Dedektif Montalbano ya da Sicilya’da polis olmak!

Hiç değiştirmediği Fiat Tipo'su, atletik vücudu ve olayları çözme azmiyle Salvo Montalbano, yirmi iki yıldır kapıları çalıp kendini ve Sicilya'nın kültürel zenginliğini tanıtmayı sürdürüyor.

Google Haberlere Abone ol

“Commisarrio Montalbano sono”! Kısa boylu, kelden bir adam kapınızı çalıp kendini böyle tanıtıyorsa hayali Vigata şehrindesiniz demektir ve işinin ehli o polise itibar ediniz lütfen! Elbette "Dedektif Montalbano"dan söz ediyorum. 99'dan beri her sene ortalama iki bölüm çekilen uzun soluklu İtalyan polisiyesinden... Agrigento (Sicilya) doğumlu Andrea Camilleri tarafından kaleme alınan Montalbano serisi ünlü oyuncu Luca Zingaretti'nin etkileyici performansıyla Sicilya Adası'nın siyasi iklimini ve doğasını birleştirmekte...

ŞİRİN BİR KASABADA BİTMEK BİLMEYEN MESAİ

Dedektifi tanıtmaya geçmeden şunu özellikle belirtmek gerekiyor. Salvo Montalbano naif bir dedektif. Oldukça zeki ama zekâsını seyircinin gözüne gözüne sokan cinsten değil. Gayet duygusal fakat öyle büyük büyük oynamıyor. İyi bir organizatör, yeri geldiğinde manipülatör ancak daha önemlisi vicdan sahibi. Suçlulara karşı her türlü dalavereye başvururken şüphelendiği vatandaşlara vakayı çözene dek incitici bir tarzla yaklaşmıyor.

Bu girişin peşi sıra detaylardan söz edebiliriz. Yerel karakolun amiri konumundaki Salvo, yukarıda emniyet müdürü ve yargıca bağlı. Olay yeri incelemeci Jacomuzzi (Giovanni Guardiano) ve adli tabip Pasquano (Marcello Perracchio) her bölüm bilgisine hatta “ilgisine” başvurduğu ortaklarından. Salvo ayrıca sıkıntılı bir bölgede görev yaptığından dolayı zaman zaman Carabinieri, Anti Mafya ve Anti Terör birimleriyle iş birliğine gidiyor. Sicilya, mafyanın beşiği olmasının yanı sıra Afrika bağlantılı silah kaçakçılığına müsait bir ada olduğundan çetrefil suçlar için de doğal bir barınak...

Montalbano'nun karakolda iki yardımcısı var: Giuseppe Fazio ve Mimi Augello. Fazio (Peppino Mazzotta) işkolik bir adam, her deliğe girip çıkıyor, bilgi topluyor. Salvo'nun sağ kolu desek yeridir. Augello (Cesare Bocci) ise kadın düşkünü... Rütbesi Salvo'ya yakın olmasına karşın esas mesaisini hiçbir zaman işine harcamadığından ne yükselmiş ne bulunduğu pozisyonda ciddiye alınmış. Eğer Salvo'nun başına bela açmıyorsa bölümlerdeki görevi birilerini baştan çıkarmak yahut vakalar hakkında fikrini sunmak. Tabii özel hayatına da değinmeliyiz. Augello, Beba (Beatrice- Carmela Gentile) ile evli, çocukları oluyor hatta adı da Salvo fakat medeni hali onu durdurmaya yetmiyor şüphesiz. Adam çapkın! Karakolda hemen her bölüm gördüğümüz, olay yerine ilk ulaşanlar arasında Galluzzo gibi fevri polisler de var fakat Catarella'yı (Angelo Russo) vurgulamalıyız. Anlatıya ayrı bir tat katıyor Catarella... Hiçbir adı doğru anlamayan, komiserin odasına kapıyı çarpmadan giremeyen bu sıcakkanlı polis, erişkin bedeninde sıkışıp kalmış bir çocuk adeta! Onu küstürmek de sevindirmek de pek kolay. Tüm bu sakarlığına karşın geneli teknoloji özürlü karakol personelinin aksine bilgisayar işlerinden o anlıyor, birçok öyküde dataları tarayıp rapor verdiğini görüyoruz.

EVE İŞ GETİREN DEDEKTİF

Serinin hemen her filminde dedektifi yatağında uyanırken görüyoruz ve bölüm öyküsü genelde bu sahneyle açılıyor. Telefon çalıyor, arayan Catarella oluyor, kendine has üslubuyla bir soygunu veya cinayeti, asayişi bozan her neyse haber veriyor. Mimi ve Fazio'nun olay yerinde olup olmadığını bildiriyor ve Montalbano'ya sıcak yatağından kalkıp yollara düşmek kalıyor. Mesleğin iş-ev tanımayan doğasının ötesinde özel hayata etkisi saydığım sahneyle sınırlı değil elbet. Montalbano sorguya çektiği kadınların ilgisine mazhar oluyor her daim. Şeytan tüyü dedikleri... Şüpheliler veya araştırmanın tam merkezinde duran bu kadınlar dedektifle türlü niyetler üzerinden ilişki kurmak istiyor. Kimi soruşturmanın seyrini değiştirmeye çalışırken kimi dedektifin karizmasından etkileniyor. Dedektif ise bu ayartma çabalarına bir nebze karşı koyabiliyor. Karşı tarafın maksadını sezdiği takdirde gardını alıyor. İş hayatının güzel kadınları sorgulama imkânı tanıması uzaktan ilişki yürüten Montalbano için bir dezavantaj sayılır. Dedektifin sevgilisi Livia, Kuzey İtalya'da yaşıyor. Her bölüm değilse de birkaç bölümde bir görüşüp hasret gideriyor ve eski yaşamlarına dönüyorlar. Buna karşın Livia ile aralarında şüphesiz bir evlilik gerilimi mevcut. İlişkilerinin ilk yıllarında annesini yitirmiş bir göçmen çocuğu evlat edinip bu yola girmeyi düşünmüş ancak vazgeçmişler. Livia dışında dedektifin hayatında düzenli iletişim kurduğu tek bir kadın ise Ingrid. Ingrid (Isabell Sollman) tuhaf bağlantılara sahip, ummadık taşın altından çıkıp soruşturmaya yardım ediyor. Montalbano'nun zaman zaman Livia'dan da akıl aldığını söyleyelim. Hal böyle olunca yani dedektifimiz aslında son derece çekingen ve kendine dönük bir yaşam sürmekten yana olunca kur yapan kadınlarla irade savaşına girişiyor sanki.

Bununla birlikte evin ve özel hayatın, biraz da öykülerin geçtiği coğrafya dolayısıyla profesyonel yaşamın ayrılmaz parçası haline geldiğini belirtmek lazım. Sicilya Adası takdir edersiniz ki iklimi itibariyle iş yaşamını oldukça zorlayan koşullar dayatıyor. Akdeniz ve Güney Amerika kentlerindeki siesta geleneğini göz önüne alırsak iş yapmanın güçlüklerine dair tahmin yürütebiliriz. Zaten dedektifi her bölüm yaz kış demeden en az bir tur yüzerken izliyoruz. Montalbano'nun evi de deniz kıyısında, Marinella adlı bir sahilde... Kulaç atıyor, sahile çıkıp kurulanıyor ve verandasına geçerek espressosunu yudumluyor! Ne keyif ama! Öte yandan öğle yemeklerini çoğu kez yalnız yemiyor. Ya iş arkadaşları ya yürüttüğü soruşturmanın tanığıyla bir araya gelip yine iş konuşuyor. Buradaki eve iş getirme kültürü Montalbano'nun zevkleri olmadığına yorulmasın. Doğrusu Montalbano mümkün mertebe işten kaytarmaya çalışan bir dedektif! Vaka çözerek tatmin olmuyor. Oldukça titiz ve fedakâr fakat tüm yaşamını işine vakfetmemiş.

SİYASET-MAFYA-KİLİSE EKSENİNDE

Olaylar her ne kadar Montelusa ve Vigata gibi hayali yerleşimlerde geçse bile Sicilya'nın sıcağı ve mafyatik ilişkileri kâbus olup çöküyor kahramanlarımızın üstüne. Elbette dizide kurgusal kentlerin yanı sıra sık sık Monreale komününün ve Sicilya başkenti Palermo'nun da adını duyuyoruz. Olaylar büyüdükçe Palermo hatta Roma devreye girebiliyor.

Bu noktada mafya meselesine Güney İtalya üzerinden değinmek isabet olacak. Mafyanın (modern anlamda mafya tipi örgütlenmenin) Sicilya topraklarında doğup dünyaya yayıldığı ve ABD'de “İtalyan mafyası” özelinde geniş bir suç şebekesinin temelini attığı bilinen bir gerçek ancak İtalya özeline baktığımızda görece yoksul, geleneklerine bağlı ve muhafazakâr şehirlerde, başka bir deyişle Güney bölgelere kök saldığını görüyoruz. Sicilya'da Cosa Nostra, İtalya haritasının benzetildiği o meşhur çizmenin tam tabanında bulunan Calabria bölgesindeyse 'Ndrangheta hüküm sürüyor. Yine az yukarıda, Campania'da Comorra (Gomorra) dünyaca ünlü yapmış mafya yapılarından, filmlere, dizilere konu olmuş. Mafya, Güney İtalya'da toplumsal bir gerçekliğe dönüşmüş; öyle ki kuralları ve aile terbiyesiyle nam salan bu işleyiş için “kurumsallaşma” ifadesini yakıştırabiliriz. Örneğin dizide sıklıkla “koruma parası” adı altında bir mafya hizmetini işitiyoruz. Haraç toplamanın, kendinden koruma'nın zarif adı bu... İşin tuhafı hiçbir devlet yetkilisi yadırgamıyor bu hizmeti, dahası (işletmenin büyüklüğüne göre biçilen) bedeli ödemeyenlere dönük saldırılar da gayet normal karşılanıyor. Şehirde her suç-iş kolu bir aileye ayrılmış. Sinagra ve Cuffaro Aileleri öne çıkıyor. Montalbano'nun Sinagralar'ın şefiyle ilişkisi var. Elbette çıkar amaçlı bir ilişki değil, vakalar vesilesiyle hani biraz da mecburiyetten kurulmuş fakat her devlet yetkilisi dedektife benzer şekilde sadece “işi gereği” yürütmüyor ilişkisini.

Siyasetçiler, yargıç ve savcılar, idareciler hatta medya yöneticileri... Yükselmek, kollanmak daha çok kazanmak isteyen herkes mafyayla iş tutuyor. Hepsinin arkasında bir aile var, hepsi bir aileye üye olmanın peşinde... Tüm bu kurumsallaşma hali şehirde meydana gelen adli olayların bir yönüyle mafyaya değip dolaşmasına yol açıyor. Dolandırıcılık, hırsızlık, kundaklama, şantaj, silahlı saldırı... Mafya bazen fail, bazen azmettirici, bazen de göz yuman, izleri kaybeden pozisyonunda... Bazı vakalarda Montalbano'nun elini mafya bağlamıyor, kilise ve bağnazlık çıkıyor karşısına dedektifin. Yöre halkı üzerinde çarpıcı bir etki kuran Kiliseye bağlı yapılar suça karışabiliyor. Organize suçlar dışında kalan en belirgin suç motifiyse kıskançlık ve tutku... Birçok vakada kıskançlık, tutku veya cinsel saldırı çıkıyor karşımıza. Sicilya'da herkes tutkulu, sevdi mi ölümüne seviyor!

MONTALBANO'YU MONTALBANO YAPAN

Yukarıda değinmeye çalıştım. Montalbano oldukça sade bir dedektif, idealize edilmemiş yahut karikatürize kalmamış. Vicdanlı karakterini saymazsak kendini topluma adadığı yönünde bir ize rastlayamıyoruz. Mafya karşısında geri durmaması ve “temiz ülke”den bahsetmesi vicdanına, iş ahlakına işaret ediyor. Diğer yandan sahadaki başarısına şapka çıkarmamak güç! Çoğu kez iş arkadaşlarına dahi haber vermeden delil peşine düşen dedektif hiçbir vakayı yarım bırakmıyor. İnatçı ve sebatkâr bir çizgide takip ediyor soruşturmaları, analitik çalışıp çözümünü mutlaka sunuyor. Bu başarısını olaylara farklı bir açıdan bakmasına ve pratik düşünmesine borçlu... Montalbano'yu Montalbano yapan başlıca unsur ise insani yönleriyle öne çıkması. Ekipten ayrı çalışmayı yeğlese dahi başa buyruk bir anlayışı yok, kendini çevresel faktörlerden soyutlamıyor. Son derece insani tepkiler veriyor. Şaşırdığında “ha” diyor, karşısındakini dinlerken sabırsızlığını tüm ifadesine yansıtıyor. Sinirlendiğinde Catarella'yı azarlıyor. Öte yandan adını duyurmuş önemli kurgusal dedektifler gibi öyle saplantılı bir yaşam sürmüyor. Tek takıntısı yemek yerken konuşmamak!

Dedektifin kadınlar karşısındaki ikircikli tutumuna da değinebiliriz. Komiser vakayla birinci dereceden ilişkili kadınların flört girişimlerini kesin bir dille reddetmiyor ki bu uygunsuz tavır insani bakımdan değerlendirildiğinde gerçekçi bir hava katıyor anlatıya. Kuşkusuz karşısına her zaman genç ve güzel kadınların çıkması "tatlı bir tesadüf" ancak Montalbano'nun kendine hâkim olamayışı karakterinin gerçekçi ve derinlikli çizilmesinin bir sonucu...

Montalbano'ya özgü davranışları sıralarken muzip karakterinden söz etmemek olmaz. Muzipliğine birçok jest ve mimiğinde rastlıyoruz ancak bilhassa rüyalarına bakmak gerekiyor. Birkaç bölümde bir muhakkak rüya gören dedektifimiz işi gereği sık sık ölüm ve tabutlarla uğraşıyor. Hele bir rüyasında kendi cenaze törenini seyrediyor. Karakola giden dedektif bir iş hakkında bilgi almak istediğinde bunun mümkün olamayacağını çünkü öldüğünü öğreniyor. Devamı da hayli ilginç. Tabut odasında masasına yerleştirilmiş polisler tören duruşunda. Telefon açtığı sevgilisi Livia ise cenazeye gelemeyeceğini söyleyip başka bir erkekle hayatının geri kalanını yaşayacağını ima ediyor. Bu muzip biraz da buruk tavrın ardında dedektifin özgüveni ve aldatılma çekincesinin yattığı açık. 

MİMARİ, KÜLTÜREL DOKU, ZENGİN YAN KARAKTERLER

"Montalbano'yu Montalbano yapan" başlıca unsurlardan bahsettik, biraz da dizinin "çekici" yönlerine eğilelim. Şeytan tüylü dedektifimizin televizyondaki uzun yolculuğu Netflix platformuna taşınırken (Türkiye'de Mart 2020'de yayın kataloğuna eklendi) seyircide karşılığını hiç yitirmediğini görüyoruz. Bu devamlılıkta aslan payını "old school" bir iş olmasına vermeliyiz. Günümüzde sivri dedektif hikâyeleri yerine "toplumun her zerresine erişmiş suç" temalı anlatılar yeğleniyor. Montalbano ise otantik bir karakol öyküsü... Karakol işlevsel bir noktada, kasabaya ve bölgenin kültürel dokusuna bağlanıyor. Bir tür lokomotif, seyircinin bindiği treni şehrin çeşitli mekânlarında dolaştırarak bir zenginlik sunuyor. Aslında Montalbano'nun da çoğu zaman geri çekildiğini ve olayların geçtiği atmosferin başrole yükseldiğini söyleyebiliriz. Muhteşem taş mimari, yerleşimdeki kot farkından dolayı uçsuz bucaksız merdivenler, daracık sokaklara karşın geniş meydanlar ve elbette sırf salonuyla metropolde bir evin tüm oturum alanını geride bırakan müstakil meskenler. Bu daireler yöre halkının yaşama ne kadar değer verdiğini, zevkine düşkün olduğunu da ortaya koyuyor. Yüksek tavanlar, şaşalı kapı ve duvarlar, ince işçilik. Orta üst sınıfın geniş evleri dışında yoksul evlerde de kendine has tatlı bir bakımsızlık var. Bir mesaj niteliğinde: “Biz burada yoksul da zengin de olsak sizden iyi yaşıyoruz” mesajı...

Şehir mimarisinin yanı sıra kültürel öğelere denizle kurulan ilişkide ve mutfakta tanıklık ediyoruz. Deniz yöre halkının vazgeçilmezi... Bunu yaz kış kendini denize atan dedektiften de çıkarabiliyoruz. Yine deniz ürünü ağırlıklı bir beslenme söz konusu. Deniz ürünlerini makarna, pizza ve diğer hamur işleri izliyor. Bilhassa patlıcan yemeği Caponata ve Montalbano'nun huysuz doktoru kandırıp ağzından laf almak için rüşvet verdiği Cannoli tatlısı dikkat çekmekte.

Diğer yandan yörenin neşeli ve asabi yaşlıları komiseri ayrı bir şamatayla karşılıyorlar. Kimi Monarşi yanlısı olduğunu söylüyor kimi karşısında polis görünce sinirleniyor. Hırlı mı hırsız mı kestiremeyip tüfeğine davranan bile var. Montalbano tüm bu unsurlar aracılığıyla seyirciyi Sicilya'da bir tura çıkarırken kültürel dokuya ve sosyal yaşama dair ayrıntıları es geçmeyerek ana karakter ve mekânları da güçlendiriyor.

* * 

Montalbano dile kolay yirmi iki yıldır yeni maceralarla yayınlanmakta. Dilimize Terrakotta Köpek, Suyun Şekli, Yemek Hırsızı, Tindari Gezisi gibi birkaç örnek dışında çevrilmemiş Camilleri'nin polisiye öykülerinden uyarlanan bu bölümlerde dedektifimiz zamana da meydan okuyor. Hiç değiştirmediği Fiat Tipo'su, atletik vücudu ve olayları çözme azmiyle Salvo Montalbano kapıları çalıp kendini ve Sicilya'nın kültürel zenginliğini tanıtmayı sürdürüyor.