Deniz Yüce Başarır, 'Perde Kapanmasa Görecektiniz'i anlattı: Kent Oyuncuları'nı herkes öğrenmeli

Deniz Yüce Başarır tarafından kaleme alınan 'Perde Kapanmasa Görecektiniz – Kâmran Yüce’nin Arşivinden Kent Oyuncuları’nın Kuruluş Hikâyesi (1959-1986)' adlı kitap İBB Yayınları’nca okura sunuldu.

Fotoğraflar: Kâmran Yüce’nin Arşivinden...
Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Kent Oyuncuları topluluğunun kurucu ekibinde yer alan, oyunculuğunun yanı sıra tiyatronun dergi, afiş, ilan, basın gibi işlerini de yürüten Kâmran Yüce’nin kızı Deniz Yüce Başarır tarafından kaleme alınan “Perde Kapanmasa Görecektiniz – Kâmran Yüce’nin Arşivinden Kent Oyuncuları’nın Kuruluş Hikâyesi (1959-1986)” adlı kitap İBB Yayınları’nca okurlarla buluştu.

İsmini Kâmran Yüce’nin “Gölge” adlı şiirinin bir dizesinden alan kitap hem dünya tiyatrosunun hem de bu topraklarda yazılan metinlerin binlerce seyirciye ulaşmasını sağlayan günümüz Türkiye tiyatrosunun önemli isimlerini yetiştiren; İstanbul’un kültür hayatında bir köşe taşı haline gelen; Türk tiyatro tarihine adını altın harflerle yazdıran Kenter Tiyatrosu oyuncularının daha önce hiç anlatılmayan hikâyesine dayanıyor.

Deniz Yüce Başarır, bu çalışmasıyla Türkiye tiyatro tarihine önemli bir katkıda bulunurken aynı zamanda kendi kişisel tarihinden anılar da paylaşıyor. Yıllar boyunca izlediği Kent Oyuncuları’nı arşivler, belgeler, fotoğraflarla olduğu kadar gözlemci bir kız çocuğunun duygularıyla da ortaya koyuyor; Haldun Dormen, Genco Erkal, Göksel Kortay, Sema Özcan (Sarper), Salih Sarıkaya, Güler Ökten, Candan ve Uğur Say, Gül Onat, Mehmet Birkiye ve Mustafa Alabora gibi isimlerin anlattıklarıyla içeriği zenginleştiriyor.

Kitap sadece oyunculardan değil; gişe memurundan dekoratöre, ışık tasarımcısından yer göstericiye Harbiye’deki sahneden geçen herkesten bir anı sunarken, tiyatroyu meslek olarak seçenlere ya da seçmek isteyenlere rehber niteliği taşıyor.

Deniz Yüce Başarır'la konuştuk.

Fotoğraf: Başar Başarır

Perde Kapanmasa Görecektiniz, Türkiye Tiyatro tarihinin önemli duraklarından Kent Oyuncuları’nı odağına alıyor. Öncelikle böyle bir çalışma yapmaya nasıl karar verdiniz?

Yıldız Kenter’in 2019 yılında aramızdan ayrılmasıyla birlikte Harbiye’deki Kenter Tiyatrosu’nun akıbeti tartışılmaya başlandı biliyorsunuz. Cenaze töreninde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu o binaya sahip çıkacağına dair bir söz vermişti. Gerçekten de, belediyenin binayı satın alacağı kesinleşince, ben pek heyecanlandım. Çünkü Kent Oyuncuları’nın kurucu ekibinde yer alan babam Kâmran Yüce sadece bir oyuncu olarak çalışmıyordu tiyatroda. Basın ilişkilerini yönetiyordu, dergisini çıkarıyordu; yayınlarını, afişlerini hep o çekip çeviriyordu. Dolayısıyla, babamın ölümünden sonra çantalarda, kutularda duran çok büyük ve cazip bir arşiv vardı elimde. Fotoğraflar, dergiler, oyun metinleri, gazete kupürleri… Eşim Başar Başarır da bu arşiv işlerinde pek iyidir. Hemen ona gidip, ‘bana yardım eder misin’ dedim, ‘ben Kent Oyuncuları’nın kuruluş hikâyesini anlatan bir kitap yazmak istiyorum. Madem artık orada yeni bir hayat başlıyor, işin geçmişini, o binanın nasıl yapıldığını, ilgilenen herkes öğrenmeli!’ Başar da, sağolsun, hemen kolları sıvadı, arşivi taramaya başladı. Böylece kitap macerası da başlamış oldu.

'TÜRKİYE'DE ARŞİVCİLİK PARLAK DURUMDA DEĞİL'

Tüm dünyada hafıza odaklı çalışmalar dikkat çekiyor. Tiyatro hafızasını ele alırken ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Örneğin, arşivcilik ne boyutta?

Türkiye’de arşivcilik ne yazık ki pek parlak durumda değil. Ama Allahtan bizim ailede durum tam tersi. Babam da eşim de bayağı düzenli arşiv tutan insanlar. Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin, ayrıca Hrant Dink Vakfı’nın arşivinden de yararlandık bu kitaba çalışırken. Ayrıca, Başar sahafları da sıkı bir şekilde taradı. Ben de anı kitaplarına odaklandım. O dönemin tiyatrocularının, sinemacılarının anı kitaplarını okudum tekrar. Ve yolu Kent Oyuncuları’ndan geçmiş Türk tiyatrosunun önemli isimlerinden bazılarıyla röportajlar da yaptım. Örneğin Genco Erkal, Göksel Kortay, Güler Ökten, Mustafa Alabora, Gül Onat, Mehmet Birkiye gibi… Dolayısıyla bir zorlukla karşılaştığımı söylemem çünkü o dönemin tiyatro dünyasının hafızası bizim evde beni bekliyordu. Sadece çok çalışmak, yapbozun parçalarını birleştirmek ve kendi hafızamın derinlerine inecek gücü bulmam gerekiyordu, o kadar.

'BABAMIN HAYATININ MERKEZİNDEYDİ TİYATRO...'

Yine kıymetli sanatçılarımızdan Kamran Yüce’in arşivinden yararlanıyorsunuz. Baba-kız olarak ilişkinizde tiyatro nerede duruyordu? Çalışmanızın eleştirel bölümlerinde bu ilişkiyi ve yazıyı nasıl bir terazide tuttunuz?

Babamın hayatının merkezindeydi tiyatro. Orada annem ve ben, ayrıca edebiyat da vardı. Dolayısıyla tiyatro ile paylaştım babamı çocukluğum ve ilk gençliğim boyunca. Kulislerde, turnelerde, hep tiyatrocularla büyüdüm. Turnelere annem ve benim de katılmamı isterdi hep. Çünkü turneye bir çıkarlardı, bazen bir ay, bazen iki ay dönmezlerdi İstanbul’a. Babam da o kadar uzun süre bizden ayrı kalmak istemezdi. Onun bu arzusu, bugün bu kitabı yazmama çok yardım etti diyebilirim. Çünkü içlerinden biri gibi gözlemleme şansım oldu onları. Küçüktüm ama birçok şeyi seziyor, hissediyordum. Hafızamın derinlerine atmışım yıllarca gözlemlerimi. Çekip çıkardım oradan.

Objektif olmak çok önemli, haklısınız. Metni aslında temel olarak ikiye ayırdım bu anlamda. Duygularımla yazdığım bölümlerle, bir tiyatronun tarihçesini anlattığım bölümler ayrı ayrı şekillendi kafamda, ama anlatırken birbirleriyle iç içe geçip bir bütün oluşturdular. Ağırlıklarının eşit olmasına, hiçbirinin bir diğerinin önüne geçmemesine ve sırayla söz almalarına özen gösterdim.

Tiyatro, insanlık tarihinin en kadim sanat dalı… Kent Oyuncuları özelinde bakınca aslında bir Türkiye panomarasıyla da karşılaşıyoruz. Dönemin politik, kültürel ve ekonomik koşullarının tiyatro üzerindeki etkilerine dair ne söylersiniz?

Tiyatro sanatı, her zaman ülkenin politik ve ekonomik koşullarından da etkileniyor ister istemez. Bakın, 2020-21 sezonu pandemi yüzünden ne kadar sarsıcı geçti tiyatrocular için. Kimin için sarsıcı değildi diyeceksiniz ama onlar hiçbir yardım ve destek görmediler. Müzisyenler de öyle. Sanatçının işi zor bu ülkede.

Kent Oyuncuları’nın geçmişine baktığımızda, 61 anayasasının görece özgürlükçü bir ortam yaratması sayesinde, İstanbul kültür hayatında en büyük rol oynadıkları dönem 60lı yıllar. 70li yıllar televizyonun güçlenmesi ve terör olaylarının sosyal hayatı etkilemeye başlamasıyla zorlandıkları, hem de çok zorlandıkları bir dönem. 80 darbesinin ardından, insanlar yeniden sokağa çıkmaya başladığında, televizyon yayınları da askeri idarenin koyduğu yasaklarla sıkıcı bir hale gelince yeniden canlanıyor tiyatro. Bu dönemde Harold ve Maude ile sürekli kapalı gişe oynuyor Kent Oyuncuları da. Politik tiyatro yapanlar ise çok zor günler geçiriyorlar elbette. 90lar ise yeniden bir çöküş dönemi. 2000li yıllarda ise politik hayatımızın karanlığı geleneksel medyayı kenara çekince, tiyatro dünyası yine büyük bir hareketlilik kazandı. Ben son yıllarda, hep ‘İstanbul tiyatroyla direniyor!’ diyordum. Pandemiye kadar… Neyse şimdi yeniden açılıyor salonlar.

'KENT OYUNCULARI, USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİNİN OLAĞANÜSTÜ ÖRNEĞİ'

Tiyatro, doğası gereği sahnede, usta-çırak ilişkisiyle gelişiyor. Yaptığınız çalışmada bu noktada ne gibi ilişkilerle karşılaştınız?

Yıldız ve Müşfik Kenter zaten konservatuarda hocalık yaptıkları için sahnede de hep öğrencileriyle çalışmayı tercih etmişler. Dolayısıyla usta çırak ilişkisinin olağanüstü bir örneği Kent Oyuncuları. Kimler gelmiş kimler geçmiş… Türk tiyatrosunun bugün en önemli isimleri olarak kabul ettiğimiz birçok aktör ve aktris o sahnede profesyonel olmuş ilk kez. Yıldız teyzem, ben de çok iyi hatırlıyorum, yönetmenlik yaptığı oyunlar dışında da, hep fikir verip, yol gösterirdi diğer oyunculara. Kitap için röportaj yaptığım birçok oyuncu bana babamın onları nasıl desteklediğini, nasıl önlerini açtığını, nasıl ağbilik yaptığını anlattı. Sadece sahnede kalan bir usta çırak ilişkisi değildi Kent Oyuncuları’nda yaşanan, hayatın geneline yayılan bir anlayıştı onlarınki.

Tiyatro, bugün politik baskılara ve otosansüre maruz kalıyor. Kitapta ele aldığınız tarihler de sanat için bir hayli zor… Dönemin sanatçılarının tavrına dair neler aktarırsınız?

Kent Oyuncuları, politik tiyatro yapan bir topluluk olmamış hiçbir zaman. Dünya tiyatro edebiyatının çok önemli eserlerini sergilemişler. Bizim edebiyatımızdan yeni yazarlara yer açmışlar repertuarlarında. Bir ağır oyun bir komedi gibi bir denge tutturmaya çalışmışlar, hocaları Muhsin Ertuğrul’un öğretisi ışığında. 70li yıllarda politik tiyatro yapmadıkları için eleştirilmişler de. Ama onlar tiyatronun slogan atmadan zaten söyleyeceğini söylediğine inanan bir ekip, özellikle Yıldız Kenter. Sansüre maruz kaldıklarını söyleyemeyiz bu bağlamda. Sadece devletin genel ilgisizliğinden paylarını almışlardır. Ama politik tiyatro yapan ekipler için çok zorlu şartlar var 70lerde. 80 darbesinden sonra da. Örneğin Ankara Sanat Tiyatrosu’nun turneleri iptal ediliyor, sahneleri kapatılıyor. Bayağı baskı görüyorlar.

Tiyatro, görece küçük gruplara ve özel sahnelere çekildi. Kent Oyuncuları’ndan bugüne gelinen süreci nasıl değerlendirirsiniz?

Kent Oyuncuları kendi tiyatro salonunu yaptıran bir özel tiyatro biliyorsunuz. O yıllar için Harbiye’deki Kenter Tiyatrosu müthiş bir salon . Bugünün sanat merkezleri diyebileceğimiz büyük salonları ya belediyeler ya da özel sektör tarafından destekleniyor daha çok. Tabii Devlet tiyatroları da var. Ama kendi imkanlarıyla tiyatro salonu yaratan çok önemli topluluklar da var ülkemizde. Dot, kaç kez yaptı bunu. Moda Sahnesi, devletten hiçbir yardım görmeden üretmeyi sürdürüyor. Baba Sahne de güzel bir örnek. Ferhan Şensoy, o güzelim Ses Tiyatrosu’nu yaşattı yıllarca. Ruhuna kadeh kaldıralım burdan! Apartman dairelerinde, pasajların alt katında, küçücük salonlarda, İstanbul’un her yerinde tiyatro yapılıyor. Ben tiyatrocuların direncinden, yaratma gücünden ve azminden umutluyum. Hayranlıkla izliyorum onları.

Sizi yıllarca yayıncılık dünyasının mutfağında izledik ve bugünlerde bir ilk kitapla okur karşısına çıktınız. Bundan sonrası için bizleri neler bekliyor?

Şu anda “Ben Okurum” adlı podcasti yapmayı sürdürüyorum. Dostlarla kitaplar hakkında konuşmak pek iyi geldi bana. İşin mutfağında geçen günleri de henüz özlemedim galiba. Ayrıca, bol bol kitap seslendiriyorum. Bu de hem iş hem terapi gibi benim için. Yeni bir kitap gelir mi, bilmiyorum. Yazmayı hep sevmişimdir, ama kitap yazmak kendime de sürpriz oldu. Böyle bir işe soyunabileceğim hiç aklıma gelmezdi. Belki yine heyecanlandırır bir konu beni ve yine sıvarım kolları. Bakalım…