YAZARLAR

Depremde kaçınılması gereken ilk şey

İzmir depreminin ikinci gününde cumhurbaşkanı, muhalefet liderleri, bakanlar ve onca politikacının bilfiil orada bulunması faydasızdı. Faydasız olmanın ötesinde zararlıydı çünkü kritik yetmiş iki saat içindeydik. Bir kuralımız olsa, deprem bölgesine ilk bir hafta politikacıların ve merkezi yönetimin akın etmesini önleyecek bir kuralımız olsa keşke.

Bireysel ve toplumsal yardımlaşma duygumuz çok güçlü. Aynî ve nakdî yardımlar yönünden hayran olunası bir yanımız var. Yiyecek, giyecek ve sair ihtiyaç maddelerini, ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak için insanlar etrafta dört dönüyor, verecek, ulaştıracak kişi ve kurumları ararken. Ancak yardımların organize edilmesi açısından aynı şeyi söylemek mümkün değil. Sistem kurma becerisindeki eksikliklerimiz, ihtiyaç anında yardımların ulaştırılması yönünden de çıkar karşımıza. Yine de gönüllü ve resmi kurumlar hayli efor sarf eder, toplama ve ulaştırma çabasıyla didinir herkes. Sistematik çalışılmadığı için harcanan emek yanından elde edilen fayda pek düşük kalır. Çoğu zaman vaktinde erişmez yardımlar ya da yerli yerine ulaşmaz. Çoğunlukla da kolilerin içinden kullanıma uygun olmayan eşyalar çıkar. Aynî yardımın, eski eşyalardan kurtulmak için fırsata dönüştürüldüğünü görürüz sıklıkla. Nakdî yardımda ise suistimal şüphesi o kadar yüksek ki hepimizde, elimiz kolay kolay gitmez cebimize. Güven duyulan kişi ve kurumlar aranır ve çoğunlukla doğrudan tanışılan kişi ve örgütler tercih edilir. İzmir depreminde de ilk andan itibaren yardımları kime ve nereye, hangi yolla ulaştırabileceğini sormaya başlamıştı herkes. İzmir, ülke geneline kıyasla yurttaşlık bilinci yüksek kentlilerden oluştuğu için yardımların sistematik biçimde toplanıp iletilmesi daha kolay olmuş görünüyor dışarıdan bakınca ve umarım gerçekten öyledir. Yalnız eşya ve parayla değil bedenen yardım etme arzusu da hayli yüksek toplumda, herkes elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ancak işte kıyametin koptuğu yer de burası.

Deprem bölgesiyiz ama depreme dayanıklı yapılaşma konusunda son derece umursamaz insanlarız. Merkezi yönetim, yerel yönetim, mühendisi mimarı müteahhidiyle satın alanı, kiralayanıyla ülkece bireysel ve kurumsal sorumluklardan kaçmakla malulüz. Ama ateş bacayı sardığında bizden yardımseveri yoktur. Fakat işin kötüsü bilinçli yardım eden de pek görülmez. Deprem öncesi alınacak tedbirler konusunda umursamaz olduğumuz kadar deprem anında nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda da cahiliz. Aynı şekilde deprem sonrasında yapılacakları planlayıp, plana uygun sıralamayla hareket etmek gereği daima göz ardı edilir. Deprem korkusuyla yaşanan ülkede deprem gerçeğiyle hiç uyuşmayan davranışların alışkanlık halline gelmesi nedeniyle ölümlerin yüksek oluşu kahrediciliği nedense bir sonraki depremde aynı yanlışlara düşmekten alıkoymaz bizleri.

Yanlış anlaşılmasın arama kurtarma çalışmalarında hem profesyonelce hem de fedakârane yürütülen çabaları görmez değilim. Tam tersine arama kurtarma ekiplerinin çalışmasını zorlaştıran alışkanlıklara dair sitemim. Enkaz çevresinde birikmiş kalabalıkların kimseye faydası yok. Hele enkazda kurtarılmayı bekleyenleri düşününce yarardan çok zarar verildiğini anlamak için dahi olmak filan da gerekmiyor. Gerçi kendisi, ailesi kurtulmuş fakat evi yıkılıp, harap olmuş depremzedelerin enkazdan uzaklaşması çok zor biliyorum. Gözlerini yıkık binaya dikip beklemeleri, temel insani duygulardan, çok anlaşılabilir bir şey. Yine de mesafe ayarı hayati önem taşıdığından birkaç kademeli bariyer kurulması gerekiyor. Yakınları enkaz altında olanların bile ekiplerin çalışmasını zorlaştırmayacak şekilde yeterli uzaklıkta ama ilk halkaya girmesini sağlayıp, diğerlerini daha uzakta tutacak bilinçli düzenlemeye ihtiyaç olduğunu herkes söylüyor ama uygulayan da uyan da yok. O deprem şokunu yaşamış, travması devam eden depremzedeleri, şehir halkını, mesafe ayarına uymaya davet ve ikna etmesi, örnek olması gereken politikacılar ama asıl sorunu da maalesef onlar yaratıyor.

Her depremde arama kurtarma ve ilk yardım uzmanlarından ilk yetmiş iki saatin ne denli hayati önem taşıdığını duyarız. Enkaz altında kalmış depremzedeleri sağ kurtarmak için hayati öneme sahip ilk üç gün, politikacılar, merkezi yönetim deprem bölgesine gitmese keşke. Öncelik hayat kurtarmak olduğuna göre yöneticiler, bir hafta sonra gitse eminim yerelde kurtarma çalışmaları daha rahat ilerler. Çok isteniyorsa sadece bir bakan yeter deprem bölgesinde ve o da enkazda değil kriz masasında, yönlendirmeyle meşgul olmalı. O kriz masası da yerel yöneticiler eşliğinde oluşmalı. Merkezi idare keşke deprem sonrası ilk günlerde yerinde teftişe girişmektense asıl işini yapıp, sadece sevk ve idareyle meşgul olsa. İzmir depreminin ikinci gününde cumhurbaşkanı, muhalefet liderleri, bakanlar ve onca politikacının bilfiil orada bulunması faydasızdı. Faydasız olmanın ötesinde zararlıydı çünkü kritik yetmiş iki saat içindeydik. Bir kuralımız olsa, deprem bölgesine ilk bir hafta politikacıların ve merkezi yönetimin akın etmesini önleyecek bir kuralımız olsa keşke.

Önce canlı kurtarmak için en üst düzey yöneticiden sıradan insana kadar herkesin uzman ekiplerin işini kolaylaştırmak için kenara çekilmesini istemek hakkımız sanırım. Depremin ikinci gününde enkazdan sağ çıkarma ümidinin en yüksek olduğu saatleri şehrin, politikacı ağırlamakla geçirdiğini düşünmek çok can yakıcı. Enkaz altındaki insanın hayata tutunması, kurtarma ekiplerinin enkaz altındaki sesi duyması, ilk yardım ekiplerinin hastanelere ulaştırması açısından bırakın dakikayı saniyeler kıymetliyken, şehre verilen trafik yükü bile başlı başına zarardı.

Sıradan insanın bilinçlenmesini arzularken yöneticilerdeki gayri ciddi, sorumsuz davranışları görmek, her depremde tekrarına tanık olmak tahammül gücümüzü hepten kırıyor. Üstelik buna bir de medyanın sorumsuz yayıncılık örnekleri eklenince insanın nutku tutuluyor adeta. Enkazdan ekipler sessizlik çağrısı yapmaktan helak oluyor ama televizyon muhabirleri, seslerini biraz kısarak yayına devam ettiğinde iyi habercilik örneği göstermiş gibi gurur akıyor yüzlerinden. Tuhaf şey. Mucize dediğimiz şey hayatın ta kendisi. Hele ülkemizde bunca bilinçsizlik ve sorumsuzluk paçalardan akarken hayatta kalabilmek gerçekten fevkalade mucize… Ancak çok basit birkaç kurala uyulsa depremde ölü sayısının çok daha az olacağını düşünerek hayatta kaldığına sevinmek ne mümkün.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.