Didem Şahin: Belgesel sinemacı bir hikâye anlatıcısıdır

Didem Şahin'le belgesel sinemayı konuştuk. Şahin, "Bir karikatüre tahammül göstermeyen egemen, belgesel sinemaya da kendi varlığına tehdit algılayacağı bir içerik olduğunda yasak getirecektir" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Marmara Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünü bitirdikten sonra pek çok TV kanalında çalışan Didem Şahin, akabinde İngiltere’ye yerleşir. Bu ülkede Belgesel Film Yapımı ve Yönetimi üzerine yüksek lisans yapan Şahin, ilk belgeseli "Beyrut’a Gittiğimi Anneme Söylemeyin"i 2006 yılında yapar. İsrail’in Lübnan’a aynı yıl yaptığı saldırıyı orada gözlemleyen bir belgesel sinema öğrencisinin hikâyesini anlatan film, SİYAD tarafından ödüllendirilir. Ardından Berlinale Talent Campus’e seçilen Şahin, HaberTürk TV’ye belgesel yapar. Biyografik belgesellerin yanında, spor ve Çerkes Soykırımı üzerine de belgeseller yapan Şahin, kendi şirketini kurar.

Son olarak 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışan "Acı ve Tatlı" isimli belgeselini yapan Şahin ile bir araya geldik ve belgesel sinema anlayışını konuştuk.

'HAYAL ETMEK BİR SANATÇIYI KISITLAMAZ, ÖZGÜRLEŞTİRİR'

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Belgeselin ‘gerçek’le olan ilişkisi ayrı bir konu. Belgesele bütçe yaratan yapımcı ve çeken yönetmenin insafına kalmış ‘gerçek’… Dolayısıyla bize bir durumu, kavramı, mağduriyeti veya karakteri nasıl bilmemiz isteniyorsa o şekilde sunulmasını telkin eden veya dayatan gücün temsiline hizmet eden bir sadakatten de söz ediyor olabiliriz.

Belgesel sinemacı bir hikâye anlatıcısıdır. Ele aldığı mesele politik, ekolojik, psikolojik, kriminolojik, bilimsel veri, cinsiyet, tarih... vs. temelli sayısız konuda olabilir. Önemli olan nasıl anlattığıdır. Burada artık hikâye anlatıcısının kendi evreni, vizyonu, sanatının anlatım olanakları, grameri vs. devreye girer. Herhangi bir kısıtlamanın olduğu yerde bağımsız, özgür bir eserden söz etmek mümkün olmaz. Kısıtlama sadece somut bir engellemeden değil insanın kendi kendine yarattığı otosansür, toplum baskısı, tabular vs. de bunun içinde. Hayal etmek bir sanatçıyı kısıtlamaz bilakis özgürleştirir.

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Siz kendinizi nereye koyarsanız size de oradan bakarlar… Türkiye’de sinema sektörünün her alanında aşılmayı bekleyen çok fazla sorun var. Senaristler, editörler, set çalışanları, bağımsız sinema yapmaya çalışan yapımcılar, yönetmenler… Hepimiz bu sektörün bir parçasıyız, mevcut sorunlar kapsayıcı çözümlerle aşılabilir.

Belgesel sinemacılar özelinde konuşursak; Türkiye’de sinemalarda gösterilecek düzeyde yaratıcı, teknik standartlara uygun, görüntü yönetmenliğinden, ses tasarımından, anlatım dilinden övgüyle bahsedebileceğimiz eserler son yıllarda artmaya başladı Belgesel sinema ifadesi izleyici açısından daha yeni oturuyor. Türkiye’deki fon kaynakları açısından bakıldığında durum aynı. Kültür Bakanlığı'nın belgesel yapım destekleri en fazla 150, 160 bin. Çok kıymetli ancak söz konusu belgesel sinemaysa bu rakamlar ancak ön araştırma safhası için destek sayılabilir. Ayrıca Bakanlık bütçenizin bir kısmına destek oluyor gerisini yapımcı olarak sizin yaratmanız gerekiyor. Alternatif fon kaynakları çok az. Yurt dışı fonlarına yöneliyorsunuz haliyle. Ancak yurt dışı festivallerin veya kurumların fon desteğini almanız için onların kriterlerine, beklentilerine uygun bir proje dosyanız olmanız gerekiyor, bu da ayrıca uzun bir tartışma konusu.

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Flaherty’nin bir Eskimo ailesinin yaşamını gözlemlediği "Kuzeyli Nanook" ilk uzun metraj belgesel olarak literatürde geçiyor. Yeri gelmişken Flaherty’nin filmde birçok sahneyi kurduğu ve hatta Nannok’un Flaherity’nin arkadaşı, Nannok’un filmdeki eşinin de kendi sevgilisi olduğu biliniyor. İlk sorunuzdaki belgeselin ‘gerçek’le ilişkisine yönelik bir not olsun.

Sanatın her alanında olduğu gibi belgesel sinema da kendi yolculuğunda farklı evrelerden geçti, gelişti. Bugün artık belgesel ve kurmacanın iç içe geçtiği anlatım formları, interaktif belgeseller, türlerin iç içe geçtiği melez anlatımlardan bahsediyoruz. Belgesel sinema o kadar başarılı bir seyir halindeki kurmaca dünyası belgeselden faydalanıyor. En son örneği Chloé Zhao’nun Oscar ödüllü "Nomadland"i. Bilindiği gibi "Nomadland", Jessica Brudel’in 3 yıl boyunca kendi karavanıyla iz sürdüğü, yüzlerce ‘evsiz’le röportajlarından damıttığı bir kitap. Film yarattığı karakterle izleyiciyi karavanlarında yaşayan, emekli olmaları gerekirken geçici&dönemlik işlerde çalışan ‘houseless’ların dünyasına sokuyor.

Ben hikâye nereye akmak ister ona bakmayı tercih ediyorum. Biçimi önceleyerek bir projeye başlamıyorum. Televizyon izleyicisine yönelik bir belgesel yapıyorsam oradaki sınırları zorluyorum. "Acı ve Tatlı", benim ilk uzun metraj belgeselim, yeri geldi farklı türlerin imkanlarından faydalandım. Önemli olan hikâyenizle uyumlu bir anlatım yaratabilmek.

'YOUTUBE VİDEOSU İZLEYEREK BİLGİ SAHİBİ OLUNMAZ'

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bilgiye ulaşmak istiyorsanız kitap okumanız gerekir, kapsamlı, farklı argümanları temel alan, mümkünse kendi dilinde en azından İngilizce kaynakları taramanız gerekiyor. Müthiş online kütüphaneler var vs. Youtube videosu izleyerek bilgi sahibi olunmaz. Belgesel izleyerek de bilgi sahibi olunmaz ancak fikir sahibi olursunuz, o da zaten başkalarının fikridir. Bilgiye nasıl ulaşılır konusunda en yetkin isim bizim belgeselimizin de tarih danışmanı olan Emrah Safa Gürkan. Omnibus’u izlemenizi tavsiye ederim.

Her mecranın kendi dinamiği, estetiği var. Youtube içerikleri fazla maliyet gerektirmeyen ekipmanlarla çekilebiliyor. Burada önemli olan ne anlattığınız oluyor haliyle.

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir duvar yazısına, karikatüre, bir dizeye tahammül göstermeyen egemen, belgesel sinemaya da kendi varlığına tehdit algılayacağı bir içerik olduğu durumda yasak getirecek, izleyicisine ulaşmasına engel olacaktır. Farkındalık yaratan, üstü örtülmeye çalışılan gerçekleri ifşaa eden, kamerasıyla adalet arayışındaki insanların süreçlerini anlatan belgeselciler filmlerini gösterecek mecra bulamıyorlar, bir sonraki filmleri için fon bulamıyorlar, dokümanlarına el konuluyor, haklarında davalar açılıyor.. Bu hep olagelmiştir. Tarih boyunca gerçeği dile getiren sanatçılar çok ağır bedeller ödedi. Arjantin’in önemli belgeselcilerinden Raymundo Gleyzer hala kayıplar listesinde, cesedine dahi ulaşılamıyor.

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Türkiye’deki özellikle festival geçmişi olan bazı belgeseller çeşitli platformlarda gösteriliyor. Seri belgesel üretiminde yapım ortağı veya yapımcı olan BluTV, Gain gibi kanallar var ama sinema belgeselin bütçeleri çok daha yüksek ve kimi belgesellerin çekim planlaması geniş bir zamana yayılabiliyor. Bu noktada yapım ortaklığına girerler mi? Kesiştiğiniz durumda niye olmasın, girebilirler. Önemli olan doğru kişilerle iletişim kurabilmek ve projenizi doğru sunabilmek. Özgürleşmek diyemeyiz buna. İnternet mecraları kendi hedef kitlelerine yönelik üretimleri tercih edeceklerdir. Dediğim gibi kesişme noktaları önemli.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

"Acı ve Tatlı" izleyicisiyle çok yakın bir zamanda buluştu. Geçen ay Kazan Film Festivali'nde dünya prömiyerimizi yaptık. Öncelikli amacım belgeselimizi hakkıyla temsil etmek, çok daha fazla insana ulaşmasını sağlamak. Makedonyalı bir yapım şirketi ve İranlı ressam Lida Sherafatmandle ile beraber yürüttüğümüz uzun metraj belgesel projesi bir süredir gündemimde. Ancak pandemi nedeniyle biraz ağırdan alıyoruz.

Günlerim denize ve gökyüzüne doyasıya bakarak geçiyor. Rahatsızlığım nedeniyle yaz başından beri Bodrum’da tedavi görüyorum. Ziyaretçilerim oluyor, uzun muhabbetlerim oluyor telefonlarda… Okuyorum, hayal ediyorum, yeni hikayeler, uzak mekanlar…