Derbiler: Sınıf, mücadele ve futbolun hafızası

Renklerimiz farklı olsa da, aynı hikâyenin içindeyiz. Bir yanımız meydanlardan, fabrikalardan, direnişlerden gelir; diğer yanımız sahada dostça uzatılan bir elin hatırını bilir.

Derbiler: Sınıf, mücadele ve futbolun hafızası
Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Futbol sadece bir oyun değildir. Yeşil sahalarda geçen 90 dakika, çoğu zaman bir şehrin, bir ülkenin, hatta bir dönemin ruhunu taşır. Büyük derbiler, yalnızca iki takım arasındaki rekabetten ibaret değildir; sınıfsal, kültürel ve politik bir mücadelenin yansımasıdır. Tribünler, yalnızca tezahüratların değil, meydanlardan yükselen seslerin de yankılandığı yerlerdir.

Menotti'nin dediği gibi, "Futbol, sadece sahada oynanmaz. Oyun, insanların hayatlarıyla ilgilidir ve onların yaşadıkları dünyayı yansıtır." Türkiye’de futbolun en köklü derbilerinden biri olan Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti de, yalnızca sportif bir mücadele değil, aynı zamanda sınıfsal ve toplumsal ayrışmaların bir sahnesi olmuştur. Bu rekabetin kökleri, Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına uzanır. Bir yanda halkın takımı olarak anılan Fenerbahçe, diğer yanda ise daha elit kesimlerin temsilcisi olarak görülen Galatasaray. Zamanla bu çizgiler değişse de, tribünlerin taşıdığı anlam baki kalmıştır.

Benzer şekilde, İspanya’da Real Madrid ve Barcelona arasındaki mücadele de yalnızca futbol sahasında kalmamıştır. Real Madrid, Franco rejimi tarafından desteklenen, merkeziyetçiliğin ve kraliyet otoritesinin temsilcisi olarak anılırken; Barcelona, Katalonya’nın direniş ruhunu ve halkın özgürlük mücadelesini simgelemiştir. Dünyadaki birçok derbi, sadece bir futbol karşılaşması değil, aynı zamanda tarihsel, sınıfsal ve ideolojik çatışmaların sahaya yansımasıdır.

Johan Cruyff’un, "Kaliteyi para ile satın alabilirsiniz ama ruhu asla" sözü, aslında derbilerin neden yalnızca bir futbol maçı olmadığını gösterir. Futbol, yalnızca sahada oynanan bir oyun değil, toplumsal hafızanın, kolektif kimliklerin ve mücadelenin yansımasıdır. Taraftar grupları, tribünlerde yalnızca takımlarını destekleyen kalabalıklar değil, aynı zamanda toplumsal mücadelelerin bir parçası olan kolektiflerdir. Tribünlerde yasaklanan sloganlar, bazen sokaklarda yükselen seslerin bir yansımasıdır. Türkiye’de Gezi Direnişi sırasında tribünlerin aldığı tavır, İtalya’da Livorno taraftarlarının anti-faşist kimliği, Arjantin’de San Lorenzo taraftarlarının diktatörlük karşıtı duruşu, İspanya’da Barcelona’nın Katalan kimliğini sahiplenmesi, futbolun siyasetten ve sınıfsal mücadeleden bağımsız olmadığını gösterir. Derbiler, bu anlamda, yalnızca şampiyonluk yarışının değil, kentin belleğinde mücadele edenlerin kimler olduğunun da sahnesidir.

Ve işte burada, sahada rekabetin en çetin anında bile uzatılan bir elin anlamı büyüktür. Menotti'nin bir başka sözüyle, "Futbol, halkın sanatıdır." Renklerimiz farklı olsa da, aynı hikâyenin içindeyiz. Bir yanımız meydanlardan, fabrikalardan, direnişlerden gelir; diğer yanımız sahada dostça uzatılan bir elin hatırını bilir. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın, tüm rekabetlerine rağmen sahada yan yana durduğu o anlar, futbolun en gerçek anlarıdır. Derbiler, sadece bir maç değil, sınıfın, mücadelenin ve dostluğun iç içe geçtiği bir hafızadır. Ayaklar çarpışır ama eller uzlaşmayı bilir. Çünkü gerçek zafer, karşı karşıya değil, yan yana durabilmektir.