Diktatörlük ve din devleti eşiğinde Anayasa teklifi
Bu iktidarı durdurmak gerekiyor. Ancak seçimde iktidarı durdurmanın yolu bugün anayasa teklifini durdurmaktan geçiyor, unutmayalım. Din kuralları ve fıkıh hükümleri standardize edilmiş hukuk normu olmadığı için aynı dinin dindarları arasında da çatışmaya sebep olduğu gibi farklı inanç ve yaşam tarzlarına hayat hakkı tanıma potansiyeline sahip değil.
Son yıllarda kim bilir kaç kere ve ne çok kişi yazıp, çizip söyledi bu gidişin diktatörlüğe doğru olduğunu. Kendimden biliyorum en azından üç beş kere, üç beş yerde söylemiş, yazmışlığım vardır; 2023 seçimlerini de bu iktidar kazanırsa içinde yaşadığımız otoriter yönetimin diktatörlüğe evrileceğini. Eh The Economist olmayınca duyulmuyor demek ki. Oysa görünen köy işte apaçık karşımızda. En tuhafı da içinde yaşamakta ve o yöne doğru yol almakta olduğumuz halde, bu gerçeği gören, söyleyen pek çok kişi varken bu ülkede kimilerinin telaşla “eyvah ‘batı’ yine seçim öncesi Erdoğan’a can simidi attı” minvalinde yorumlarda bulunması. Garip şey doğrusu ya da hiç garip değil çok bilindik. Ne de olsa biz “Almanya yenildiği için yenik sayılmıştık” değil mi? Sorumluların sorumsuzluğuna kılıf geçirmekte mahiriz. Oysa diktatörleri toplumların yarattığı da bilinen gerçeklerden. Erdoğan tekrar seçim kazanıp diktatör olursa yerine oğlu Bilal’i veliaht tayin etme gücüne erişecek. Gidişat açıkça böyle. The Economist yazdığı için değil. Ülkede pek çok kişi yazıp çizdiği için değil. Ülkeye siyasi aymazlık egemen olduğu için gidişat böyle. Siyasi fayda temeli üzerine kurulu politik muhafazakarlık, muhafazakar politikacıların kişisel çıkarından ibaret bir siyaset etme biçimine dönüştüğü için böyle. İlkeli politikacı bulmak zor bu ülkede. Hele siyasi parti ölçeğinde ilkesel tutum bulmak ondan da zor.
İşte önümüzde bir anayasa değişiklik çalışması var ve apaçık şekilde toplumu, diktatoryaya hazırlayan inşa sürecinden ibaret. Bu girişime temelden net bir ilkesel tutumla karşı çıkan sadece iki parti oldu; Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP). Kendilerine iktidar eliyle yaşatılan bütün zorluklara rağmen Anayasa tuzağına düşmeyen bu iki partiyi kutlamak gerek. Siyasi faydayı değil ilkeli siyaseti önceleyen tutumla, karanlıkta parlayan çoban ateşi misali “işte orada birileri var!” ferahlığı hissettirmeleri çok kıymetli. Diğer yanda Millet İttifakının bir kere daha Cumhur ittifakının tuzağına düşme görüntüsü. Politik muhafazakarlık açık, net, keskin tutum almalarını önlüyor sanki. Yumuşak geçiş için taktik arayışları içine girdikleri izlenimi ediniyor kimi yorumcular. Belki öyledir belki değildir şüphesine düşenler de az değil. Siyaseti yakından izleyenlerde bile böyle kuşkular yaratan taktikle seçmende yaratılabilecek kafa karışıklığı ihtimali ise ürkütücü. İktidarın teklifini revize edecek yaklaşıma dair söylenecek tek söz bu metnin revizyona uygun olmadığı. Apaçık hak ihlali ve ayrımcılık suçu anayasal norm haline getirilecek bir teklifin düzeltilebilmesi mümkün değil. İlkesel tutumla komisyon görüşmelerine katılmasalar çok iyi olacaktı. Ancak işte siyasal fayda ihtiyacıyla hareket etmenin tek siyaset yapma biçimi olarak görüldüğü bir ortamdayız. Yine de hâlâ komisyonu terk etmeleri ihtimali ortadan kalkmış değil veya komisyonda hayır tutumunu netleştirip genel kurul görüşmelerine katılmama yolu hâlâ açık. Bekliyoruz. Sadece siyasi partiler değil oradaki sivil toplum kuruluşları ve kadın örgütlerinin de komisyonu terk etmesi umulur. Otoriterlikten diktatörlüğe evrilme aşamasındaki bir iktidarın teklifini demokratik bir metinmiş gibi müzakereye girişmenin alemi yok.
Katılanlar EŞİK-Eşitlik İçin Kadın Platformu basın açıklamaları ve bilgi notunda yer aldığı üzere kadın kazanımlarını tersine çeviren, kadın, çocuk ve LGBTİ+ haklarını yok sayan bu teklifin sosyal mühendislik anlamına geldiğini açıklayıp kalksalar keşke. Anayasanın laiklik ve eşitlik maddesini çiğneyen, yönetim ve hukuk sisteminin laik niteliğini yok eden, Medeni Yasayı işlevsiz kılan bu teklifle kadınların başörtülü çalışma hakları güvenceye alınmıyor. Örtülü-açık tüm kadınların kıyafet tercihine devletin müdahale etme yetkisine anayasal zemin hazırlanıyor. Aile maddesi de hem LGBTİ+ bireyleri insan haklarından soyutlamayı anayasal norm haline getirme hem de kadın ve çocuk haklarını o kutsanan aile kavramı adı altında kolayca görünmez kılma tehlikesi yaratıyor. Boşanmadan velayete, tek ebeveynli aileden bekar yaşamaya, nafakadan edinilmiş malların ortak paylaşımına varıncaya kadar pek çok kadın kazanımı için de potansiyel tehlike yaratıyor. Evlenme yaşından tek eşliliğe kadar yaygın yasa ihlali yaşanan bu ülkede böylesi bir madde teklifi kolaylıkla erkek çok eşliliğine ve çocuk yaşta evliliklere anayasal meşruiyet zemini yaratma potansiyeline sahip. Tüm bunlar İran’ın teokratik rejimine, Taliban’ın Afganistan’da yeniden kurduğu, hukuk normu haline getirilmek yerine dondurularak arkaik hale dönüştürülmüş fıkıh kurallarını dayattığı toplum düzenine işaret ediyor. Adım adım gelen diktatörlük Türkiye’yi, bu iki ülkede yaşanan din devleti düzenine dönüştürme yolunda. Bu anayasa teklifini, topluma ve muhalefete dayattığında bir adım daha yakınlaştırmış oldu bizi bu tehlikeye. Başörtüsü ve aile maddelerine hiçbir siyasi partinin ve seçmenin hayır diyemeyeceği şeklindeki kurnaz tuzağına çok güveniyor. Oysa bu iki madde parlak görünüşlü, kıpkırmızı, iştah açıcı ama zehirli bir elma şekeri. Muhalefetin bunu görmesi ve tüm açıklığıyla topluma anlatması beklenir.
İran devrimi sırasında geniş toplumsal muhalefetin devrim içinde yer aldığını, kadınların neredeyse eşit sayıldığı halk hareketini hatırlayalım. Devrim başarıya ulaştıktan az sonra kadınlar kendilerini toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmış sayarken boşanma hakkını kullanmak istediklerinde hiç de eşit olmadıklarını görüvermişlerdi örneğin. Ancak teokrasi mücadele yollarını tıkamıştı. 1979’dan bu yana mücadele ediyor İran’lı kadınlar. EŞİK gönüllülerince düzenlenen çevrimiçi panelde “1979 öncesi yılda bir kez yapılan plan ve bütçe çalışmalarını tüm bakanlıklar, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinde gerçekleştirmek için toplanırlardı” diyor, İran eski Kadın Bakanı Mahnaz Afkhami. "Afganistan, İran ve Türkiye’den kadınlar yaşadıkları benzer baskıları ve ortak mücadeleyi konuştu” başlıklı basın açıklamasıyla duyurulan ulus ötesi feminist panel, 150 kadının katılımıyla 21 Ocak akşamı gerçekleştirildi. Hem İran hem Afganistan için “ne tür siyasi gelişmelerle nasıl birer din devletine dönüştürüldü?” sorularına da cevap içeren panelin amacı bu üç ülkedeki kadınların benzer sorunlarına ortak mücadele ile direnme yollarını konuşmak, birbirimizden öğrenmek olarak özetlenebilir. Afganistan savaş ve işgal sonrası Taliban hakimiyetiyle, İran ise İslam Devrimiyle din devletine dönüşmüş olsa da her ikisi de vaktiyle modernleşme yolunda laik hukuk yönünde ilerliyordu. Bilindiği üzere Atatürk, Şah Rıza Pehlevi ve Amanullah Han arasındaki dostluk ve ülkelerin modernleşme hamlesi arasındaki paralellik gibi günümüzde de her üç ülkedeki toplumsal ve siyasal kırılmalar neticesi kadın hakları ve kazanımlarında geri gidişler arasına benzerlikler var. Dolayısıyla bu üç ülkenin kadın aktivist ve akademisyenleri, hukukçuları deneyim paylaşımıyla ortak mücadeleyi güçlendirmeye yöneldi EŞİK panelinde.
Bağlantısını verdiğim basın açıklamasından okunabileceği ve muhtemelen yakında yayınlanacak video izlendiğinde görüleceği üzere bizim şu Anayasa değişiklik teklifi bir savaş ya da devrim olmaksızın gerçekleşen siyasi hamle ile toplumu aynı yönde değiştirecek adımlarla çok benzeşiyor. Bu iktidarı durdurmak gerekiyor. Ancak seçimde iktidarı durdurmanın yolu bugün anayasa teklifini durdurmaktan geçiyor, unutmayalım. Din kuralları ve fıkıh hükümleri standardize edilmiş hukuk normu olmadığı için aynı dinin dindarları arasında da çatışmaya sebep olduğu gibi farklı inanç ve yaşam tarzlarına hayat hakkı tanıma potansiyeline sahip değil. Sadece çatışmadan beslenen özgürlük karşıtı rejimler ürettiği tarihten sabit olan dini hükümlere kapı açacak böyle bir anayasa değişiklik teklifi ile şimdi baş etmek, önlemek zorundayız.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
Ülkü Ocakları MHP’nin Demir Kubbesi mi? 04 Ekim 2024
Soyadı eşitliği yerine yeni ayrımcılık katmanı getiremezsiniz 27 Eylül 2024
Narin’i saygıyla uğurlayamadık bari hakkını layıkıyla arayalım 20 Eylül 2024
İktidar teğmenleri tehdit ile özgüven kazanamaz 13 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI