Deprem... Enkaz... Siviller... Turkuaz...
Diyarbakır hızlı toparlandı. Deprem felaketinden etkilenen diğer illere yardım eli uzatmaya başladı. “Dayanışma yaşatır” ve bunu iyi biliyor Diyarbakır.
Uyanınca saate baktım. Uyku sersemi ne kadar uyuduğumu hesapladım. Yarım saat kadar uyumuşum. Kendime kızdım, neden uyandım, diye. Yataktan aşağı ayaklarımı sarkıtıp, ne yapsam, diye düşündüm. Kahve içsem hiç uyuyamam, biliyorum.
Nedensiz, berbat bir iç sıkıntısıyla, ne yapacağımı bilemeden yatakta otururken sarsıldı yer. Büyük gürültü, feci savrulma hissi, bir yere tutunma isteği... Elektrik kesildi, evin içini bir ışık aydınlattı, mutfak dolaplarının kapakları açılıp kapandı sertçe.
“Bitse artık”, beklentisi, “Yıkılacaksan yıkıl” asabiyetine evrildi. Uzun sürdü sarsıntı ama sonunda bitti.
Üst katlardan aşağı inen ayak sesleri evin içine doluştu. Aceleci, sakin, temkinli... Nihayet kar yağmıştı Diyarbakır’a ve bu sevinçle karşılanmıştı. Şimdi kar, eziyet olacaktı Diyarbakır’a. O gerilim içinde bunu düşünmek... İnsan akılı nasıl çalışıyorsa artık.
Pencereden baktım. Bütün mahalle garip bir sükunet içindeydi. Uyku sersemliği, şaşkınlık, korku... Biraz daha hızlı toparlananlar ateş yakmışlardı bile.
Elektrik kesikti ancak internet ve telefon erişimi hâlâ vardı. Çok sürmedi, ilk bilgiler geldi. Depremin merkez üssü, şiddeti ve sonunda Maraş’ın harap olduğu, Diyarbakır’da bazı binaların çöktüğü bilgileri peş peşe geldi.
Dışarıda komşularımla karşılaştım, deprem hakkında konuşmak istiyorlardı. Muhtemelen yukarıda anlattığım deprem hikayesinin değişik versiyonlarını dinleyecektim ve bu şekilde yaşadığımız dehşetin etkisini azaltacaktık. Ancak benim çalışmam, yıkıldığı söylenen binaları görmem gerekiyordu.
*
Ofis semtindeki Sözel apartmanının ilk katları dibe göçmüştü. Üst katlar yan binaya yaslanmıştı. Üst katlar, muhtemelen tamamen kırılmamış kolonlar sayesinde daha az harap görünüyordu. Bir iş makinesi çalışır vaziyetteydi. Enkazda belediye personelinin yanı sıra siviller parçaları elden ele aktararak aşağı doğru atıyorlardı. Az sayıda polis gevşek bir güvenlik alanı belirlemişti. Sonra yakınlarının enkaz altında olduğunu duyanlar binanın etrafında toplanmaya başladı. Enkaz kaldırma çalışmasına katılmak istiyor ancak engelleniyorlardı. Ne yapacağını bilmezlik hali gözlemleniyordu.
İlk yaralılar itfaiye aracının yardımıyla enkazdan çıkarılıp güvenli alana bırakıldılar. İlk cenazeler ambulansa taşındılar. Gün aydınlandığında enkazda çalışanların ve polislerin sayısı arttı.
Benzer bir manzara, Dağkapı’daki Diyar Galeria’da da mevcuttu. Koca binanın bir bölümü, deyim yerindeyse, un ufak olmuştu. Sonra diğer binalar... Tesisler’deki, 5 Nisan’daki, Kantar civarındaki... Hepsi çok feci görünüyordu.
*
Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu birkaç ay önce kurulmuştu. Platformun kuruluşunun ne denli isabetli olduğu depremden hemen sonra çalışmalara katılmasıyla anlaşıldı. Platform, adına ve amacına uygun bir pratik sergiledi. Deprem sarsıntısı yaşayanların, evini terk etmek zorunda kalanların barınma, gıda ve ısınma sorununu gidermek için yoğun bir çaba sarf etti. Belki yüzde yüz değil ama sorunların giderilmesinde çok önemli katkılarda bulundu.
Kültür merkezleri ve kafeler ilk günden başlayarak gençlerin mekanı olmaktan çıktı. Çocuklar bu mekanları oyun, yaşlılar dinlenme alanına çevirdiler. Çünkü çok katlı binalara oranla daha güvenli olan mekanların işletmecileri sosyal medyadan kapılarının depremzedelere açık olduğunu duyurmuşlardı. Birçok insan bu mekanlarda pişirilecek yemekler için maddi destekte bulundu. Birçok insan çadırlarda kalan insanlara yemek dağıttı. Birçok sanayici atölyelerinin depolarını Diyarbakırlıların barınması için tahsis etti. Yaşlı genç birçok insan enkazlara akın etti ve kurtarma çalışmalarına destek sunmak istedi. Bir felaket yaşanmıştı ve bütün Diyarbakır yaraları sarmak için kenetlenmişti.
Valilik ve kayyımla yönetilen Büyükşehir Belediyesi’nin Kent Koruma ve Dayanışma Platformu ile koordine olması, bilgi alışverişinde bulunması, yapılacak işlere müdahale etmemesi, Diyarbakır’ın kısa sürede toparlanmasına olanak sağladı.
*
Belirtmek gerekiyor: Depremzedeler için kurulan çadırların durumu ise iç açıcı değil. Çadırlarda barınmak zorunda kalan insanlar ısınamıyor. Gıdaya ve ilaca yeteri kadar ve pratik şekilde ulaşamıyor. Çadırların parklara, çamurun üzerinde açılması özellikle çocukların hastalanmasına davetiye çıkarıyor.
*
Diyarbakır’da çalışan gazeteciler aynı zamanda depremzedeydi. Ama depremin hemen ardından sahadaydılar. Depremin ruhsal etkilerini ilk onlar atlattı. Belki travmayı bilinçaltına ittiler, kim bilir.
Sonra polisler gazetecileri yıkımın olduğu alandan uzak tutmaya başladılar. Gazetecilerden turkuaz kart istediler. Olay yerini yakından takip etmek isteyen gazetecinin gösterdiği kurum kartı polis için neden yetersiz olsun? “Talimat böyle.” Kimin neden böyle bir talimat verme ihtiyacı duyduğu ise meçhul.
Diyarbakır Basın Yayın ve Enformasyon İl Müdürlüğü yetkilileri, yanlarında Ankara’dan gelen bir başka yetkili ile sorunun çözülmesi için alana geldi. Polis ile görüşmeler sonuç vermedi. Ankara’dan gelen yetkili, Diyarbakır’da çalışan gazetecilere, sorunun çözülmesi için iki gündür uğraştığını söyledi. Talimat sağlam yerden verilmiş olmalı ki Ankara’dan gelen yetkili, tıpkı turkuaz kart sahibi olmayan Diyarbakırlı gazeteciler gibi çaresiz bir şekilde alanı terk etmek zorunda kaldı.
Gazetecilerin haber yapmasının engellenmesi, iktidarın gizlemek istediği bilgilerin mevcudiyetine işaret ediyor. Bu iyi bir şey değildir ve kabul edilebilir değildir. Sosyal medya mecralarının kısıtlanması, haber takibi yapan gazetecilerin gözaltına alınması, acz içinde olma haline işaret ediyor.
Bu depremde tanık olduğumuz birçok ayıba, gazetecilerin rahat çalışmasının engellenmesi ayıbı da eklenmiş oldu.
*
Diyarbakır hızlı toparlandı. Deprem felaketinden etkilenen diğer illere yardım eli uzatmaya başladı. “Dayanışma yaşatır” ve bunu iyi biliyor Diyarbakır. Diyarbakır, Diyarbakır’da ve depremin vurduğu diğer illerdeki enkazların bir an önce kaldırılmasını, enkaz altındaki insanların sağ kurtarılmasını umut ediyor.
Vecdi Erbay Kimdir?
Mardin, Şenyurt doğumlu. Üniversite eğitimini tamamlayamadı. Çeşitli dergilerde yazıları, şiirleri, öyküleri yayımlandı. On yıla yakın bir süre Özgür Gündem gazetesinin kültür sanat editörlüğünü üstlendi. Çeşitli yayınevlerinde çalıştı. Yayımlanmış iki şiir kitabı var: Kuşkular Zamanı (Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1997), Yaz Sayıklamaları (Piya Kitaplığı, 2003). Öykü kitabı Masalın Ölümü, 2006 yılında Agora Kitaplığı'ndan çıktı. İnatçı Bir Bahar-Kürtçe ve Kürtçe Edebiyat derleme kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan 2012’de çıktı. Şiir: Görülmüştür, Türkiye Barışını Arıyor, General Electric -Halil İncesu karikatür albümü yayıma hazırladığı kitaplardan birkaçı. Diyarbakır'da yaşıyor ve Gazete Duvar bölge temsilcisi olarak çalışıyor.
Tavşantepe'de omerta 11 Eylül 2024
30 yıl Kürtçe müziğin içinde olmak için aşk gibi güçlü bir duygu lazım 21 Ağustos 2024
Diyarbakır'da normalleşme rüzgarı ve Amedspor 21 Ağustos 2024
‘Bir anı boşa geçmemiş’ 99 yıldan sonra Tarık Ziya Ekinci’ye veda… 18 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI