Denizdesin; sakin, güzel… Ellerin kum, gökyüzü mavi…
Hepimizin büyüme şarkısıydı Peyk, İrfan Alış da en güzel nakaratı... İlk gençlikte aşık olduğumuz kızdı; babalarımızla son kavgamız, annelerimizi anlamaya başladığımız o ilk sabahtı. Evi terk etmekti ve bir gün eve dönebilme ihtimali...
“İrfanımızı bu sabah kaybettik.” Dört kelime, çok uzun cümle.
1991 yılından bu yana müzik yapan ve sonrasında Peyk grubuyla birlikte Türkiye’de binlerce insanın sesine dönüşen İrfan Alış...
DEVRİK BİR CÜMLE GİBİ…
Kendine hastı varlığı, yalnızlığa inattı. Müzik için doğdu, yok olmayacağının kanıtı müzikti. Kışın da çok seviyordu denizi. Dağınık saçları, yine deniz kenarında esen rüzgardandı. Şarkılarındaki dinmeyen öfke, yüzüne düşen saçları kadar sahiciydi. Uzundu yolculuğu, hiç bitmeyecek gibi…
Yok olacağından emindi her şeyin; bu havanın, denizin, gökyüzünün… Bundandır, güzelleştirmekti derdi. Devrik bir cümle gibi devrilip giderken günler, bir cümleden daha fazlasıydı bakışları.
Dayanışmanın adıydı, kimden diye ayırmadan. Kim, diye bakmadan. Sözünün ağırlığı vardı, yerde bırakmazdı. Bir ihtimal olsa da çok güzel olan özgür geleceği kurmak içindi yazdıkları. Yan yana durabilmenin zarifliğiyle, en yakışıklısıydı mahallenin. Kimseden korkmamak da en çok ona yakışıyordu.
Ağabeydi ama kimseyi korkutmazdı. “Ellerim İstanbul’un göğüne değiyor” dese hepimiz inanırdık. İstanbul’un en son unutacağıydı o. Şehrin, tok yatan son insanıydı. İnsan, karnı doyunca utanırmış. Gözlerini dünyadan kaçırışının sebebi buymuş.
EVİ TERK ETMEKTİ…
Hepimizin büyüme şarkısıydı Peyk, İrfan Alış da en güzel nakaratı... İlk gençlikte aşık olduğumuz kızdı; babalarımızla son kavgamız, annelerimizi anlamaya başladığımız o ilk sabahtı. Evi terk etmekti ve bir gün eve dönebilme ihtimali…
Bir neslin okuluydu İrfan Alış. Tam düşecekken tutunduğumuz tuğlalardandı. Derdimizi ayıplamamaktı şarkıları. Bulamadığımız dengemizdi. Kendimizi aramaya çıktığımız yoldu. Yalan yoktu o yolda, engebe çok. Bizimle birlikteydi o yolculukta. 33 yıl. Bazen dinlenerek, bazen koşarak. Gezi’de… Tiyatro sahnesinde… Konserlerde… Dayanışma buluşmalarında… Her yerdeydi; eprimiş tişörtüyle, rengi atmış şortuyla.
Büyüdüğümüze dair düştüğümüz yanılgıda karşımıza dikilen yine İrfan Alış’tı, yine Peyk’ti. Gerçeğe dair anlam arayışımızdı. Kendimizle ve bu ülkeyle kavgamızdı. En çok da kalbimizle…
Aniden durdu kalbi. Artık İrfan Alış yok.
Kapıyı çekip gitti. Kilidi vurdu ardına. Yalnızlık kaldı kapıda.
100 yıl, 3 kuşak: Bir Ermeni ailenin ‘Unufak’ olmuş tarihi 24 Kasım 2024
Sene 1680: Osmanlı’da yaşanan ilk ve son recm cezasının hikâyesi 10 Kasım 2024
Eski bir devrimcinin son görevi 27 Ekim 2024
Seçimlere günler kala: Başkan adayı ve ailesi cinayete karışırsa… 13 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI