David Adler: Kobane davasında çok fazla İnsan akıldışı suçlamalarla yargılanıyor

İlerici Enternasyonal’in Genel Koordinatörü David Adler beraberinde bir heyetle Kobane Davası’nı izlemek için Ankara’da olacak. Adler ile hem davayı hem de dünyanın halini konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA- Ankara'da bugün başlayacak olan Kobane Davası yalnızca Türkiye’de değil, küresel kamuoyunda da yakından takip ediliyor. Davayı, Noam Chomsky, Yanis Varufakis, Bernie Sanders gibi isimlerin kurucuları arasında yer aldığı İlerici Enternasyonal'den (Progressive International) bir heyet de takip edecek. Bu çerçevede İlerici Enternasyonal’in Genel Koordinatörü ve ekonomist David Adler ile demokrasiyi, insan haklarını, Kobane Davasını ve pandeminin getirdiği siyasal ve ekonomik eşitsizlikleri ve buna dönük çözümleri konuştuk

Pandemi hayatımızda büyük bir kırılmaya neden oldu. Bir yandan ekonomik krizler, işlerini kaybeden milyonlar, aşırı yoksulluğa sürüklenen toplumlar bir yandaysa milyarca dolar servet artışı yaşayan süper zenginlere tanık oluyoruz. Ekonomist olmanızı gözeterek, pandeminin ekonomik boyutunu ve eşitsizliğe etkisini nasıl ele almak lazım?

David Adler.

Sizin de söylediğiniz gibi pandemi eşitsizliği artırdı, ancak bunun birkaç boyutu var: Ekonomik eşitsizlik, kuşaklar arası (yaş) eşitsizlik ve coğrafi eşitsizlik. Üstelik yalnızca bir yılda bir yanda  ellerindeki serveti, varlığı biriktirenleri, borsada büyük kazançlar elde edenleri grürken bir yanda sabit bir işi olmayanları, bağımlılık riski altında yaşayan prekaryaları gördük. Pandeminin ikinci yılında göreceğiz ki bu eşitsizlik daha çok artacak. 

'PANDEMİNİN İKİNCİ YILINDA DÜNYA İKİ KUTBA AYRILACAK'

Bir anlamda eşitsizlik daha mı görünür oldu?

Hem daha görünür oldu hem de keskinleşti. Aslında bu biraz karmaşık, bence pandeminin ikinci yılında iki büyük gelişme yaşanacak. Birincisi küresel kuzey ile küresel güney arasındaki ayrımının sertleşeceğini göreceğiz. Yani küresel kuzeyde örneğin ABD, İngiltere, Avrupa’nın bir kısmında aşılama tamamlanacak. Öte yandan küresel güneyde Brezilya, Hindistan, Türkiye gibi ülkelerde virüsün etkileri devam edecek. Burada şöyle bir ayırıma dikkat çekmeliyim. İlk yılda pandemiye dönük ortak bir kaygı ve çözüm arayışı vardı. Tüm dünya aynı sorunla yüz yüzeydi. Ancak bu yıl tehlikeli bir noktadayız. Bir yandan virüsün olmadığı bir evren, diğer yanda virüsün olduğu, kapanma önlemlerinin, sokağa çıkma yasaklarının, ölümlerin, ekonomik krizin yaşandığı bir evren olacak. 

Benim korkum bu durum, insanlarda var olan “Virüs sınır tanımıyor, dünyada eşit bir şekilde çözüm üreteceğimiz kurumlara yatırım yapmalıyız” dediğimiz o dayanışmanın, sağ duyunun kaybolacak olması. Üstelik bu gündelik hayatlarımızda da karşılık bulacak. Bir evrende güneyi sömürerek, varlığına el koyan ve yüksek gelirle, yüksek standartlarda hayatlarına devam eden insanlar, diğer evrende temel gıdaya, sağlık hizmetine, barınmaya, hayatını devam ettirmesini sağlayan ücretlere ulaşamayan insanlar olacak. İşte bu eşitsizliğin en büyük fay hatlarından biri olacak.  

Böylesine büyük salgınların siyasi sonuçları da oluyor. Örneğin veba salgınının Avrupa’da feodalitenin çözülmesinde etkili olduğunu biliyoruz. Covid-19 içinse Uluslararası Af Örgütü kısa süre önce pandeminin siyasi ve haklar üzerine etkisini ele alan bir rapor yayınladı. Bu rapor siyasi liderlerin bu durumu siyasi iktidarlarının devamı için fırsata çevirdiğini ve gözetleme, kapanma, çalışma süreleri ve şekli ile hatta bazı temel insan haklarını ihlal etmede bahane olarak kullandığı ifade ediliyor. Sizce demokrasi ve insan hakları cephesi salgından nasıl etkilendi?

Bana kalırsa iki önemli adımla bu süreçte politik sistemdeler dönüştü: Takip ve gözetleme. İlk olarak yaygın biçimde kullanılan unsurlar, sağlık krizi, ekonomik kriz gibi sebeplerle otoriter yöntemlerin sistemi dönüştürmesini perdeledi.

İkincisi insanlar, vakalar düşmeye başladığına, yani işler biraz eskiye döndüğünde bu son değişiklikleri hatırlamayacaklar, oysa bu gözetleme ve takip bizim hayatlarımızda kalıcı. Şöyle bir sorunumuz var: Henüz dönüşüme karşı sesimizi yükseltebilecek politik hareketler ortaya çıkamadı. İngiltere’de kısmi normale dönüş pratiği bu kaygıyı haklı çıkarıyor. Bir anlamda sistemin bu yeni yöntemlerine rıza göstermiş de oluyoruz. Oysa bizim neyin değişip değişmediği konusunda titiz bir analiz yapmamız gerekiyor. Bazı şeyler değişti, ama bazıları değişmedi. 

Değişmeyen şeylerden biri olarak örnek vermeniz gerekirse?

Tabii, örneğin Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve onların temsil ettiği mimari değişmedi. Aşıların bulunması sürecinde yaşanan patent politikası değişmeyen şeylerin başında geliyor. 

Şunu söyleyebilirim, bu noktada biraz abartılı uçlar arasında dolanıyoruz. Ya “her şey değişti” diyerek aşırı abartıyoruz, ya da “her şey aynı kaldı” diyerek küçümsemeye gidiyoruz. Oysa sizin de altını çizdiğiniz gibi devlet, haklar konusunda değişim yaşanırken, piyasa odaklı küresel yönetişim mimarisi aynı kaldı. 

'KOBANE DAVASI SAÇMA TEHLİKELİ VE ÜRKÜTÜCÜ BİR TEMELE DAYANIYOR'

Tam da bu değişim dinamikleri içinde sizin de genel koordinatörü olduğunuz İlerici Enternasyonal, bir heyetle Kobane Davası’na tanıklık etmeye gelecek. Şunu merak ediyorum, siz, İlerici Enternasyonal olarak bu davaya tanıklık etmenin, dayanışmanın, burada bulunmanın neden önemli olduğunu düşünüyorsunuz?

Ankara’ya iki temel sebeple geliyoruz. İlk olarak demokratik hakları savunmak için geliyoruz, yargılanacak olan insanların temel haklarını savunmak için. Bu davanın temel gerçeği, saçma, çok tehlikeli ve ürkütücü olması. Çok fazla insan, akıldışı suçlamalarla onlarca yılla yargılanıyor. Bu insanlar, yakınmarı, Halkların Demokratik Partisi, bu dava ve yaşananlar için tüm dünyayı tanık olmaya çağırdı. Bizler burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Beklenen olmayacak, bizler her zaman temel insan haklarını savunmaya devam edeceğiz” demek için geliyoruz. 

İkincisi, amacımız sadaka verme ya da “ben sana acıyorum, ne kadar kötü durumdasın, sana sempati duyuyorum, buraya geldim çünkü senin için üzülüyorum” demek değil. Dayanışma, Türkiye’de demokrasi için mücadele etmek demek ya da Yunanistan’da, Brezilya’da, Kolombiya’da mücadele etmek demek. Eğer Erdoğan’ın yargı üstünden HDP’yi yok etmesine izin verirsek, bu taktik başka otoriter yönetimlerce de işe yarıyor denerek kullanılabilecek. Bu noktada Türkiye’yi savunduğumuzda Kolombiya’yı da savunmuş olacağız. Buysa HDP ile dayanışmakla, onun haklarını savunmakla demokrasi için mücadele etmekle yakından ilişkili. Biz Ankara’ya geldiğimizde sadece Erdoğan’a değil, Angela Merkel’e, Ursula von der Leyen’e, Joe Biden’a da mesaj göndermiş olacağız ve diyeceğiz ki: Siz bu siyasi yargılamadaki suç ortağısınız. Avrupa’da kapalı kapılar ardından yapılan kirli mülteci anlaşması, ABD’nin Türkiye’nin bölgesel konumuna yönelik önceliği bu anlama geliyor.  Oysa biz demokratik haklar nerede tehdit altındaysa orada onları savunmaya devam edeceğiz. Erdoğan rejimiyle işbirliği yapmayı reddediyoruz. 

'İLERİCİ ENTERNASYONAL KÜRESEL ZORLUKLARA KARŞI BİRLİKTE MÜCADELE ETMEK İÇİN KURULDU'

Anlıyorum. Peki kurucuları arasında olduğunuz İlerici Enternasyonal neden ortaya çıktı?

İlerici Enternasyonal’in ortaya çıkmasındaki temel motivasyon adil ve eşitlikçi bir dünya için bir araya gelme. Bu da iki farklı rolümüzün olması demek. Birincisi küresel bir koalisyon kurarak küresel zorluklara karşı mücadele etmek. Hepimiz farklı topluluklarda yaşıyoruz. Biliyoruz ki zengin insanlar her yıl Davos’ta bir araya geliyor, “IMF’ye ne olmalı, Dünya Bankası ne yapmalı, DSÖ ne yapmalı” diyorlar. Eğer bizim de sahip olduğumuz ortak bir öngörü, vizyonumuz varsa, küresel yönetişim nasıl olmalı, neler yapmalı diyorsak bizim de bir araya gelmemiz gerekiyor ki kurulu düzen ve kurumsallaşmaya meydan okuyabilelim. Dahası, iklim krizi karşısında ne yapmalıyız, pandemiyle nasıl başa çıkacağız bunu konuşabilelim. İkinci amaç, bu küresel koalisyonu kullanarak, sorunlarla mücadele etmek, HDP’ye dönük siyasi yargılamayla Amazon ormanlarının yok edilmesiyle ya da azınlıkların Hindistan’daki hak ihlalleriyle... Bu mücadele sendikaların, politik hareketlerin, siyasi partilerin de katıldığı bir koalisyonu gerekli kılıyor. 

İşçiler, öğrenciler, aktivistler olarak bu sistemin sömürüsüne, cezalandırmalarına, terbiye etmesine karşı söyleyecek sözümüz var, ancak bunun için bir araya gelmemiz ve hepimizin aynı sistemin dayatmalarına maruz kaldığımızı görmemiz gerekiyor. Örneğin Bezos’un Amazon’u Türkiye’de yeteri kadar etkin değil, ancak bu yine de Türkiye’yi etkiliyor, çünkü Jeff Bezos’u zengin eden tedarik zinciri, sömürü ve başka yerden taşımaya dayanıyor. Bu zincir Bangladeş’ten Hindistan’a oradan Türkiye’ye, Almanya’ya, depolarının olduğu yerlere uzanıyor. İşte bu küresel mimariye baktığımızda bu sisteme müdahale gücümüz olduğunu fark edemiyoruz, çünkü bir bireye göre daha büyük, daha güçlüler. 

'ŞİRKETLERİ VE PİYASAYI KORUYAN KÜRESELLEŞME YERİNE İNSANLARI VE DEMOKRASİYİ KORUYAN KÜRESELLEŞMEYE GEÇMEK ÜTOPYA DEĞİL'

Küreselleşme ve küresel vurgunuz dikkatimi çekti. Ana akım küreselleşme tanımı devletlerin yabancı yatırım çekme çabasına, sermayenin dolaşımı ve buna gösterilen kolaylıklara dayanıyor. Ancak sizin aktardığınız gibi küresel ya da bölgesel düzeyde sivil toplum örgütleri, aktivistler, gruplar arasında bir dayanışma, yan yana gelme olduğunda devletler bu insanları ajanlıkla, dış güçlere çalışmakla suçluyor. Bu noktada başka bir küreselleşme mümkün diyebilir miyiz?

Küreselleşme nedir? Bence küreselleşme pek çok anlam ve açıya sahip. 1960’lardan 1990’lara kadar şekillenen küreselleşme projesi kürenin yönetilmesini piyasanın ve çıkarlarının korunmasına dayanan ve demokrasiye karşı olan nitelikteydi. Dolayısıyla 1980’lere kadar uzanan küreselleşme projesinin temeli uluslararası bir piyasa yaratarak, insanların itirazlarına, isyanlarına, müdahalelerine karşı bu sistemin korunması ve bağışıklık kazanmasına dayanıyordu. Ancak küreselleşmeyi başka bir şekilde de ele alabiliriz ki bu aynı zamanda bu diskuru değiştirebilir: Piyasayı demokrasiden koruyan bir yapı yerine demokrasiyi piyasadan koruyan bir yapı. Demek istediğin insanların bir araya gelerek dayanışması. Yani yatırımlar, örneğin devletler ücretleri artırmak istediğinde yatırımcılar devleti dava etme hakkına sahip oluyor: Bunun yerine insanların şirketleri dava edebildiği ve yerel değerlerine saygı duyduğu bir düzenlemeden bahsediyorum. 

Dolayısıyla bizler küreselleşmeden bahsederek, sınırların kalkmasından küresel vatandaşlıktan bahsetmiyoruz, biz ulusaşırıcı (transnationalist) değiliz, uluslararasıcıyız (internationalist). İnsanların toplumsal aidiyetlerine, şehirlerine, topraklarına bağlılıklarına inanıyoruz, ancak aynı zamanda uluslararası kurumsallaşmayla ülkeler arası yönetişim pratiklerinin olabileceğine de inanıyoruz. Bizim işimizi küreselleşmeyi yok etmek, ortadan kaldırmak değil, piyasanın temel değer ve aktör olduğu küreselleşme yerine insanlara dönük korumanın arttığı, hayatlarını sürdürmenin güvence altında olduğu, kendilerinin ve çocuklarının geleceğini belirleme hakkının arttığı ve buna dönük bağışıklarının yükseldiği bir küreselleşme istiyoruz. Bu bir ütopya değil, açık şekilde bir küreselleşme yapısından diğerine geçeceğiz.  

Örneğin Covid,19 virüsüne karşı aşı patentlerini kaldırmak bu duruma örnek olabilir, çünkü aşı tartışmasında iki küreselleşme mantığı karşı karşıya geldi. Bir yanda salgına rağmen piyasayı ve onun çıkarlarını korumak isteyen, bunu patent hakkı üstünden sağlamaya çalışan yaklaşım, diğer yanda “önce insanlar” diyen, insanları patent haklarının önüne koyan, insanları piyasadan koruyan bir mantık var. Bu noktada iki yaklaşım da küreselleşmeyi ortadan kaldırmaya dayanmıyor. Yani küreselleşmeden geri adım atmak değil, şirketleri, piyasayı önceleyen ve koruyan küreselleşme mantığından insanları, uluslararası işbirliğini koruyan küreselleşme mantığına geçmek demek. 

DAVID ADLER KİMDİR? 

Politik ekonomist David Adler, sendikalar, siyasi hareketler, uluslararası işbirliği ve siyasi partiler arasında işbirliği üzerine çalışmaktadır. Çalışmaları kapsamında Hindistan, Meksika ve Güney Afrika’da araştırmalar yapmıştır. ABD’li,Vermont Senatörü Bernie Senders’ın başkanlık kampanyasında dış politika danışmanlığını yapan Adler, Democracy in Europe Movement 2025 siyasi koordinatörü, Yeni Yeşil Anlaşma’nın Avrupa eş kurucusudur. Adler Mayıs 2020’den bu yana İlerici Enternasyonel’in (Progressive International) genel koordinatörlüğünü yürütmektedir.