‘Devlet nerede?’ sorusunun yanıtı belli oldu: Ağaçları için nöbet tutan köylünün karşısında

Yanan ormanlar için bölge halkı ve gönüllüler mücadele ederken herkes aynı soruyu sordu: “Devlet nerede?” Devlet, maden amacıyla kesilmek istenen ağaçları için nöbet tutan köylülerin karşısında...

Google Haberlere Abone ol

Emine Akbaba

Ege’nin turistlik merkezlerinden biri olan Muğla’nın Milas ilçesine 18, Yeniköy Termik Santrali’ne 7 kilometre uzaklıkta tatilcilerin uğrak yeri Ören’e giderken çam ağacı kokusunun ve kuş seslerinin yol arkadaşlığı ettiği o uzun kıvrımlı yolda gözünüze kırmızı bir pankart çarpıyor: “Akbelen Ormanı’nı Vermeyeceğiz.”

Bugünlerde herkesin gözünün kulağının orada olduğu, şimdilerde çam ağaçlarının kokusu yangının kokusuna, kuş sesleri itfaiye seslerine karışmış olsa da yanan ormanlara karşı şimdi daha çok Akbelen’i savunmanın anlam kazandığı İkizköy Akbelen Ormanı Direnişi bugün 23’üncü gününde…

Haftalardır ülkenin dört bir yanında yanan ormanlar ile bölge halkı ve gönüllüler mücadele ederken herkes aynı soruyu sordu: “Devlet nerede?” 9 Ağustos’u 10 Ağustos’a bağlayan bu gecede devlet karşımıza Akbelen Ormanı’nda dikildi. Akbelen, yangının sürdüğü Fesleğen Yaylası’na sadece 15 kilometre uzaklıkta. Köylüler bir yanda yangının köye ve ormana sıçrama endişesini yaşarken, devletin derdi yangını fırsata çevirmek oldu. Jandarma, LİMAK ve YK Enerji ağaçları rahat rahat kesebilsin sonra da maden sahasını kurabilsin diye köylüleri ve günlerdir orada olan dostları kalkanlarla Ören yoluna çıkardı. Bu köyün ve mücadelenin hikayesi 17 Temmuz'da başlamadı. Bugün inatla “Katil LİMAK” demelerinin onlarca nedeni var. 17 Temmuz’da nöbetin ilk gecesini ve sonrasını onlarla birlikte geçirirken herkesin anlattığı, İkizköy’den şirket ve devletin baskısına rağmen vazgeçmemelerinin öyküsü bende saklı kalmasın. Necla Abla'nın “Nefes alamıyorum” çırpınışına, direnişin ilk gününde tüm köyün yüzündeki o gülümseye ve geceden beri jandarmaya direnen İkizköy’ün hikayesi, herkesin bildiği bir direniş öyküsüne dönüşsün.

KARŞILARINA DİKİLDİ: ‘KESEMEZSİNİZ!’

17 Temmuz sabahı LİMAK, 740 bin dönümlük ormanlık alanda kuracağı maden sahası için günün ilk ışığında, saat 06:00'da ormana ağaç kesimine geldi. Köyün girişindeki evde oturan ve “Nefes alamıyorum” diyerek hepimizi direnişin olduğu Akbelen Ormanı’na çağıran Necla Abla ağaçların kesimi için kullanılan motorun sesini duyan ilk kişi. Evi, kesim yapıldığı alana 2 kilometre uzaklıkta ama Necla Abla eşini ve çocuklarını alarak tek nefeste alana koştu. Ormancıların, jandarmaların karşısına dikildi: “Kesemezsiniz!" Ormandaki kuş seslerinin güzelliği bizim ilk kulağımızı kabarttığımız ses olsa da İkizköylüler yıllardır ormandan gelecek olağan dışı sesi bekliyor. Çünkü daha önce onlarca ağaç yine LİMAK tarafından kesilmiş, bu sefer bir tanesini bile kestirmemek için sürekli tetikte bekliyorlar. İkizköylüler kesim yapılan alana gelince motor duruyor, ormancılar kaçıyor, jandarma arkasına bakmadan ormandan çıkıyor.

Direniş Akbelen Ormanı’ndan hepimizin yüzüne gülümsüyor...

İzmir’den direnişin olduğu alana, ilk gün akşam saatlerinde ulaştık. Bizi ilk karşılayan, alanın güvenliğinden sorumlu Tori Dikkuyruk isimli köpek oldu. Alandaki herkesi biraz kendinden uzak tutan dişleriyle “direnişin köpeği” Tori. Semaverde çay demlenirken kadınların yanına misafir olduk. “Yoldan geldiniz biraz soluklanın” sözlerine aldırış etmeden direnişin öyküsünü, direnişin en önündeki kadınlardan dinlemek için yanlarına birer sandalye çekip oturduk. Sanki tüm gün gelenlere anlatmamış gibi aynı heyecan, aynı öfke ama aynı inançla yeniden anlattılar tüm gün yaşananları. Aytaç Abla anlatırken manilerini arka arkaya sıraladı. Sohbetin içindeki kadınlar bir bir yaşananları anlatırken İlkay Abla'nın gözleri parlıyordu oturduğu yerde. Sabahın 6’sından beri ilk kez dinleniyorlardı belli ki. “Çay içer misiniz?” diye sorunca arkada oturan erkekleri işaret edip “Bir sürü erkek var önce onlar içsin” dedi teyzelerden biri. “Sen bugün kendini düşün. Sıcak sıcak için ısınır” deyince, birkaçı “Doğru söylüyorsun kız” dedi. Gülüşmeler başladı.

EN GENÇ DİRENİŞÇİLER: ESRA VE ANIL…

Çayları koymaya çalışırken gözlerinin içi gülen genç bir kadın elini uzattı. "Merhaba ben Esra.” Yanında kardeşi Anıl. Direniş alanın en genç direnişçileri, hepimizin artık tanıdığı Necla Abla'nın çocukları. Sabahın 6'sında jandarmayı ormandan kovan Necla Abla'yla tanışmanın yarattığı o mutluluk, onda ise evine gelen misafiri karşılama heyecanı. Necla Abla tüm gün direniş alanında beklemiş, akşam olunca eve gidip direniş alanında bulunanlara tencere tencere yemek yapmış ama yüzünde yorgunluğa dair tek bir iz bile yoktu. Yorgunluğunu, ormancıları ormandan kovmuş olmanın mutluluğu gizliyordu. Biraz muhabbetten sonra yemek yiyebileceğimiz bir yer sorduk. Necla Abla elimizden tutup evine götürdü. Kocaman bir bahçenin içerisinde olan evlerinde balkonda yemeğe oturduk.

Bu ormanın girişinde, köylülerin elleriyle yaptığı, direnişin rengi kırmızı üzerine kocaman harflerle yazılmış “Akbelen Ormanı’nı Vermeyeceğiz!” yazısı duruyor. 1980’lerde ilk İTK’nin bölgeye göz dikip kömür ocağı açmasıyla başlıyor bugünün mücadele tarihi de. O günden beri Devlet Su İşleri’ne karşı suyu, Orman Genel Müdürlüğü'ne karşı ormanı savunuyorlar.

Ormanın çevresinde bulunan beş köye sadece bir tane ilk ve orta okul düşüyor. Genç nüfus yok denecek kadar az. 2017 yılında LİMAK şirketinin buraya girmesi ile bir köy daha önce boşaltılıyor. Aytaç Abla o boşaltılan ve yeni yerleştiği köyden de yine LİMAK yüzünden kovulmak istenen köylülerden sadece biri. Şimdi o boşaltılan köyün hikayeleri gelen misafirlere sanki bir masal gibi anlatılıyor. Boşaltılan köyde taş ocağı çalışmaları ise hâlâ sürüyor. Zeytin ağacı yasası var. Kim biliyor kim bilmiyor ayrı bir soru ama şirketler yasayı iyi biliyor. Boşaltılan köyde 150 yıllık zeytin ağaçları bulunuyor. Zeytin ağacı kesmenin yasak olduğunu bilen uyanık LİMAK köyü aldıktan sonra “ağaçları kesin odunları kullanırsınız yoksa yazık olacak” deyip tüm ağaçları yıllarca emekleri ile büyüttüğü köylülere kestiriyor. Köylülerden arazileri alma hikayeleri de bir o kadar acınası. Esra, dedesiyle ninesinin hikayesini anlatırken “Çoğunun okuması yazması yok. Tüm köyden kandırarak imza alıyorlar. Köye artık adım atamıyorlar artık." diyor. Esra ve Anıl İkizköy’ün LİMAK’a karşı mücadelesini tek solukta anlatıyor. Bölgeye su kaynağı olan kuyulardan 15 tanesi LİMAK ve YK Enerji'ye satılıyor. Pandeminin ilk başladığı zamanlar. Akbelen direnişçileri Meclis'te seslerini duyurmaya Ankara’ya gidiyor. Döndüklerinde LİMAK köylüyü dize getirmek için köyün suyunu kesiyor. Haftalarca İkizköylüler alanda bulunan ve köye uzak olan çeşmelerden evlerine su taşıyor. Su vanalarını elinden tutan şirket köylüleri ne zaman cezalandırmak istese ilk vanaları kapatıyor. Şirket kömür ocağı için günde iki ya da üç kez dinamit patlatıyor. Kârına zeval gelmesin diye hiçbir önlem almayan LİMAK yüzünden, taş ocağının yanında bulunan evlerde yemeğin içine dökülen evin tuğlası, boyası yüzünden yapılan tüm yemekler yenemeden çöpe dökülüyor. Her dinamit patladığında deprem oluyor hissini yaşıyorlar ve evlerinde çatlaklar oluşuyor.

İKİZKÖYLÜLERİN ETTİĞİ TEŞEKKÜRÜ KABUL ETMEYİN, AKSİNE SİZ ONLARA TEŞEKKÜR EDİN…

Güneş yeniden ağaçların arasından doğarken, nöbet alanında olmayan köylüler evde ne varsa koltuğunun altına sıkıştırıp alana geliyor. Nöbetin ilk sabahı… Bugün nöbet alanına gelecek misafirler var. O yüzden hızlıca kahvaltı yapılıp misafirler için yeniden semaver yakılıyor. Taş ocağının köye girdiği ve giderek her alana yayılmasının ardından, 5-10 yıl önce yağan o yağmurların şimdi nasıl asit yağmurlarına dönüştüğünü Melahat Abla anlatıyor. Melahat Abla, taş ocağı yüzünden köyünü bırakıp Milas’a yerleşmek zorunda kalanlardan sadece biri. Nöbetin ilk sabahında Milas’tan kalkıp geliyor. “Dinamitler patlamaya başladığında beri yağmur yağmaz oldu” diyor. Yağmayan yağmurlar yüzünden eskisi gibi ne zeytin ne de bal yetişiyor artık. “Zeytinlerim gitti trilyonlarım olsa ne olur?” demeden de edemiyor. Belediye başkanları geliyor ve çevresinde o geliyor diye gelenler. Gözüm semavere takılıyor. Köylüler canla başla gelenlere çay verebilmek için semaver başında çay doldurup servis ediyor. Direniş alanı girişinde belediye başkanının arkasında duran erkek yığını. Köylüler çay uzatıyor onlar alıyor. Yaklaşıp “çayı ben demlerim siz geçin” deyince ilk Necla Abla itiraz ediyor. Sonra “Sen İkizköy’ün kızı oldun” deyince karşılıklı kocaman bir gülümseme… Belki de herkese direniş alanlarında çayı kendisinin alması gerektiğini ve misafir olmadıklarını, direniş alanına gelirken ellerinde hiçbir şey olmasa su, çay ve şekerle gelip bir şeye ihtiyaçlarının olup olmadığını sormayı Bilal’e anlatır gibi anlatmak gerekiyordur kim bilir…

İkizköylüler her gelene teşekkür ederken, o teşekkürü kabul etmemeyi öğrenmek gerekiyor. Çünkü Akbelen’i savunanlar onlar ve bugün bizi nöbete çağıran İkizköylüler. Bu direnişin içimizi ısıtılmasına neden olduğunuz için biz size teşekkür ederiz. Aytaç Abla , Milas belediye başkanının “Biz sizi daha önce uyardık. Elini verirsen kolun da gider o zaman evleri vermeyin demiştik" demesinin ardından cevabı veriveriyor: “Bilemedik.” Yutkunuyor. Sözün devamı besbelli. Dediniz de, siz neredeydiniz bu LİMAK buraya giderken? Aytaç Abla'nın daha okula başlamamış torunu, gölgesinde oyun oynadığı o koca zeytin ağacını sorup o ağacın yanına gitmek istiyor. Aytaç Abla torununa “oraya gidemeyiz” diyor. Çünkü o ağacın olduğu yerde artık koskocaman bir maden sahası var.

Nöbetin ilk gününde bir yanda gelip gidenler var, bir yanda da alana pankart yapmaya çalışılıyor. Bir bez parçasının üstüne “Her ağacı tek tek savunacağız!” yazılacak. Yıllardır pankart yapmanın el yordamıyla elime kalemi alıp yazmaya başlıyorum. Pankartı yaparken yanıma Füsun oturuyor. O da bir yandan boyamaya çalışırken, Füsun’un Kazdağları direnişçilerinden olduğunu öğreniyorum. Bodrum’dan Kazdağları’na oradan da Akbelen’e… Nöbetin ikinci gününde oradan ayrılırken her kadının gülüşüne ortak olabilmenin, direnişin en güzel hallerinden birini direnenlerden dinlemiş olmanın heyecanı ama birbirimize alışmış olmanın burukluğu ile yola çıktım.

BU MEMLEKETTEN BAŞKA GİDECEK YERİMİZ YOKSA LİMAK’I KOVACAĞIZ

Akbelen Ormanı’nında nöbet sürerken ülkenin dört bir yanında ormanlar yanıyor. Yangınlar halkın ve gönüllülerin seferberliği ile söndürülmeye çalışılırken İkizköylüler yangın olan bölgelerde çalışmalara katılıyor, sabotaj olma ihtimaline karşı kendi özsavunma araçlarıyla tüm ormanı koruma altına almaya çalışıyor. 2 gün önce ormana ağaç kesimi için Yeniköy Termik Santrali çalışanları geliyor. Direniş bir anda üç noktaya sıçrıyor. Nöbet alanı, kesimin yapıldığı bölge ve Yeniköy Termik Santrali önü. Nöbet alanından termik santralin önüne bir pankart: Her ağacı tek tek savunacağız.

Bu gece yarısı da jandarma tüm seferberliği ile nöbet alanına gelerek köylüleri ve alandaki dostlarımızı alandan yerlerde sürükleyerek çıkarmaya çalıştı. Köylülerin “iyi misiniz?” sorusuna verdikleri tek bir cevap ver. “Değiliz!” İyi olmama nedenleri ise çok açık. Herkes "devlet nerede, havadan müdahale neden yapılmıyor" diye sorarken, devlet yangının ortasında LİMAK için gecenin köründe karşılarına dikiliyor. "Katil LİMAK" demeleri boşuna değil köylülerin. 1980’den beri köyde kanser, astım ve KOAH olmayan hiç kimse yok. Aytaç Abla'nın torunu için gölgesinde oynanacak zeytinlikler bırakmak istiyorsak LİMAK’ı Akbelen’den kovacağız. Yeniköy Termik Santrali’ne sıçrayan yangından sonra nefes almanın bile zorlaştığı Akbelen’de direniş herkes uykudayken bile sürüyor. Bu memleketten başka gidecek yerimiz yoksa memleketten LİMAK ve Cengiz’i kovacağız, Akbelen’i terk etmeyeceğiz.