'Delirmek için tek bir kötü gün yeterlidir'

Erlend Loe’nun 'Mal Sayımı' romanı, Dilek Başak çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Erlend Loe’nun yıldızı her ne kadar romancılıkta parlamış olsa da kendisi öğretmenlikten gazeteciliğe, senaristlikten romancılığa uzanan mesleki bir geçmişe sahip. Loe’nun Türkçeye çevrilen ilk kitabı 'Nahif. Süper' adını taşıyor. 2003’te Tavanarası Yayıncılık tarafından basılmıştır ama biz onu daha çok Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan 'Doppler' romanıyla tanırız. Yayınlandığı günden bu yana 23 baskı yapan 'Doppler'in ardından Leo’nun 'Kadının Fendi', 'Bildiğimiz Dünyanın Sonu' ve 'Volvo Kamyonlar' kitapları da Türkçeye çevrildi. Geçtiğimiz günlerde çevrilen son romanının adı ise 'Mal Sayımı'.

'Mal Sayımı' kısa, kısa olduğu kadar da etkili bir romandır. Loe’nun o süssüz, ironik dili, bu romanında da kendini belli eder. Bu da okura bildiği bir kılavuzla yeni bir yolda yürüdüğü hissini verir.

'ESKİMİŞ' BİR ŞAİR

Romanın başkarakteri Nina Faber, 70’li yıllarda isminden söz ettirmeyi başarmış ama büyük ses getirememiş, ortalama bir şairdir. Norveç’in edebiyat ortamında gerek yazar-çizer tayfasıyla gerek eleştirmenlerle yakın bir temas halinde yıllarını tüketmiş, özgürce sevmiş, sevişmiş, eğlenmiştir. Ancak aradan geçen zamanla beraber hem kendisi hem de şiiri "yaşlanmaya" başlamıştır.

Aslında ona şiirinin yaşlandığını, eskidiği söyleyen biraz da edebiyat piyasasının kendisidir. Zira Nina "ne 80’li yılların deneysel biçimleri arasında kendine bir yer bulabilmiştir ne de 90’ların sofistike, iki-üç katmanlı meta anlamları karşısında". Hal böyle olunca da okurun gönlünden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştır.

Loe, yeri geldiğinde Nina’nın bu durumu üzerinden seviyeli bir edebiyat eleştirisi yapmayı da ihmal etmez. Güncel edebiyatı, dahası kitap pazarlama sistemini masaya yatırır. Kitap isimlerinin belirlenmesinden tutun, kiminle nerelerde nasıl röportajlar yapılacağına kadar her şeyi programlayan PR ekiplerine Nina’nın gözünden bakar. Nina da "eski" bir şair olduğu için onun bu tip meselelere pek aklı ermez. O daha nostaljik, daha romantik bir düş kurar. Kitabın çıktığı gün yazarın/şairin editörüyle akşam yemeğine oturduğu, kitap okuma etkinliklerinin yapıldığı bir düştür bu. Ancak Nina’nın şiirleri ve kendisi gibi, düşleri de "eski" kabul edilir.

Elbette yapılan eleştiriler bundan ibaret değildir. Nina "ipini kopardıktan sonra" Eco’ya da, Hemingway ve Henry Miller gibi "oğlan çocuğu yazarları"na da sallar ve neredeyse son dönemde basılan bütün kitaplara çöp muamelesi yapar.

YABANCILAŞMAK

Onun böyle düşünmesinin şüphesiz ki haklı sebepleri vardır ama duygularını biraz kaşıdığımızda altında incinmiş bir benlik bulunduğunu görürüz. Nina zamanında hasbelkader bir şeyler yazdığını, yazdıklarının da kabul gördüğünü bilir ama kendine ifade edemediği bir gerçek daha vardır: "Neden şimdi böyle yazamıyorum?" diye sorar kendine.

Mal Sayımı, Erlend Loe, Çevirmen: Dilek Başak, 112 syf.,Yapı Kredi Yayınları, 2023.

Anlatıcı bu durumu çok güzel şekilde özetler: "Yaş ve deneyimle birlikte mükemmellik ve huzurun da geleceğine inandı ama tam tersi, daha çok stres ve iş becerememe hali geldi. Bir şeyleri ispatlaması gerektiği duygusu azalacağına kuvvetlendi."

Elbette Nina’nın böyle hissetmesinin en önemli sebeplerinden biri de ekonomik durumu ve güvencesiz bir şekilde sürdürdüğü hayatıdır. Nina 70’li yıllarda bu tip kaygılardan uzak bir yaşam sürmüş, yaşlandığında ise işler tersine dönmüştür. Diğer bir deyişle; Nina, sadece modern edebiyatçılara, kitaplara değil, yaşlandığı için kendine ve ekonomik sıkıntılar yüzünden bulunduğu dünyaya da yabancı bir hale gelmiştir.

KABUSA DÖNEN BİR RÜYA

'Mal Sayımı', Nina’nın küllerinden doğuş serüvenini işler. Dahası, "Nina bunu başarabilecek mi?" sorusuna bir cevap arar. Roman açıldığında Nina’nın bir yazarlık bursuyla İstanbul’a geldiğini, burada uzun zaman geçirip 'Boğaziçi' adlı bir şiir kitabı yazdığını ve bu kitabı bir editörle çalışıp yayına hazırladığını okuruz.

Kitap çıkmak üzeredir ve Nina çok heyecanlıdır. Bu onun için bir nevi varlık-yokluk savaşıdır. İlk eleştiriler gelmeye başladığında Nina gazete ve dergilerin neler yazdığını merak ettiğinden bir türlü uyuyamaz ama gördükleri karşısında kısa sürede çılgına döner. Zira yazıların hemen hepsi Nina’yı demode, basit ve ruhsuz bulur. Bütün bunlara rağmen Nina’yı esas delirten şey ise, bir kitapçıdaki "okuma günü"nün saatler kala iptal edilmesi olur. Hem de mal sayımı bahanesiyle.

Sonra neler mi yaşanır?

Nina önce kitapçıyı, sonra ona en kötü eleştiriyi yazan erkeğin evini basar ve böylece işler iyice çığırından çıkmaya başlar.

'THE KILLING JOKE'

Halbuki Nina, cinsel kimlik bunalımı yaşayan oğluyla, alkolik psikoloğuyla, sürekli arabuluculuk yapan editörüyle, kariyer kaygılarıyla ve bir türlü yetmeyen parasıyla zor ama yine de kendi bildiği gibi yaşayıp gitmektedir ilk başlarda. Yukarıdakilerle beraber onu çılgına çeviren şeyleri daha da ayrıntılı olarak madde madde sayabiliriz elbette ama en nihayetinde yaşananları sadece "kötü bir gün" olarak özetlemek de mümkündür.

Peki "kötü bir gün" ne demektir?

"Kötü bir gün" denince akla gelen ilk isim şüphesiz ki Joker’dır. Alan Moore’un yazdığı, Brian Bolland ve John Higgins’in çizdiği en sevilen ve en karanlık Batman sayısı 'The Killing Joke'u bilen bilir. Çizgi romanın bir yerinde Joker, Batman’e şöyle der:

"Hayattaki en aklı başında adamı deliliğe indirgemek için sadece tek bir kötü gün yeterli. İşte dünya benim bulunduğum yerden ancak bu kadar uzakta. Sadece tek bir kötü gün. Bir keresinde kötü bir gün geçirmiştin, haksız mıyım? Haklı olduğumu biliyorum. Kötü bir gün geçirdin ve her şey değişti. Yoksa neden uçan bir sıçan gibi giyinesin? Kötü bir gün geçirdin ve bu seni diğer herkes gibi delirtti... Sadece bunu kabul etmezsin ki! Hayatın bir anlamı varmış, tüm bu mücadelenin bir amacı varmış gibi davranmak zorundasın! Tanrım, kusmak istememe sebep oluyorsun."

Delirmek için illa büyük problemlere, muhteşem travmalara gerek olduğunu da kim söylemiş! Nihayetinde herkesin gün içindeki kırılma noktası farklı farklı olabilir. Nina’nın kötü günü de bir kitapçının mal sayımına denk gelmesiyle başlar. Bu yüzden hangimiz onu suçlayabiliriz ki?