne nasıl bir etkisi oldu/oluyor?

Aslında burada süreci biraz geri almak gerekiyor. Hakan Fidan Dışişleri Bakanı olduğunda ilk dış ziyaretini Irak’a gerçekleştirdi. Buradaki ziyarette Irak’ın PKK’yi bir terör örgütü olarak kabul etmesini talep etti. Ancak aradan geçen sürede henüz Nisan’da Erdoğan gelmeden Irak’ın böyle bir adım atmayacağını açık kaynaklardan gördük. Erdoğan henüz gelmeden PKK’ye dönük kullanılan terim, ‘yasaklı örgüt’ gibi muğlak bir ifadeydi. Bu ifade ilişkilerde yeni bir başlangıç yapmanın önündeki engelleri ortadan kaldırmak için bulunan bir ara formüldü. Günün sonunda PKK terör örgütü olarak ilan edilmedi.

Bununla beraber aslında karşılıklı ziyaretlerde varılan mutabakatlar biraz büyütüldü. Hatta gerek Savunma Bakanı gerek diğer düzeyde yetkililerden Pençe operasyonunu bitirmek için eklenen kilit ibaresi uyarınca iki ülkenin PKK’ye karşı ortak operasyonlar yapacağı da dillendirildi. Nisan’daki gezide de aslında ortak operasyona dönük bilgi almayı bekliyorduk, ancak perşembenin gelişi çarşambadan bellidir denecek şekilde Erdoğan gelmeden PKK’nin terör örgütü değil, yasaklı örgüt olarak ilan edildiğini gördük.

‘IRAK İLE PKK KONUSUNDA SEMBOLİK BİRKAÇ ADIM DIŞINDA YOL KATEDİLEMEDİ’

Somut olarak Nisan’dan bu yana nasıl bir adım atıldı diye bakarsak da Tevgera Azadi’nin parti olarak faaliyetlerine kısıtlamalar getirildi, bazı yerleşim yerlerindeki büroları kapatıldı. Bunun dışında Bağdat tarafından atılan bir adım görmedik. Oysa beklenti Pençe-Kilit’e referansla bir ortak operasyon yapılmasıydı. Bu, unutuldu, unutturuldu. Özetle var olanın öteside sembolik birkaç adım dışında çok da yol katedilmediğini tecrübe etmiş olduk.

Benzer biçimde Kerkük Ceyhan Boru Hattı sorunu bu gezide anılmadı dahi. Bugüne kadar da bu sorun çözülmedi. Ziyaret ve sonrasında bunlar oldu, ancak Türkiye’de bu ziyaret çok büyük bir başarı gibi yansıtıldı. Somut ve sahadaki gelişmelerle gezi ve sonuçlarının Türkiye’de medyada ele alış tarzı arasında büyük bir uçurum var.

‘TÜRKİYE, IKBY İLE BİR DOĞAL GAZ HATTI PROJESİ YAPMAK İSTEDİ, BU OLMAYINCA KALKINMA YOLU PROJESİ GÜNDEME GELDİ’

Aynı gezide Erdoğan Bağdat ve IKBY'ye bir ziyarette bulundu. Bu görüşmeler kapsamında gündeme gelen konu başlıklarından biri Irak, BAE ve Türkiye arasındaki Kalkınma Yolu Projesi’ydi. Burada nasıl bir ilerleme var?

Aslında Kalkınma Yolu Projesi Erdoğan’ın gelmesiyle ortaya atılan bir proje değildi. Daha önce de konuşuldu, ancak Irak’taki siyasi dengeler, Irak’ın içinde bulunduğu koşullar, ekonomik soru işaretleri nedeniyle tam anlamıyla masaya gelememişti. Ne olduğunu anlamak içinse biraz kronolojide kırılma noktalarına bakmak gerekiyor.

2014’te IKBY ile Türkiye arasında petroldeki gibi bir doğal gaz hattı inşa ederek işbirliğini genişletme girişimi gündeme gelmişti. Ukrayna Savaşı’nın patlak vermesi paralelinde bu girişimi hızlandırma çabası ortaya çıktı. Ancak söz konusu doğal gaz yatakları Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) etkili olduğu bölgelerdeydi. KYB ile Türkiye arasındaki ilişkiler sorunlu, öyle ki Türkiye ‘KYB bize tehdittir’ açıklaması yapıp, KYB’ye yönelik operasyonlar dahi yaptı. Yani bu girişime KYB’nin olur vermeyeceğini söylemek mümkündü. Bunun yanı sıra İran’ın Irak üzerinde ciddi bir etkisi var. Bu tartışmalar sürerken İran, İsrail istihbarat birimlerini hedef aldığı iddiasıyla Erbil’e saldırı düzenledi. Bana kalırsa bunların hepsi bir mesajdı. Nihayetinde doğal gaz boru hattından bir sonuç çıkmayacağı görüldü.

Bu bağlamda gündeme Kalkınma Yolu Projesi geldi. Ancak bu projede de bazı sorunlar var. İlk olarak seçilen güzergah yine tartışmalı bölgeler olarak bilinen adreslerden geçiyor. Buradaysa ciddi bir egemenlik sorunu var. Bağdat burada tam anlamıyla egemen olmadan yolun buradan geçmesi güç. İkincisi projenin hayata geçirilebilirliğinde sorunlar vardı, bunlar hala sürüyor.

‘TARTIŞMALI ALANLARDAKİ SORUNLAR ÇÖZÜLMEDEN KALKINMA YOLU PROJESİ’NİN HAYAT GEÇMESİ ÇOK ZOR’

Bu kadar sıkıntılar barındırdığı halde neden bu projeye cevaz verildi?

Şöyle Türkiye’nin 2021’den bu yana Ortadoğu’da Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkelerle girdiği yumuşama süreci, Yolun gündeme gelmesine neden oldu. Ayrıca proje, Bağdat ile ilişkileri toparlamak için bir fırsat olarak görüldü. Irak açısından Muhammed Şiya es-Sudani faktörüne değinmek gerekiyor. Sudani seçimle gelmedi, ancak bir dönem daha seçilerek görev yapmak istiyor. Bunun için de hem kendisinin hem diplomatik olarak Irak’ın profilini yükseltmeye çalışıyor. Bu nedenle projeye sıcak bakıyor. Öte yandan İran aynı dönemde Gazze’de yaşanan gelişmeler, elçiliğinin bombalanması gibi sorunlarla uğraşıyordu. Bölgedeki artan tansiyon karşısında, ‘zaten gerçekleşmesi zor’ dediği bu projeye yeşil ışık yaktı.

Projedeki duruma bakacak olursak, Irak’taki petrol ve malların yönü Batı değil, daha çok Basra üzerinden Asya’ya, doğuya yönelmiş durumda. Bu ticari akış hattı proje açısından bir soru işareti. İkincisi bahsettiğim gibi proje tartışmalı alanlardan geçiyor. Buradaki sorun çözülmeden, burada bir uzlaşıya varılmadan projenin hayata geçmesi çok zor. Zaten Nisan’dan bu yana pek yol katedilebilmiş değil.

TÜRKİYE ASKERİ OPERASYON SÜRERKEN PKK VE İMRALI’YLA BİR TAKIM GÖRÜŞMELER GERÇEKLEŞTİRDİ’

İsrail’in saldırılarının Lübnan’a sıçramasıyla sırada İran mı var sorusu akılları kurcalıyor. Öte yandan Türkiye’de son birkaç haftadır yeni bir çözüm süreci gündeme gelmeye başladı. Bölgedeki genel atmosferi de gözetirsek sizce Türkiye neden yüzünü yeniden Kürtlere dönüyor?

Kürtlerle barış konusunda temel bir varsayımımı paylaşayım: Ne zamanın ruhu ne de rejimin niteliği Kürt Sorunu'na barışçıl çözüm imkanı sağlıyor. Bu bağlamda Kürt Sorunu’na olabilecek en iyi çözüm, çözümsüzlüğün şiddetten arındırılmasıdır. İkincisi, Eski Milli Savunma Bakanı Hulisi Akar, 2022 sonundaki 2023 Bütçe görüşmeleri esnasında 2015’ten bu yana gerçekleşen operasyonlarda 37 binden fazla insanın öldürüldüğünü söyledi. Bu sözlerin alt metni aslında şuydu: Bu konuda askeri olarak yapılabileceklerin artık sonuna geldik. Nitekim kısa süre sonra Pençe operasyonlarına ‘kilit’ eklendi, yani artık bu operasyonlar son bulacak, kilit vurulacaktı. Buna karşın 2022’den bu yana o kilit vurulamadı.

Türkiye’nin askeri operasyonlar sürerken İmralı ve PKK ile bir takım görüşmeleri gerçekleştirdiğini açık kaynaklardan biliyoruz. Murat Karayılan 2021’de ‘bize resmi heyetler yollanıyor’ dedi, bunu Türkiye yalanlamadı. Yani aslında Türkiye 2021’den itibaren askeri olarak yapacaklarının sonuna yaklaşırken İmralı ve Kandil’le temaslara başlamıştı.

‘2021’DEN BERİ GÖRÜŞMELER SÜRÜYORDU, ANCAK UZLAŞILAMADIĞI İÇİN AÇIK EDİLMEDİ’

Zamanlama açısından önemli olan bir başka konu da Biden’ın 2021’de göreve gelmesiydi. Türkiye bu süreçte doğrudan Biden ile görüşmeye çalıştı. Demokratların iktidara gelmesiyle Türkiye’nin Kürtlerle bir araya gelmesine dönük dış baskısı arttı. 2021 yine Türkiye’nin Mısır, BAE, İsrail, Suriye ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini düzeltmeye çalıştığı tarihti. Dolasıyla biraz süreci geriden analiz etmemiz gerekiyor. Yine yerel seçimler sürecinde Leyla Zana ‘bu sorunu Erdoğan çözer’ dedi, keza Ahmet Türk bazı görüşmelerin olduğunu doğrulayan açıklamalar yaptı. Demirtaş, 2022’de ‘muhatap HDP’dir, HDP’nin muhatabı da asla hükümet, AKP, Cumhur İttifakı değildir’ dediği pozisyondan ‘Muhatap Öcalan’dır, hükümet de Öcal’ın muhatabıdır’ diyecek bir pozisyon farklılığına gitti. Zaten Ankara-İmralı-Kandil arasında bir trafik işlediğine dönük duyumlar alınıyordu. Yani aslında 2021’den beri görüşmeler sürüyordu, ancak bir uzlaşmaya varılamadığı için açık edilmedi.

‘BUGÜNKÜ SÜRECİN MUHATABI ERDOĞAN DEĞİL, BAHÇELİ OLARAK GÖRÜNÜYOR’

Bugünkü sürece bakarsak, bence muhatap bugün Erdoğan olarak görülmüyor. Muhatap Bahçeli olarak görülüyor. ‘Neden Bahçeli?’ derseniz bunun yanıtı yukarıda söylediğim ‘en iyi çözüm çözümsüzlüğün şiddetten arındırılması’ konteksiyle örtüşüyor. Örtüşen tarafını şöyle ele almak lazım. Benim bu bağlamda Kürt Sorunu'na dönük çözüm girişimlerine ilişkin genel geçer bir tespitim var: 1993 Ateşkesi de dahil olmak üzere Kürtlerle barış istisnasız Ortadoğu’daki jeopolitik bir kırılma sonrasından gelmiştir. 93 Ateşkesi Körfez Savaşı’nın izdüşümü, 2008-2009 Oslo Görüşmeleri gecikmiş 2003 Irak işgalinin sonuçlarından biriydi. 2013’se Arap Baharı’nın bir yansımasıydı. Bugün konuştuğumuz süreçteyse İsrail’in saldırılarıyla bölgede meydana gelen jeopolitik kırılma ve bölgenin değişen dengeleri etkili. Ancak bu defa dikkatimizi çeken bir şey var.

‘GÜNDEMDEKİ KÜRTLERLE ÇÖZÜM GİRİŞİMİ GEÇMİŞTEN FARKLI OLARAK DEVLET ELİYLE YAPILIYOR İZLENİMİ VERİYOR’

Bugüne kadar olan girişimlerde hep devlete rağmen yapılmış gibi bir izlenim vardı. 93 için Özal devlete rağmen bunu yaptı, 2009 sahipsiz kalsa da yine benzer izlenim veriyordu. 2013-2015 çözüm süreci için de Erdoğan’ın ‘gerekirse kan kusar kızılcık şerbeti içtik deriz’ ifadelerini hatırlarsak yine devlete rağmen bir çözüm arayışı izlenimi var. Ancak bugün yapılan açıklamaları dikkate alırsak Devlet Bahçeli’nin şahsında bu kez devletin eliyle bir girişimde bulunulduğu izlenimine kapılıyorum. 

Bu mevzu gündeme geldiğinden beri Mehmet Uçum’un yaptığı açıklamaları, farklı odakların açıklamalarını göz önüne alırsak bu bir devlet projesi olsa dahi izlenecek yol konusunda devlette bir mutabakata varılamadığı izlenimi oluşuyor. Bahçeli’nin şahsında yapılabilirse bu bir devlet projesi olarak hayata geçirilecek, ancak gelen diğer açıklamaları gözetirsek henüz nasıl olacağına dönük bir mutabakat yok. Karayılan da açıklama yaptı ‘yeni bir çözüm süreci yok, kimse hayale kapılmasın’ diye; yani belli ki PKK ile de bir uzlaşı yok.

ORTADOĞU’DA İSRAİL, İRAN VE KÖRFEZİ MERKEZE ALAN BİR GÜVENLİK MİMARİSİ KURULACAK, TÜRKİYE DENKLEMİN ÇEPERİNE DÜŞTÜ’

Anladığım kadarıyla, devlet henüz ne kendi içinde yol haritasına dönük bir uzlaşıya ne de PKK ile bir uzlaşıya varmış görünüyor. O halde neden hızla bu konuyu gündeme aldı? Hatta konunun gündemde olduğunu kamuoyuna hissettiriyor?

Bunu bölgesel gelişmeler ışığında değerlendirirsek bir sonuca varabiliriz. Bugün İran’ın bölgede nüfuzu aşındı, buna karşın hala Kürt siyasi alanında tüm aktörlerle konuşan, işbirliği yapabilen, daha önemlisi sahada askeri ve siyasi açıdan sözünü geçirebilen tek aktör. Öyle ki KDP; bugün IKBY seçimleri için Tahran ile anlaşmak zorunda kalıyor, ancak İran ile anlaşarak meşruiyetini sağlayabiliyor. Türkiye’yse KDP ile işbirliği yapabildiği takdirde ancak manevra kabiliyetine sahip oluyor.

Ortadoğu’da yeni bir güvenlik mimarisi kurulacak, yeni bir politik denge oluşuyor. Bu denge ama savaşla, ama uzlaşıyla İran, Körfez ve İsrail üzerinden kurulacak. Ancak Türkiye artık bu denklemde yok. Türkiye, ABD’nin bölgedeki faaliyetleri uyarınca bölgedeki stratejik konumunu, 2009’da model stratejik ülke olma özelliğine vardırabilmişti. 2011’den sonra Türkiye yavaş yavaş bu avantajlarını kaybetti, bahsettiğim yeni denklemin de çeperine düştü.

Bölgede yaşananlar, Gazze Savaşı veya Lübnan Savaşı olmaktan çıkıp İran ile İsrail arasında bir çatışmaya evrilirken bir başka risk ortaya çıktı. İsrail, eğer bugün Lübnan’dan Suriye’yi hedef alabilir. Golan Tepe’lerindeki hareketlilik, Rusya’nın buradaki bazı üslerini boşaltması bu açıdan ipuçları gibi. Suriye’de Ebu Kemal’e, yani Şii Hilal’in Şam-Beyrut-Bağdat bağlantısının kalbine uzanırsa burada bir tampon bölge kurabilir. Ebu Kemal demek Deyru Zor demek. 

‘ABD’NİN 2026’DA SURİYE VE IRAK’TAN ÇEKİLECEK OLMASI DA TÜRKİYE’NİN KÜRTLERLE ÇÖZÜM ARAYIŞINA ETKİ EDİYOR’

Türkiye’yi bu konuda hızlı adım atmaya iten bir diğer faktör, ABD’nin Suriye ve Irak’tan çekilmeyi bir takvime bağlamış olması. Bu takvim 2026’ya işaret ediyor. Türkiye bu noktada 2026’ya kadar Kürtlerle ilgili bir çözüm veya Kürt siyasal aktörleriyle işbirliği/orta yol bulmaya çalışıyor.

Öte yandan Ortadoğu’da Suriye’nin Arap Ligi’ne dönmesi, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerin burada elçiliklerini açması önemli. Yani Ortadoğu’da denklem yalnızca İsrail üzerinden değişmiyor. Bu değişim içinde Kürt siyasi aktörlerinin ‘iyi hayat tahayyüllerinin’ adresi artık Türkiye değil, Körfez. Hem Suriye hem Irak’ta Kürtlerin beraber yaşadığı kişiler Araplar ve Ortadoğu’da bir denge olacaksa bunun bir saç ayağı da Körfez. Bu hikayede farklı aktörlerin adları geçiyor, ancak Türkiye’nin adı yok.

Türkiye, ABD çekilirken itildiği çeperden çıkamama kaygısı ve telaşıyla hareket ediyor. Bu nedenle diğerlerinden farklı olarak bu sefer süreç dışardan içeriye değil, içerden dışarıya dönük bir projeksiyona dayanıyor. Yani burada bir yol katedilirse bu 2026 sonuna kadar önce Rojava’ya ardından Başur’a yansıtılmaya çalışılacak.

DEVLET BU KAÇINILMAZ VE ZARURİ KOŞULLAR KARŞISINDA ‘AÇILIM YAPILACAKSA ONU DA BİZ YAPARIZ’ DİYOR’

Bu noktada iç politikadaki gelişmeleri hafife almamak gerekiyor. İlk olarak Erdoğan’ın yeniden seçilmesi için zaruri görülen bir anayasa değişikliği ve erken seçim ihtimali var. Dolayısıyla Ortadoğu’daki bu gelişmeler ve iç politikada anayasa değişikliğinin getirdiği zaruret, Kürt Sorunu’na çözümü nihayet devletin birinci gündem maddesi haline getirdi. Devletin bu noktada Devlet Bahçeli eliyle ‘devletin milleti yeniden tanımlanacak onu yeniden tanımlayacak olan biziz’ ‘bir açılım yapılacaksa bu açılımı biz yaparız’ refleksiyle hareket ettiğini düşünüyorum.

‘KÜRDİSTAN YÖNETİM BAŞKANLIĞI KAMIŞLI-ANKARA ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN YÜRÜTÜLMESİNDE ÖNEMLİ BİR ROL OYNAYACAK’

Türkiye gündeminde bu konular masadayken Erdoğan geçtiğimiz hafta IKBY Başkanı Neçirvan Barzani’yi ağırladı. Barzani’nin ziyaretini bu gelişmeler ışığında nasıl yorumlamak lazım?

Türkiye, Kürdistan sahasından yalnızca KDP ile çalışabiliyor. KDP tek başına meclisi çalıştırabildiğinde dahi yapabileceklerinin sınırları görüldü. Türkiye için bugün Erbil ile konuşmak için yalnız KDP yeterliydi, ancak seçimlerden sonra yeni bir siyasi denklem olacak. Belki KDP yetmeyecek, KYB de gündeme gelecek. Eğer her şey yolunda giderse Türkiye’nin tehdit olarak gördüğü ve hedef aldığı bir parti parlamentoya girecek. Bunun yanında bölgede sık sık şöyle bir şey konuşuluyor: Haşdi Şabi Kürdistan Parlamentosu’na da girecek, yani İran’ın da sözünün geçtiği parlamentonun varlığı söz konusu olacak.

Çözüm süreci üzerinden gidersek ‘Kürtlerle bir uzlaşma sağlandı’ dediğimiz nokta Rojava üstünden şekillenecektir. Bu hem PKK-İmralı-Ankara arasındaki dinamikler açısından önemli hem de bölgesel dinamikler açısından önemli. Kürdistan Yönetim Başkanlığı bu bağlamda Kamışlı-Ankara arasındaki ilişkilerin yürütülmesinde önemli rol oynayacak bir merkezdir. 2019’dan bu yana Rojava Yönetimi’nin Körfez ile yürüttüğü diplomatik temaslarda Erbil’in üstlendiği rol bu konuda bir örnek sunuyor. Dolayısıyla Kamışlı-Ankara arasında bir ilişki kurulacaksa Neçirvan Barzani’nin bir rol üstlenmesi beklenebilir. Benzer biçimde şayet PKK ile bir uzlaşıya varılacaksa da IKBY/Barzani’nin oynayacağı bir rol olacaktır. Bundan sonra ne olacağını kestirmek güç, ancak bir şey olacaksa bu İmralı-Ankara-Kandil-Erbil-Kamışlı adresleri arasındaki trafik üstünden şekillenecektir. Tabii ABD seçimlerini atlamayalım, şayet Trump gelirse bir projeksiyon, Harris gelirse başka bir projeksiyon üzerinden analiz yapacağız.

Doç. Dr. Arzu Yılmaz Kimdir?

Doç. Dr. Arzu Yılmaz, 10 yıllık gazetecilik kariyerinin yanı sıra doktorasını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladı. 2017-2018 yıllarında Alman Güvenlik ve Uluslararası ilişkiler Kurumu (SWP)’de IPC-Mercator bursuyla post-doc yaptı. Yılmaz 2019-2022 yıllarında Hamburg Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. 2023 yılından bu yana Kürdistan Hewlêr Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak bulunuyor. Yılmaz’ın ‘Atruş’tan Maxmur’a: Kürt mülteciler ve kimliğin yeniden inşası’ başlıklı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2016 yılında yayımlandı.


Mühdan Sağlam Kimdir?

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. Aralarında AA Energy Terminal, Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.