Depremin üç mitolojik yüzü

Sürekli depreme maruz kalan, hareketli fay hatlarına ya da aktif volkanlara sahip ülkelerin mitolojilerinde ilk akla gelen, savaş temalı ancak depremin yıkıcı etkisini de içeren öykülerdir.

Google Haberlere Abone ol

Selim Martin*

BİRİNCİ KISIM: DEPREMLER NEDEN/NASIL OLUR?

Hemen her eski kültürde depremler ya bizzat tanrıların işi ya da onlar yüzünden ortaya çıkan felaketler olarak adlandırılır. Depremin sebebi çoğu zaman bir tanrının bilerek ya da bilmeyerek yaptığı şeylerdir. Kimi zaman ise tanrıların/ilahların aralarındaki gümbürtülü savaşlar veya büyük bir mücadelenin ardından bir tanrının yer altına hapsettiği yaratıklar depreme sebep olabilir.

Depremi tanrısal bir varlığa atfetmek; nerede, ne zaman olacağı bilinmeyen bu doğal afete bir kılıf uydurmak, depremle ve sonuçlarıyla bir nebze olsun baş edebilme gücü bulmaya çalışmaktır.

Mitolojide, deprem deyince yerleri/denizleri titreten Poseidon, ilk akla gelen tanrısal karakterdir. Peki, onun kadar meşhur olmayan, hatta başlangıçta depreme istemsizce neden olup sonra gücünün farkına varınca, onu kullanmayı öğrenip de bilinen dünyanın sonunu getiren Loki’yi tanır mısınız diye sorsam?

Bizim ihtiyar Yunanlı, elindeki Trident’i (üç çatallı yaba) yere vurdukça depremleri meydana getirir ki Poseidon’un bu marifeti tamamen canının istemesiyle alakalıdır. Kafası mı bozuldu? Hop Trident’i vurur toprağa. Öfkelendi mi? Trident ardı ardına saplanır yere. Hatta insanlara yardım edip de karşılığını alamadı mı? Acımadan depremler salar nice kentlerin üstüne. Buna karşın İskandinav tanrısı Loki ise içinde kötülük baki olmakla beraber, depremi başına gelenlerden, kendi acılarından üretmiştir.

Loki, Odin ve Frigg'in oğlu, tanrıların gözbebeği Balder’in öteki dünyayı boylamasına vesile olmuştur. Şimdi intikam sırası tanrılardadır. Merhametsiz bir kararlılıkla öçlerini almak için sessizce yola çıkarlar. Loki, canını kurtarmak için kaçıp, denizin üzerinde, yüksek bir dağın yamacında küçük, gözden ırak bir ev inşa eder. Kah tanrıların gelişini görmeyi umarak evin dört yöne açılan kapılarından sürekli bakar, kah somon balığı şekline girerek yakınlardaki şelalenin sularında saklanır. Fakat tanrılar Loki’nin izini bulur, onu şelaleye kadar takip edip, balık kılığına girince de bir ağ ile yakalarlar. Hızlarını hiç kesmeden, öfkeden kızarmış gözleriyle, Loki'yi dağdaki derin ve karanlık bir mağaraya götürüp zincire bağlar, üstüne de ağzından zehirler akan kocaman bir yılan asarlar.

Yüzüne sürekli zehir damlayan Loki, hissettiği acının büyüklüğüyle, her kıpırdadığında dünyayı sarsan korkutucu depremlere neden olur. Oğlu ve eşi, sarsıntıları takip ederek Loki’yi bulur ve kurtarmaya çalışırlar. Ancak tanrısal zincirleri ne yapsalar da koparamazlar. Eşi, Loki’nin kafasının üstüne bir tas tutarak tutsaklığını daha dayanılır kılmaya çalışır, bu sayede Loki’yi sakinleştirmeyi ve haliyle depremleri bir nebze olsun azaltmayı başarır. Ancak, tas her dolduğunda ve karısı boşaltmak için gittiğinde, yılandan damlayan zehir derisini öyle bir yakar ki, Loki tüm dünyayı sarsacak şekilde acıyla kıvranır.

Efendim bu kadar depreme zincir mi dayanır? Şiddetli bir sarsıntının arkasından, bağlı olduğu kayalar ufalanınca serbest kalan Loki; intikam duygusuyla, hem yeryüzünün hem de yer altının ifritlerini, canavarlarını, devlerini kızıştırır. Tanrıların arasındaki anlaşmazlıkları köpürtür, ölüleri yukarı, canlıları aşağıya gönderir; velhasıl tüm alemi birbirine sokar. İfritler, canavarlar, tanrılar, devler, savaş, yıkım derken Kıyamet (Ragnarøkkr) kopar. Bilinen dünya yok olur; öfkeli alevler, depremlerden arta kalan her şeyi yok eder, yeryüzü çöle dönüşür.

İKİNCİ KISIM: BATI'DA YIKIM!

Sürekli depreme maruz kalan, hareketli fay hatlarına ya da aktif volkanlara sahip ülkelerin mitolojilerinde ilk akla gelen, savaş temalı ancak depremin yıkıcı etkisini de içeren öykülerdir. Mağlubiyeti veya zaferi depreme bağlamak, efsane olduğu kadar tarihsel bir gerçek olarak da yüzümüze çarpar.

Minos’un İntikam Duası, ileride batı mitlerinde sıklıkla tekrar edecek böyle bir motifin erken örneklerinden bir tanesi sayılabilir. Giritliler ile Atinalılar arasında asırlardır süren mücadelede, denizin altında meydana gelen bir deprem sonucunda, Giritlilerin Atinalılar tarafından bozguna uğratıldığı anlatılır. Ancak öyküdeki asıl çarpıcı deprem motifi; Girit Kralı Minos’un, düşmanlarının hepsini dize getiremeyeceğini anladığında, suçsuz yere öldürülen oğlunun intikamı için Poseidon’a dualar edip, adaklar adamasıdır. Çok geçmeden bütün Kıta Yunanistan, depremlerle sarsılmaya başlayıp, yangından kıtlığa bir çok felaketle karşı karşıya kalınca, Atinalılar, kahinlerin de önerisiyle Minos’un isteklerini kabul ederek bu felaketleri sonlandırmaya çalıştılar: Girit’e; Minotauros’a kurban edilmek üzere her dokuz yılda, yedi genç erkek ve yedi genç kız vereceklerdi.

Savaş-deprem ilişkisini içeren öykülerin belki de en bilineni, Poseidon ve Apollon’un insan kılığına girip, meşhur savaştan en az 2-3 nesil önce, Troya kentinin surlarını, çeşitli vaatler karşılığında inşa etmeleriyle başlayan söylencedir. İki tanrı işi bitirmelerine rağmen ücretlerini alamamıştır. Bunun devamında düşmanlık öyle bir noktaya taşınmıştır ki yıllar sonra iki dünyayı karşı karşıya getiren Troya Savaşı yine bir Poseidon atribütü olan tahtadan at ile sonuçlanacaktır. Kimi araştırmacılar; bölgede sürekli deprem olmasının görkemli kentlerin sonunu getirdiğini, Poseidon’a atfedilen depremin, öykülerde böyle bir yansımayla karşılık bulabileceğini belirtirler.

Birden kabardı, sular bastı aç gözlü Troya kıyılarını

Bütün tarlalar, bağlar, ekinler kalmış taşan sular altında,

Gitmiş köylünün varı yoğu, deniz olmuş karalar.

Başarıya verilecek ödül yadsınınca ikinci kez,

Sular altında bıraktı sözünü tutmayan Troya'nın hisarlarını...

(PubliusOvidiusNaso / Metamorphoses On birinci Kitap)

ÜÇÜNCÜ KISIM: DOĞU'DA FIRSAT!

Deprem bölgesinde yaşayan insanlar, bu afetin sonuçlarıyla baş etmenin yollarını bazen de başka kurgularda ararlar. Depremin sonucu hep yıkım olacak değil ya, bu toprakta açılan yarıklar, insanlar için biraz da fırsata dönüşse fena mı olur?

Eski Çin mitolojisinde; ölümsüzlüğü elde etmenin veya uzun yıllar hatta asırlar boyu yaşamanın konu edildiği, başrolünde bitkiler ve meyveler olan birçok efsane vardır. Bu öykülerin birinde, kahramanı yüzyıllar boyunca hayatta tutan bitki, şans eseri de olsa bir depremin sonucu gün yüzüne çıkmıştır.

Kahramanımız; bir dağdan geçerken, derin bir yarıktan dağın içine düşen ve sadece vücudundaki yaralar nedeniyle değil, kayaların birer cam kadar pürüzsüz olması nedeniyle de oradan çıkmayı başaramayan biridir. Söylence bu ya; kahramanımız orada yiyebileceği bir şeyler arar ve sadece -sonradan hucbu ismi verilen- bitkiyi görür. Otu, ince topraktan kopararak, kökünü çiğner, açlık ve susuzluğu kaybolur, vücut ısısı hiç üşümeyeceği bir şekilde kalır. Zaman çabuk ve hoş bir biçimde geçer. Mutlu olur, iyi bir uyku çeker ve hiç bitkinlik hissetmez.

Bir gün yer, büyük bir depremle sarsılır ve bir çıkış yolu açılır. Dağ hapsinden kurtulan kahramanımız eve dönmek için yola koyulur. Eve vardığında, büyük bir şaşkınlıkla, içeride yabancıların oturduğunu görür. Onlarla konuşur, neden burada olduklarını, karısı ve çocuklarının nerede olduğunu sorar. Yabancılar onunla sadece alay ederler. Kahramanımız, daha sonra eski arkadaşlarını bulmak için şehirde dolaşır, fakat birine bile rastlamaz. Bu durum, yaşlı bir bilgenin ilgisini çeker. Aile yıllıklarında bir inceleme yapılır ve verdiği ismin, üç yüz yıl önce, esrarengiz şekilde ortadan kaybolan bir ailenin ismi olduğu anlaşılır. Kahramanımız dağın içine düştükten 300 yıl sonra ünlü olup da hikayesini herkese anlatmaya başlayınca, bu otun "hayatı uzattığı, kelliği tedavi ettiği, gri saçları tekrar siyaha döndürdüğü ve gençliği tazelediği” anlaşılmış olur.

Denemek isteyenleriniz için tarif vereyim: Çin geleneklerine göre, arzu edilen sonuçların tamamıyla elde edilebilmesi için, başka hiçbir besin olmadan, büyük miktarda hucbu çayının, yeterli derecede uzun bir süre içilmesi gerekmektedir. Sözü edilen yerlerde fırsat buldukça gezmekte fayda var; neme lazım, bakarsınız bir gün şans bize de güler.

Şimdi tüm bu söylencelerden bir “kıssadan hisse” çıkartalım: Deprem bölgesindeki yapıları Poseidon ile Apollon’a inşa ettirip karşılığını da eksiksiz ödemek gerektiği aşikar. Böylece depreme rağmen uzun, sağlıklı yıllar yaşar, daha nice büyük krallıklar kurarız.

* Öğr. Gör. / Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü.

 

 

Etiketler deprem loki