Diyarbakır’ın Yeşilçam'ın kapısından dönen kebapçısı
Halim Eliş, namı diğer 'Ciğerci Halim Usta' Diyarbakır’ın en eski ve en yakışıklı kebapçılarındandır. Yeşilçam’ın kapısından dönmese başka bir hayatı da olabilirdi. Yine de kendi emeğiyle kurduğu hayatından razı. Su yerine rakı içtiği günleri geride bırakmış ama “Çok kazandım, çok harcadım. Yine olsa yine yaparım” demekten de geri kalmıyor.
DİYARBAKIR - Ciğerci Halim Usta gençliğinde uzun boylu bir insan mıydı acaba? Çocukluğundan bu yana hep çalıştığı için ve uzun süre mücadele edip yendiği mide kanseri yüzünden beli bükülmüş, hafif kamburu çıkmış. Bu nedenle gençliğinde uzun boylu olup olmadığını ve yaşını kestirmek pek mümkün olmuyor. Göbeği devasa değil belki ama yine de “Maşallahı var” dedirten cinsten. Biraz göbek biraz da 64 yaşın yorgunluğuyla ağır yürüyor sanki. Ama ona sorarsanız itiraz edecektir ve “Buradan Çınar’a kadar yürürüm, kimse de yetişemez bana” diyecektir.
Bana dedi bunları...
Sipariş veren müşteriler ile bir iki garsondan başka kimsenin olmadığı boş dükkanda sohbet ederken. Ayrıca güne her sabah tıraş olarak başladığını, çayını içip kahvaltısını ihmal etmediğini, dükkana tam vaktinde geldiğini de söyledi. Bunları söylerken yeşil gözlerinde hayata tutkuyla bağlılık ve bir özgüven ışıltısı beliriyor.
Oysa hayata hiç de avantajlı başlamamış Halim Eliş. Kendi ayakları üstünde durmaya başlayıncaya kadar türlü eziyetler çekmiş ama hayattan hep keyif almayı başarmış yine de.
MARDİN’DEN DİYARBAKIR’A GÖÇ
Halim Usta, Mardin Sultan Şeyhmus’un bir köyünde doğmuş. Dediğine göre, köydeki bir kavgayı ayırmaya çalışan babası silahla ağır yaralanıyor. Kavga edenlerden ölenler oluyor. Halim Usta, “Herkes babamın öleceğini düşünüyor. Bu yüzden ölen kişiyi babamın vurduğunu söylüyorlar. Ama babam 3 ay hastanede yattı ve ölmedi. Suç ona yüklendiği için, af çıkıncaya kadar 8 yıl hapis yattı” diyor.
Ancak kan davasına dönüşen kavga, Eliş ailesinin Diyarbakır’a göç etmesine neden oluyor. Babası hapiste olan Halim Usta ve kardeşlerine anneleri bakıyor. Annesi hamamda “nature” işi yapıyor. Hamama gidecek hali vakti yerinde kadınların bohçasını evden hamam, hamamdan eve taşıyor uzun yıllar.
Annesinin kazandığı para yetmiyor evi geçindirmeye. En büyük oğul olarak Halim Usta da evin ekonomisine kimi zaman su kimi zaman simit satarak katkıda bulunuyor. Birkaç yıl sonra artık büyüdüğünü hesaplayarak bir ciğerci ustasının yanında çırak durmaya başlıyor. Dört Ayaklı Minare’nin bulunduğu sokakta. Kısa İstanbul macerası hariç, Halim Usta’nın bütün hayatının geçeceği sokak...
HALİM USTA İSTANBUL’A GİDİYOR
Babası hapisten çıktığında Halim Usta genç bir delikanlıdır. Kebapçılık işini kıvırmış, geçimini sağlayacak parayı kazanmaya başlamıştır artık. Babası cezaevinden çıktıktan bir süre sonra başka bir kadınla evlenir. Baba aileyi ihmal eder ama örneğin Halim Usta’dan bütün yevmiyesini istemeyi ihmal etmez.
Yaşı gençtir ama o tarihte erken yaşta evlenmek makbuldür. Halim Usta da daha bir yıllık evlidir. Baba baskısından usanınca, genç karısını geride bırakarak İstanbul’un yolunu tutar.
İstanbul herkesin aklını başından alacak kadar muhteşem güzel bir şehirdir. Türlü fırsatlar sunar insana ve fakat türlü belalar da barındırır. Ama öyle anlaşılıyor ki İstanbul’da şans Halim Usta’dan yanadır.
PAVYONDAKİ YEŞİL GÖZLÜ ÇOCUK
İstanbul’da bir süre avarelik yaptıktan sonra arkadaşlarının yardımıyla Beyoğlu’ndaki bir pavyonda iş bulur. Pavyondaki sigara satma, vestiyer gibi işler kendisine kalır bir süre sonra. “Çok para kazanıyordum” diyor Halim Usta, “Hem çok kazandım hem çok harcadım” diye ekliyor.
Dediğine göre özellikle kadınlar kendisine bol bahşiş veriyormuş. O, "yeşil gözlü çocuk”tur pavyon müdavimleri için. “Yakışıklıydım” diyor bıyık altından gülerek, “Kadınlar severdi beni.” Dükkanın duvarlarında Halim Usta’nın gençlik fotoğrafları var. Bir o fotoğraflara bir de karşımda duran Halim Usta’ya bakarken, “Ah zalim yıllar” diyorum içimden.
Pavyondaki işi bitince başka mekanlarda bu kez arkadaşlarıyla eğlenmeye çıktığını söylüyor Halim Usta. O gece kazandığı parayı, gecenin sonunda tüketiyor. Esasında yaşadığı hayatın zor olduğunu söyleyen Halim Usta, “Ama gençtim yahu, hiçbir şey umurumda değildi” diyor.
FATMA GİRİK’İN İLTİFATI
Yeşilçam’da Fatma Girik rüzgarının estiği yıllar. Girik, şöhretinin doruğunda... Ona ulaşmanın imkansız olduğu zamanlar. Ama Halim Usta, Fatma Girik’le Isparta’ya gidecek kadar bir yakınlık kuruyor.
“Karslı bir arkadaşım vardı” diyerek Fatma Girik’le nasıl tanıştığını anlatmaya başlıyor: “Beni Fatma Girik’le o tanıştırdı. ‘Çok yakışıklısın, bir kızdan daha güzelsin, artist olmalısın’ diyordu. Beni Fatma Girik’e o götürdü. Gözlerime iltifat etti Fatma Girik, ‘İkimiz de yeşil gözlüyüz’ dedi.”
Fatma Girik tarafından yeşil gözlerine yapılan iltifat çok hoşuna gitmiş Halim Usta’nın. Üstelik Fatma Girik, Usta’nın elinden tutmaya, Yeşilçam’da kariyer yapması için destek olmaya da hazır olduğunu söylemiş.
KARLI ISPARTA’DAN KAÇIŞ
Halim Usta, “Hani delikanlı derler ya, Fatma Girik sahiden delikanlıydı, kibir falan yoktu onda” diyerek ünlü sanatçıyla ilgili edindiği izlenimi anlatıyor. Isparta’ya film çekmeye gidecek Fatma Girik. Halim Usta’ya “Bizimle gel” demiş. Bu Isparta yolculuğu belki Yeşilçam’a atacağı ilk adım olacak.
İlk adım heyecanıyla film ekibiyle birlikte Isparta’ya gidiyor Halim Usta. Isparta’da bir metre kar, Usta’nın üzerinde ise sadece bir ceket var. Hazırlıksız gitmiş! Utanıp sıkılıyor, kimseye “Üşüyorum” diyemiyor, sıcak tutacak üst baş bulamıyor...
Film için hazırlıklar yapılırken Halim Usta bir yolunu bulup İstanbul’a atıyor kendisini, kimseye haber vermeden. Yeşilçam macerası böylece başlamadan bitiyor. O tarihte giydiği ceket hâlâ gözlerinin önünde Halim Usta’nın. Bir de H harfi şeklindeki madalyonu. Madalyonu herkes görsün diye, karlı Isparta’da bile gömleğinin üst düğmelerini açık bıraktığını da hiç unutmamış.
SONUNDA DİYARBAKIR’A DÖNÜŞ
“Annemin okuma yazması yoktu” diyor Halim Usta. “Elinde kaldığım otelin telefon numarasıyla İstanbul’a gelmiş. O zaman Topkapı’daydı otogar. Telefon etmiş, gelsin beni alsın, diye. Birkaç gün otelde kaldı. Beni ikna etti, Diyarbakır’a birlikte döndük.”
Beyoğlu’ndaki şatafatlı günler geride kalıyor böylece. Yeni Kapı Sokak’ta, Dört Ayaklı Minare’nin yanında kebapçı tezgahı açıyor. Sokaktaki herkesi tanıyor ve ekmek teknesi kimseye muhtaç olmasına izin vermiyor. Sonra dükkan açıyor aynı sokakta. Sonra şimdi onunla oturduğumuz esas dükkanın tam karşısındaki dükkanı da alıyor. Halim Usta, 1965’ten beri Yeni Kapı Sokak’ta hizmet veriyor.
Yıllarca içtiği alkol ve sigara bu yıllarda gösteriyor etkisini. “Su yerine rakı içerdim. Günde 3 paket sigara içerdim” diyor Halim Usta, “Mide kanseri olunca bıraktım hem içkiyi hem sigarayı” diye ekliyor. Ameliyat olmamış, güvendiği doktorların tavsiyelerini dinlemiş, önerdikleri ilaçları kullanmış. “İçki de sigara da çok kötü, keşke hiç içmeseydim” diyor.
DÜKKAN 6 AY KAPALI KALDI
Tahir Elçi, 2015 yılında bu sokakta, Halim Usta’nın dükkanına 20-30 metre ötede vurulmuştu. Elçi vurulduğundan bu yana, anma günleri hariç, içim elvermediği için bu sokağa hiç girmedim. Birkaç kez de şehir dışından gelen arkadaşlarım için sokağa geldim. Onlara Dört Ayaklı Minare’deki kurşun izlerini, bariyerlerin arkasında kalan Surp Giragos Kilisesi’ni, yıkılan Suriçi evlerini gösterdim, hep bir iç sızısıyla.
Halim Usta, Tahir Elçi’nin vurulduğu günü şöyle anlattı: “Rahmetli Tahir Elçi’nin vurulduğu gün dükkandaydım. Daha erkendi, mangalı yeni yakmış, şişleri hazırlamıştım. Dışarı çıkıp dinledim onu biraz. Sonra dükkana döndüm, adımımı içeri atmıştım ki silah sesleri geldi. Yazık oldu, çok iyi bir insandı, çok iyi şeyler söylüyordu o gün.”
Tahir Elçi vurulduktan sonra Sur’da sokağa çıkma yasağı başladı. Halim Usta diğer esnafla birlikte 6 ay sonra dükkanı açtığında iç açıcı bir manzarayla karşılaşmamış elbette. Sebzeler, etler, ekmekler hep bozulmuş, kokmuş. Dükkanı temizlemek zahmetli bir iş olmuş.
İŞLER İYİ DEĞİL
Sokağa çıkma yasağının ardından toparlanmaya başlamış sokaktaki esnaf. “Eskiden bu cadde çok kalabalıktı. Binlerce insan gelir giderdi” diyor Halim Usta. Şimdi kim gidip gelecek? Ermeni ve Süryani dostları yıllarca önce göçtüler bu semtten. Sokağın açıldığı mahallelerde kimse oturmuyor artık. Surp Giragos Kilisesi restorasyon edildikten sonra insanların uğrak yeri olmuştu. Ama kilise, hâlâ yasaklı bölgede.
Halim Usta’nın, “İşler nasıl?” sorusuna “İyi değil” cevabını vermesinin nedenlerinden biri, sokakta insan sirkülasyonunun düşmesiyle ilgili. Diğer nedeni de korona virüsü salgınına önlem amacıyla getirilen kısıtlamalarla ilgili. Dükkanı açık tutuyor, siparişleri karşılamaya çalışıyor ama işleri iyi değil.
Peki, kebap yemek için Diyarbakırlılar neden kendisini tercih ediyor? “Ben işimi dürüst yaparım” diyor Halim Usta. “Etim taze ve temizdir. O büyük kebapçılara göre daha ucuza satarım. Bunun için herhalde” diyor Halim Usta.
Midesinden önce insanın gözünü doyuran çok gösterişli mekanlar var Diyarbakır’da ve bunların pek çoğunda lezzetlidir kebap çeşitleri. Ama Halim Usta, özellikle eski kuşak Diyarbakırlılar için geçmişe dair hatıralar da barındırdığı için tercih ediliyor olsa gerek. Öte yandan salaş görünse de mekanda lezzet tam kıvamında, hizmet ise hem abartısız hem de kusursuz.
‘ŞİMDİKİ AKLIM OLSAYDI YİNE HARCARDIM’
Halim Usta uzun boylu muydu gençliğinde? Onunla sohbet ederken bunun bir önemi kalmıyor, uçup gidiyor insanın aklından. Sohbeti güzel çünkü ve hayata hep iyimserlikle bakıyor. Yaşadıklarından tat almayı bilen insanlardan.
“Şimdiki aklım olsaydı” diye pişmanlık dile getirmiyor mesela, gözüpek bir hovardalıkla, “İstanbul’da kazandığım parayla en güzel yerlerde arsalar alabilirdim ama almadım, harcadım parayı. Şimdi imkanım olsa yine aynı şeyi yaparım” diyor.
Birçok ülke gezmiş Halim Usta, bazı şehirleri sevmiş ama yaşamak için “Yine de Diyarbakır gibisi yok” diyor. Diyarbakır gibisi yok ama şu salgın bitsin, ekonomik olanakları biraz düzelsin, daha önce gitmediği ülkelere de gidecek gezmek için. İşte bu enerji anlamsızlaştırıyor, “Halim Usta’nın boyu uzun muydu gençliğinde?” sorusunu.