YAZARLAR

Darbe darbedir, tamam da… Darbenin karşıtı demokrasi değil mi!

Darbeden geriye çok yara kaldı ya, bir de büyük ders kaldı: Bu “çeteleşmiş cemaat”in teröre ve darbeye yolculuğu sırasında, bu cüretinin en önemli kaynağı, halk nezdinde bir destek filan değil; devlet içinde, yargıda, orduda, poliste, bürokraside yuvalanmış, içten kemirmiş olmasıydı.

Aşağıda, en alttaki yazıyı 15 Temmuz 2016’da, darbe girişimi henüz başlamışken, henüz adı tam konmamışken, yurtdışından yazıp Habertürk’e yollamıştım hemen.
Zaten önce başlığını bir “Tweet” olarak attım; sonra yazı aklımdan, kalbimden aktı.

O saatlerde darbenin nereye varacağı belli değildi; “Fetöcü” niteliği de tahmin ediliyordu ama tam teşhis edilmemişti.

Darbeci general ve subaylar arasında daha yakın zamanda beni dava etmiş, tehdit etmiş, üstelik bu davalar için hiyerarşi dahilinde (bugün daha da üst makam olan) üst makamlardan onay almış isimler de vardı.
Bilmiyorum, darbe başarılı olsa dönebilir miydim?
Dönerdim. Onları sinir etmiş yazıları “ya bir gün darbe yaparlarsa” diye düşünüp yazmamıştım ya!

Sonra darbenin adı kondu: bir süre “iktidar ortağı” olmuş bir cemaat, artık “darbeci terör örgütü” olarak devletin ve memleketin tamamını istiyordu.
Ama ne ordu, ne devlet, hele ne de millet içinde “yüzde 100”ü kapacak gücü vardı. Belli ki, akıl, insaf, izan da yoktu.

Daha önce de memleketin “güzide” (ve hak ettikleri tarihi hesap görülmemiş) darbecileri de asmış, kesmiş, öldürmüştü ama o zamanlar halkın çoğunluğu darbe desteklerdi; öldürdüklerinin adı “anarşist, bozguncu, terörist” diye konmuştu.
Bu kez milletin büyük çoğunluğu, darbecilerin adını “darbeci, terörist” olarak koydu.
Kaybettikleri için mi? Hayır, sadece iktidar değil, muhalefete mensup olanların büyük çoğunluğu da o adı o gece koymuştu.

Darbeciler” millete ateş açtı; Millet Meclisi’ni bombaladı ve esasında her darbeden ne anlamamız gerekmiş ama eskiden anlayamamışsak, hepsini saatler içinde anlatıp kendi çamurlarına saplandılar.

O günden beri “darbeciler” yüzünden ve iktidarın o geceki demokrasi birliğini, daha olgun bir demokrasiye çevirmemesinden ötürü, çok sayıda başka insan da mağdur oldu.
Ülke epey yara aldı. Nice masum çocuk, büyüklerin gölgesinde geleceklerini kaybetti.

Nice sıradan insan, “darbeciler”in tabanı sayılarak büyük darbe aldı.
Ama hiçbir mağduriyet, “direnme” sırasında öldürülenlerin, canlarını, hayatlarını kaybedenlerinki kadar olamaz.

Ama bundan şu sonucu da çıkartamaz mıydık?
Direnebilen, cesur, kendi hayatını hiçe sayabilen, bir şeylere itirazı olan, karşı çıkabilen herkes biraz olsun değerli değil midir?

Demokrasi tarihi ve kültürü buna genellikle “evet” diye cevap verir!

Darbeden geriye çok yara kaldı ya, bir de büyük ders kaldı:
Bu “çeteleşmiş cemaat”in teröre ve darbeye yolculuğu sırasında, bu cüretinin en önemli kaynağı, halk nezdinde bir destek filan değil; devlet içinde, yargıda, orduda, poliste, bürokraside yuvalanmış, içten kemirmiş olmasıydı.

Devletin aşırı büyütüldüğü bir kültürde, demek onlar da kendilerini çok büyüttü.
İki anlamda; biri gerçek: Yani oraya kendi başlarına yerleşmediler, bir kısmı kendini gizleyerek değil, tam tersine o kimliğiyle tayin, terfi ve çöreklenme imkanı buldu.
Askeri Şura terfilerinden, Emniyet ve yargı atamalarına kadar.

Diğer manası, illüzyona dair:
Tepeden tırnağa kendilerini çok büyük gördüler!

Binlerce insanı ve bir ülkeyi felakete sürükleyebilenlerin böyle bir ders alıp almadığı şüpheli ama bizim almamız gereken ders şu:
Kamu görevine liyakatla gelinmiyorsa, terfi ve tayinler hakkaniyet, fırsat eşitliği, çeşitlilikle olmuyorsa; memurun kendi görevine, halka ve kendine saygısı tesis edilmiyorsa; yargı bağımsız değilse, her şey sadece emir komuta zincirinde kurşun askerlerle yürüyorsa, darbeci, fitneci, fesatçı da kendine daha müsait yuva buluyor!

Milleti ve devleti militerleştirmek yerine militerleri, militaristleri demokratikleştirmek gerekiyor!

O yüzden dersimiz adalet, demokrasi, hukuk, hakkaniyet, eşitlik, kardeşlik ve ille de özgürlük olmalı.
O yüzden dersimiz Mayıs, Mart, Eylül, Şubat, Nisan, Temmuz… tüm darbeler, darbe girişimleri ve müdahalelere, tüm antidemokratik heveslere karşı vicdanımızı, aklımızı, kurumlarımızı, hayallerimizi donatmak olmalı. İnsanın karakteri bir öyle bir böyle olmamalı, değil mi?
Bir ilkemiz, bir tutarlılığımız olmalı!

Bir de bana düşen küçük not: O günlere kadar, TSK içindeki otorite, baskı, dayatma, aşağılama vb. üstüne en çok yazan, hatta bazı konuları tek yazandım.
Disiplin Kanunu’nun darbeciler elinde nasıl bir araca dönüştüğünü hep birlikte görecektik; ama haksız, kanunsuz, darbeci emirlere direnen, doğruyu arayan Şehit Ömer Astsubay gibi, birçok yerde helikopter ve uçakların kalkmasını, tankların çıkmasını engellemiş nice astın “direnişi”nin kıymetini de daha iyi anlamalıydık.

Belki o yüzden; “Astsubaylar Derneği” darbeden sonra bana, beni de şaşırtan bir teşekkür iletmişti: “Çok sayıda ast direnmişse, sizin yazılarınızda anlattığınız konuların büyük etkisi var. Bu darbenin önlenmiş olmasında sizin bile tahmin etmeyeceğiniz böyle bir katkı var” diye, belki abartarak!
Bana bir de bu kaldı 15 Temmuz’dan.
Darbeye darbeciye öfke, teselliler ve sonradan onca gazeteci, öğrenci, akademisyen, vatandaşın mağduriyetine kahrolmak dışında.

Şimdi okuduğunuz yazıyı bir 15 Temmuz yıldönümünde yazmıştım. 15 Temmuz 2016’da, daha kimse bir şey söyleyememişken, iktidar ortada yokken, medyada filan gelgitler varken, o sıcağı sıcağına yazılmış yazı aşağıda.

15 TEMMUZ 2016 AKŞAMI, ERKEN SAATLERDE, DARBECİLER HAKİM GİBİ GÖRÜNÜRKEN YAZIP HEMEN KOYDURDUĞUM YAZI

Darbe darbedir, darbeci de darbecidir… Darbeye Hayır!
Bu başlığı en son “Mısır darbesi” için atmıştım.
Kısmet bir de bugüneymiş!

İktidar ve TSK yahut “bir kısım darbeci TSK” Türkiye’yi bir iç savaşın eşiğine getirdi.
Yok, diyebilirsiniz ki, zaten “bitmeyen bir iç savaş” var.
Öyledir.
Hem din, hem etnisite, hem demokrasi-cumhuriyet ekseninde yıllardır süren, darbelerle doruğa ulaşan, 30 yılda 40 bin ölüyle yayılan, bir yenisi “paralel” denen her şey ile ortaya konan iç savaşlarımız zaten var.

Darbeler, darbe girişimleri, darbe tasavvurları bunların şahikaları. Bu da öyle.

İktidarın darbelerle ilginç serüveni ise, 28 Şubat ardından doğup 2002’den itibaren bir dizi darbe hevesiyle yüz yüze kalıp “darbeciler” yargıladıktan sonra, onları serbest bırakıp “darbecileri içeri atan darbeciler”i kumpasçı, önceki “darbeciler”i de kumpas kurbanı saymasında.

Ama lafı uzatmadan söyleyeyim:
Darbe, darbedir. Darbeci, darbecidir.

İktidar ne kadar anti-demokratik olursa olsun, darbe anti-demokratikliğin, demokrasi karşıtlığının daniskasıdır!
İster emir-komuta zincirinde olsun, ister zincirlerinden boşalmış olsun!

O yüzden…
12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan’da da aynı tavrı alan…
Ayrıca iktidara Evet demeyen biri olarak…
Darbeye tüm kalbimle, tüm aklımla Hayır diyorum.

Bir daha söyleyeyim:
Darbeye Hayır!
Darbeye Hayır!

Her türlü darbeye, her türlü hukuksuzluğa, her türlü dayatmaya, her türlü baskıya, her türlü kuşatmaya, her türlü otoriterliğe hayır!

Bir kez daha, Darbeye Hayır!

Bugüne kadar darbeler Meclis’i kapatmıştı ama bu darbeciler bir de onu bombaladı.
Öyle de böyle de DARBEYE HAYIR!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.