Depremler ve hayırseverler

Opramoas Mozolesi, ülkesindeki depremin yaralarını, şehir şehir, köy köy, hane hane sarmaya çalışan bir hayırseverin hatırasını yaşatmaya devam ediyor.

Opramoas Mozolesi. Rhodiapolis, Lykia. M.S. 2. yy.
Google Haberlere Abone ol

Pınar Özlem Aytaçlar

M.S. 17 yılında, gece vakti gerçekleşen büyük bir deprem, Gediz Nehri yakınındaki 12 kentin yıkımına neden oldu. Deprem, şehirlerin sakinlerini uykularında yakaladığından, çok büyük can kaybına da neden olmuştu. Yaşlı Plinius'un, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen, "hafızalardaki en büyük felaket" olarak tanımladığı 17 depremi, tüm Gediz Vadisi’ni neredeyse baştan şekillendirmişti. Tacitus'un aktardığına göre, tepeler ve dağlar aniden alçalmış, ovalar ise yükselmişti. Sardes, Magnesia, Philadelpheia, Tmolos, Kyme, Temnos, Myrina, Apollonis, Hyrkanis, Mostene, Aigai ve Hierokaisareia depremin yıkımını yaşayan 12 şehirdi. Eusebius, bundan 300 yıl sonra, 13. kent olarak Efes'i de depremin kurbanı olan şehirlere ekler. Ancak Efes'in 17 depreminden ziyade, bundan 6 yıl sonra gerçekleşen bir başka büyük depremden etkilenmiş olduğu sanılmaktadır.

DEPREM BÖLGESİNE 5 YIL VERGİ MUAFİYETİ

Dönemin imparatoru Tiberius depremi öğrenir öğrenmez, hasarı tespit ve gerekli yardımları organize etmesi için bölgeye bir senatörünü gönderdi. İmparator, depremden etkilenen şehirlerde yeniden inşa faaliyetlerinde kullanılmak üzere çok büyük bir bütçe ayırdı. Bu meblağın bölgenin başkenti konumunda olan Sardes için 25 bin dinar olduğunu biliyoruz. Ayrıca bölgede yaşayan tüm vatandaşlar beş yıl boyunca vergiden muaf tutuldu. Bağışın miktarının yanısıra bu kadar uzun bir süre için sağlanan vergi muafiyeti de yaşanan felaketin ne denli büyük olduğunu anlamamıza olanak sağlıyor. Bundan sonra Sardes kentinde, yıllar sürecek, hatta bir sonraki İmparator Claudius döneminde de devam edecek bir imar faaliyeti başladı. Yaklaşık 40 yıl süren bu dönemin sonunda Sardes artık, Roma'nın, egemenliği altındaki şehirlere karşı cömert koruyuculuğunun ihtişamlı bir örneği olarak parlıyordu. Bu örnek, Roma İmparatorluğu idaresi altında yaşayan Küçük Asya halklarına da güven duygusu sağlamış olmalıydı. Tiberius'un olağanüstü yardımından ötürü minnettar olan kentlerin çoğu, şehir sikkelerinde de gördüğümüz üzere, isimlerinin yanına “Kaisareia” adını da ekleyerek imparatoru onurlandırdılar. Ayrıca bu kentler birleşerek, imparatora şükranlarını sunmak amacıyla bir anıt yaptırdılar ve bu anıtın, Roma'nın kalbine, Forum Ilium'a dikilmesini sağladılar.

 

Pozzouli'deki Tiberius Kaidesi. M.S. 30, Napoli Arkeoloji Müzesi. Sardes ve
Magnesia şehirlerinin kişileştirilmiş kabartmaları.

 

Tiberius'un anıtsal heykelinin, depremzede kentleri temsil eden heykellerle çevrelenmiş olarak, merkezde yer aldığı bu heykel grubu ne yazık ki günümüze ulaşmadı. Ancak daha sonra Pozzuoli'de yapılan bir kopyasına sahibiz. Pozzuoli Anıtı, orijinalinde üzerinde Tiberius'un heykelini taşıyan, yekpare mermerden oyulmuş ve 14 depremzede kenti temsil eden heykel kabartmaları ile bezenmiş bir kaidedir. Kabartmalarda şehirler, tarihi, dinsel ve geleneksel yönlerini öne çıkaran ama aynı zamanda ekonomik yönden onları güçlü kılan bereketli topraklara, kutsal alanlara ya da limanlara sahip olduklarına da vurgu yapan öğelerle zenginleştirilmiş bir kompozisyon içinde tasvir edilmişlerdir.

KÜÇÜK ASYA'NIN BÜTÜN YOLLARI ROMA'YA ÇIKIYOR

Bu kentler artık, Augustus ile başlayan Roma Barışı'nın huzurlu ortamında yaşayan, Roma'nın kanatları altında kendini güvende hisseden, bununla birlikte Hellen kimliklerini de hâlâ gururla taşıyan insanların kentleridir. Zaman, Roma ile iyi ilişkiler kurma, bu ilişkilerden olabildiğince fayda sağlama ve bu faydayı kalıcı hale getirmenin yollarına bakma zamanıdır. Bu da, hem Roma'nın hem de Küçük Asya kentlerinin karşılıklı çıkarına dayalı yeni bir düzenin oluşmasına bağlıdır. Bu yeni düzende, Yunan kentleri demokratik yapılarını kaybederek, şehrin elit ve zengin vatandaşları tarafından yönetilen merkezler, haline geldi. Çünkü Roma, her vatandaşın, seçme, seçilme ve her makama gelebilme hakkına sahip olduğu bir yapıyı idare etmek yerine, iletişim kurabileceği, etkisi altında kolaylıkla tutabileceği elitler tarafından yönetilen şehirlerle muhatap olmayı tercih ediyordu. Yunan şehirleri de, imparator ile yakın ilişkiler geliştirebilecek asalet, eğitim, zenginlik ve sosyal statüye sahip kişiler tarafından idare edilerek, kendileri için olabilecek en büyük faydayı sağlamayı tercih ettiler.  

Böylece, İ.Ö. 5. yüzyıl Atinası'nda doğan ve Hellenistik döneme gelindiğinde, artık Sparta ve Makedonya dışında bütün Yunan dünyasına sirayet etmiş olan Yunan demokrasisinin de sonu gelmiş oldu. En yüksek meclis olan ve yasama yetkisi taşıyan Halk Meclisi önemini kaybederek yerini, sadece serveti belli bir miktarın üzerinde olan seçkin vatandaşların üye olabildiği, bu üyeliği ölene kadar sürdürebildiği, dahası kendisinden sonra oğullarına ve torunlarına da devredebildiği bir meclis yapısına bıraktı.

Yunan kültüründe, hiçbir zaman, sadece soya ve kan bağına dayalı bir asiller sınıfı olmadı. Ancak zengin olan ve servetini halk yararına kullanan "euergetes"in, yani hayırseverlerin oluşturduğu sınıf, her zaman, asil tabaka olarak toplumda saygı görerek onurlandırıldı. Roma İmparatorluk Çağı’yla birlikte bu hayırseverler, toplumun saygın bireyleri olmanın ötesinde yöneticileri de olarak, şehirlerine her yönden hizmet eder hale geldiler. Bunu bazen gönüllü, bazen mecbur kalarak yapsalar da, istisnasız her soylu, ya servetinden vererek, ya önemli bir memuriyeti üstlenerek ya da eğitimini, bilgeliğini yahut mesleğini halk yararına kullanarak şehrine hizmet etti. Roma Dönemi Yunan şehirlerinin caddeleri ve meydanları da, bu hayırsever kişilerin onurlandırılması için dikilmiş heykelleri ve onur yazıtları ile dolup taştı.

Roma'nın da, baştan akıllıca tasarladığı üzere, artık şehirler kendi yağında kavrulan, deprem, kıtlık ya da salgın hastalık gibi felaketlerle karşılaştıklarında hemen imparatorun yardımını istemek yerine, kendi zenginleri sayesinde zor dönemlerini atlatabilen birer yapı haline gelmiş oldu.

DEPREM YARALARINI SARAN HAYIRSEVER

M.S. 141 yılı, bütün Likya Bölgesi ve Rodos Adası’nı etkileyen ve bölgenin tüm yerleşimlerinde yıkıma neden olan büyük bir deprem felaketine sahne oldu. Modern araştırmacıların, en az 8 şiddetinde olduğu sonucuna vardığı bu depremin ardından gelen tsunami nedeniyle kıyı kentleri de çok büyük hasar görmüştü. Depremin bölgedeki yaralarını saran kişi ise, Likya’daki Rhodiapolis şehrinden Opramoas adlı bir hayırsever idi. Opramoas, depremin ardından yıkılan binaların onarılması için şehirlere para yardımında bulundu. 30’dan fazla yerleşim bu hayırseverin yardımlarından faydalandı. Kamu yapılarının onarımı ya da şehirlerde düzenlenen yarışmaların finansmanına verdiği desteklerin yanısıra Opramoas, sivil halkın ihtiyaçlarının karşılanması için de çalışmıştı. Ksanthos kentindeki kız-erkek tüm çocukların ilkokul masraflarını cebinden karşılaması, parası buna yetmeyenler için cenaze törenleri düzenlemesi ve fakir kızlara çeyiz paralarını (drahoma) vermesi onun sivil halk için yaptığı hayırlardan bazılarıdır. Birçok şehir ona olan şükran duygularını heykelini dikerek ve kendisine fahri vatandaşlık vererek göstermiş, Likya Birliği de, tüm Likya Bölgesi’nin yeniden ayağa kalkmasının baş mimarı olan Opramoas’ı onurlandırmıştı.

Opramoas Mozolesi. Rhodiapolis, Lykia. M.S. 2. yy.

Likya’nın küçük bir kenti olan Rhodiapolis’te doğan bu hayırsever, Roma İmparatorluk kültü rahipliği gibi birçok önemli yöneticilik görevinde bulunmuş ve sadece kendi kentinde ya da bölgesinde değil, tüm Yunan kentlerinde ve hatta Roma’da da tanınan bir kahraman haline gelmişti. Öldüğünde Rhodiapolis’te, küçük bir tapınak modelinde inşa edilen mozolesine gömüldü. Bu mozolenin üç tarafı, imparatorun ve Romalı yöneticilerin mektuplarını ve Likya Birliği’nin onurlandırma kararlarını içeren 70 yazıt ile donatılmıştı. Opramoas’ın mezar anıtı, aynı zamanda Anadolu’da bulunan en uzun yazıta sahip olma ayrıcalığını da taşır. 32 kararname ve 38 adet mektuptan oluşan yazıtın tümü Grekçe yazılmış ve 100 satırlık 20 sütun halinde düzenlenmişti. Bu uzun yazıtın çok küçük bir bölümüne burada yer verebiliriz. Görünen o ki, Opramoas'a bahşedilen sayısız onur arasında, Roma dünyasında en büyük şeref kabul edilen, erguvan rengi toga giymek de bulunmaktaydı.

Opramoas Mozolesi yazıtlarından bir parça. Rhodiapolis, Lykia. M.S. 2. yy.

"Lykia Birliği ve Meclisi, Apollonios oğlu, Kalliades'in torunu, Rhodiapolis ve Korydallalı, iyi ve erdemli insan, soylu ve cömert Opramoas'ı, hayat boyu erguvan rengi giymekle ve protokolde oturmakla onurlandırdı..."

Günümüze ne yazık ki çok az bir bölümü kalmış ve kalan kısmı da hatalı ve çok kötü yapılmış bir restorasyona kurban gitmiş olsa da, Opramoas Mozolesi, ülkesindeki depremin yaralarını, şehir şehir, köy köy, hane hane sarmaya çalışan bir hayırseverin hatırasını yaşatmaya devam ediyor.

* Doç. Dr. / Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü.

 

 

 

Etiketler deprem Lykia