'Devletin bekası' mı, toplumun bekası mı?

Mayıs 2023 seçimleriyle, taşları uzun yıllar içinde cumhuriyet ve komünizm düşmanlığıyla döşenen bir sürecin, bu toprakları “ortak vatan” olmaktan çıkaran bir evresine girmiş bulunuyoruz.

Google Haberlere Abone ol

Cumhuriyetin 101. yılında, “kederde, tasada, sevinçte, kıvançta” ortak, birlikte yaşama istenci güçlü bir toplum olmaktan uzaklaşmış durumdayız. İki kampa ayrılmayı anlatan “kutuplaşma” terimi durumu açıklamaya yetmiyor. Çok boyutlu, çok eksenli, derin bir toplumsal çözülme süreci içindeyiz.

Sermayenin hareketinin devletleri aştığı bir tarihsel kırılma döneminde, paylaşım ve hegemonya savaşları içinde kimi devletler çökertiliyor; haritalar yeniden çiziliyor. Son 30 yılda, Yugoslavya’yı, Irak’ı, Suriye’yi, Afganistan’ı, Filistin’i paramparça ettiler. Gelişmelere bağlı olarak, sıranın örneğin İran’a, Türkiye’ye vb. gelmeyeceğini kim garanti edebilir? 

Bu iki gelişmenin kesişim noktasında Türkiye’nin geleceği tartışılıyor. “Devletin bekası” mı, “toplumun bekası” mı, bu tartışmanın ayrıştırıcı sorularıdır! “Devletin bekası” diyenler, tehlikenin “dış-emperyalist” güçlerden, onların “bölücü terörist” işbirlikçilerinden kaynaklandığını iddia ediyorlar. Bize göre ise, Türkiye’nin önündeki gerçek tehlike, bu topraklarda yaşayan insanları bir toplum olarak bir arada tutan bağların çözülmesidir. İçsel bir kendini parçalama dinamiği hareket halindedir. Ekleyelim: Emperyalist plan ve emelleri boşa çıkarmanın en etkili yöntemi, toplumun iç dokusunu dış müdahalelere dirençli hale getirmektir.

KAPİTALİST CUMHURİYETİN SİCİLİ

Sorunlarımızın başında, geçmişi, birbirine kan ve din/mezhep bağıyla bağlı insan topluluklarının ezeli ebedi hareketi ve karşıtlığı olarak kavrayan, doğası gereği ayrıştırıcı ve “etnik temizlikçi” tarih anlayışı geliyor. Bu anlayış, bugün ırkçı- ümmetçi bir alaşım olarak tek adam devletinde cisimleşip güncellenmiştir. Bu yaklaşımın alternatifi, Türkiye toplumunu, bu topraklarda bizden önce yaşayan insanların var ettikleri tüm uygarlıkların, kültürlerin ve devletlerin birikimli mirasçısı olarak kavrayan tarih ve toplum tezi olabilir ancak. Derinliği olan bir antitezdir; yeni bir ruhla canlandırılması bugün özellikle önem taşıyor.

Bu kısa makalede Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreçlerini ana çizgileriyle olsun aktarma, çözümleme olanağımız yok.(1) Bugünü anlamada kritik önem taşıyan en önemli başlıkları anımsatmakla yetineceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti, Balkan savaşında en gelişmiş vatan topraklarını kaybeden, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi üzerinde, sosyolojik ve ideolojik tutkalını Sünni Müslümanlığın ve Türklüğün oluşturduğu yeni bir ulus devlet olarak kuruldu. 1921 ve 1924 anayasalarında “Türk devletinin dini İslâmdır” cümlesinin yer aldığını unutmayalım. 1924’de başlayıp, 1937’de laiklik ilkesinin anayasaya girmesiyle tamamlanan kabaca 13 yıllık bir zaman dilimi içinde kapitalizmin önündeki engelleri temizleyen bir burjuva devrimi programı yaşama geçirildi. “Tarihsel olarak ileri” dediğimiz adımlar esas olarak bu dönemde atıldı. Ve laik devlet 1940’larda başlayan, 1950’lerde hızlanan, 12 Eylül 1980’den sonra “çürüten” süreçlerden geçerek 2017’de Erdoğan eliyle çözüldü.

Bizdeki tarih ve dönem çözümlemelerinde pek az anılan ama tüm sürece asıl rengini veren gerçeğin altını kalınca çizelim: Türkiye Cumhuriyeti 17 Şubat 1923’teki İzmir İktisat Kongresi’nden itibaren kapitalist yolu seçmiş, 1952’den sonra da ABD’nin ileri karakolu misyonu üstlenmiş kapitalist bir devlettir.

ORTAK VATAN?

Müslüman olmayanları, Kürtleri ve Alevileri dışlayan “Sünni Müslüman Türk” millet tanımı, eş deyişle “Türk-İslam sentezi” ve anti-komünizm aşılı kapitalist yolculuk, dün olduğu gibi bugün de Türkiye düzeninin dayandığı iki temel sütunu oluşturuyor. AKP ve Erdoğan zamana yayılan bir tırmanma savaşıyla bu sentezin ağırlık merkezini “laik cumhuriyet”ten “İslamcı cumhuriyet”e kaydırmıştır. Erdoğan’ın kuruluş yasası mecliste ana muhalefetin desteğiyle geçen Diyanet Akademisi’nde 1 Şubat 2024’de yaptığı konuşmayı gündem değiştirme vb. basitliğinde yorumlamak büyük bir yanılgıdır. Özellikle şu iki cümle hazırlık adımlarının atılmaya başlandığı bir anayasa tasarımının ideolojik gerekçesi olarak okunmalıdır: “Türk demek, aynı zamanda Müslüman demektir… İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dininin bizatihi kendisine husumettir.”

Mayıs 2023 seçimleriyle birlikte, taşları uzun yıllar içinde cumhuriyet ve komünizm düşmanlığıyla döşenen bir sürecin, bu toprakları, üzerinde yaşayanlar için “ortak vatan” olmaktan çıkaran bir evresine girmiş bulunuyoruz. 

Cumhuriyet bir kavram, tarihsel ve evrensel bir hareket olarak “vatan”ı  o topraklarda yaşayan insanların yalnız barındıkları değil, aynı zamanda geçmişlerini, bugünlerini ve geleceklerini ortaklaştırdıkları bir mekân olarak tanımlama iddiasıdır. Vatandaşlık, “vatan”la ilgili her şeyin herkese ait olduğu, ulusal, dinsel, dilsel, etnik, kültürel varlık ve aidiyetlerin eşitler hukuku üzerinden işlem göreceği, kimsenin en azından biçimsel hukuk açısından ayrıcalıklı olmadığı bir siyasal statünün adıdır. Gerçeklenmesi, “siyasal cumhuriyet”in “toplumsal cumhuriyet”le tamamlanmasına bağlıydı. 1923 Cumhuriyeti’nin çözülmesinin belirleyici nedeni bu bağın kurulamamış olmasıdır.

Bu notlardan sonra, toplumsal çözülmenin hepimizin bildiği açık göstergelerini birkaç cümlede özetleyebiliriz: Türkiye, bugün anayasanın, yasaların, herhangi bir hukuk kuralının geçerli olmadığı; insanların ulusal etnik kimliklerine, dillerine, dinlerine, inançlarına, tercih ettikleri yaşam biçimlerine, cinsiyetlerine, siyasal eğilimlerine göre ayrıcalıklı ve sakıncalı bölmelere ayrıldığı; nüfusun yarısının açlık sınırında yaşadığı; nitelikli beyinlerin binlerle göç ettiği;  kendisini “sakıncalı” bölmede görenlerin ülkeyi terk etme yolları aradıkları; 18-25 yaş arasındaki gençlerin yüzde 72,9’unun  Türkiye dışında yaşamak istediği(2) bir ülkedir. Yangın, deprem felaketlerinde bile devleti yanında görmeyen, olası İstanbul depreminde mezarı olacağını bildiği evde oturmaktan başka bireysel ya da kamusal çare göremeyen yurttaşın bu ülke ve devletle olan duygu bağları pamuk ipliği ölçüsünde incelmiştir. “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi?” diyen Erdoğan, kendi “millet” tanımı içinde yer almayanlara, iradesine biat etmeyenlere aslında “bu ülke artık sizin değil” demektedir! “Giderlerse gitsinler” yalnız doktorlar için söylenmemiştir. Bu zihniyetle, milyonlarca Sünni Müslüman Arap, Afgan vb. sığınmacıya kucak açılarak yaratılan demografik değişim arasındaki bağ görülmeyecek gibi değildir.

'İKTİDARSIZ' MUHALEFET

AKP-Erdoğan iktidarının 1923 Cumhuriyeti’ni tasfiye etmesini olanaklı kılan üç siyasal “başarısını” şöyle özetleyebiliriz: Bir: Erdoğan, devletin tüm erk organlarını adım adım denetimi altına alarak siyasal, ama aynı zamanda fiili ve fiziki hükmetme/yaptırım gücüne sahip olmuştur. İki: Kendisinden özde farklı toplumsal sınıfsal programı olmayan parlamenter düzen içi muhalefeti, kendi ideolojik siyasal düzlemine hapsederek, kendisine benzeterek, her aşamada iktidar olma iradesini kırarak boşa düşürmüştür. “İktidarsız” muhalefet yaratmıştır! Üç: Erdoğan, kendisini iktidardan uzaklaştıracak gerçek tehlikenin emekçi halkın kitlesel hareketi olduğunu görmüş, özellikle Gezi/Haziran isyanından sonra, şiddete başvurarak, kriminalize ederek, kitle hareketindeki farklılıklar üzerinde oynayarak tekrarını önlemeyi en azından şimdilik başarmıştır.

AKP iktidarı bu 22 yılda, ideolojik kültürel bir hegemonya kurmayı, Türkiye’yi Emevi İslam değerlerinin ve yaşam biçiminin egemen olduğu bir topluma dönüştürmeyi ise başaramamıştır. Toplumun en az yarısı, bu dayatmaya teslim olmadığını her fırsatta, kimi zaman eylemle, kimi zaman oyla ortaya koymuştur.

SOSYALİST CUMHURİYET

Emekçi-ilerici toplumsallığın özlem ve arayışlarına yalnızca totaliter tek adam rejiminden kurtulma hedefiyle yanıt verilemediğini, verilemeyeceğini son seçimde hep birlikte deneyerek öğrenmiş olduk.

Bugünkü umutsuz, bezgin ruh halinin nedenlerinin başında parlamentodaki düzen muhalefetinin bildiğimiz niteliği, son seçim sürecinde iyice ortaya çıkan çapsızlığı yer alıyor. Sol/sosyalist hareketlerimizin var olan birikim ve potansiyellerine rağmen, güçlü bir mücadele zemini, toplumsal enerji ve heyecan, sahici bir siyasal seçenek yaratamaması toplumdaki boşluk ve çaresizlik duygularını güçlendiriyor. DEM Parti kişiliğinde Kürt hareketinin Mayıs seçimlerinden sonra içine dönerek yol ve yön tartışmalarına yoğunlaşması durumu daha da karmaşıklaştırıyor.

Türkiye’nin tarihten gelen bütün kusur ve açmazları toplum olmanın nesnel zeminini tümüyle ortadan kaldıran sermaye gericiliğinde yoğunlaşmıştır. Bu tablo ancak toplumsal kurtuluşçu program ve pratiklerle; tarihsel, teorik birikimin, emekçi kitle hareketinin enerjisiyle aşılabilir. Bu enerjiyi açığa çıkarma, örgütleme kapasitesi taşıyan sosyalist/komünist partilerimize ve Kürt devrimci demokrat hareketine büyük görev ve sorumluluklar düşüyor.

Kapitalizmin teorik, tarihsel sınırlarının belirginleştiği, ne zaman, nasıl çökeceğinin bizzat kapitalistlerce tartışıldığı bir tarihsel uğrakta, sosyalizme yalnız gelecekteki bir toplum tasarımı olarak değil, bugünkü sorunlara çözüm getirecek bir mücadele kaldıracı olarak en başta sosyalistlerin güvenmesi gerekiyor. Günümüzde bütün toplumların ve Türkiye toplumunun birlik ve dirliğini yeniden inşa etmeye yetenekli tek seçenek sosyalist cumhuriyettir!

Türkiye’yi yeniden ortak vatan kılmanın yolu, herhangi bir etnik unsura, dile, dine referansla tanımlanmayan, bu topraklarda yaşayan herkesin eşit yurttaş olduğu bir anayasal rejim için mücadele etmek, böyle bir rejime ulaşabilmek için de “özgürlük için eşitlik”,  “toprak kardeşliği” ve “sosyalizm” bayraklarını birlikte kaldırmak gerekiyor.


NOTLAR:

(1) Bunu son kitabımda yapmaya çalıştım. Bkz: Haluk Yurtsever, Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk, Yordam Kitap, İstanbul, Eylül 2023, s. 450-542.

(2) Onlarca veri var. Bunlardan yalnızca birini, Almanya merkezli Konrad-Adenauer-Stiftung (KAS) Derneği’nin Türkiye Gençlik Araştırması 2021  raporundan alarak aktardım.