YAZARLAR

Cumhurbaşkanı-müteahhit pazarlığının düşündürdükleri ve erken seçim

Ben size öyle küçük müteahhit pazarlıklarına girmeden söyleyeyim, erken seçim olacak. Nedenini pek dillendirmek isteyen yok ama Erdoğan’ın aday olabilmesi için Anayasaya göre erken seçim olması gerekiyor. 'Bunu yıllardır anayasasızlaştırma üzerine yazan biri mi söylüyor' dediğinizi duyuyorum. Haklısınız, ama bunu anayasaya uygun davranmak için yapmayacaklar.

Tesadüfen açılmış bir haber bülteninde bir anda görülen diyaloğun yarattığı bir insani deneyimi paylaşarak meramıma giriş yapacağım. Ekranda bir platformun üzerinde Cumhurbaşkanı, Milli Savunma Bakanı ve sonradan Rönesans Holding temsilcisi olduğunu öğrendiğim bir beyefendi var. Cumhurbaşkanı, herkesin gözü önünde müteahhide büyük projenin ne zaman biteceğini soruyor. Müteahhit sihirli 2023’ün geç bir millî bayramını tarihliyor. Cumhurbaşkanı bunu beğenmiyor. Ardından Milli Savunma Bakanı Cumhurbaşkanının kulağına eğilerek aslında daha geç bir millî bayramda olacağını ama kendilerinin öne çektiğini söylüyor. Sonra Cumhurbaşkanı babacan bir kızgınlıkla daha erken bir millî bayramı önerince müteahhit bunu emir telakki ediyor. Bu diyaloğu okusam, ya da genelde olduğu gibi “tavsiye” ile izlesem böyle bir insani deneyim yaşar mıydım bilmiyorum, ama aniden görmek, nasıl anlatayım, öyle yolumda yürüyüp dururken sürekli eser yaratan bir belediyenin kazıp hiçbir önlem aracı koymadan bıraktığı çukura düşmek gibi bir deneyimdi. Bu deneyimde durup biraz içgörü geliştirmeye dönük kısa süreli çabam ise hüsranla sonuçlandı, çünkü haberi sunan kişi bunu bir erken seçim beklentisiyle taçlandırdı. Haber sunucusunun beklentisi vesilesiyle en azından “demokrasimizin” geleceği konusunda bir “veri”yi daha yakalamış oldum. İzin verirseniz buradan devam edeceğim.

Seçimler konusunda müteahhitlerle yapılan anlaşmaların etkisiz olduğunu düşünmüyorum, zira bir pazarlık devletinden söz ediyoruz. Türkiye’de neredeyse her birimizin hukuku pazarlık konusu. Her şey paraya dönüştürülebilir biçimde “değer”lendiriliyor. Göçmenlerin insan hakları konusu öyle mesela, Taliban’ın terör örgütü mü yoksa bir meşru hükümet mi olduğu öyle, Sezgin Baran Korkmaz’ın yaptığı işin vasfı, Sedat Peker’in güncel vaziyeti, Barış İçin Akademisyenlerin OHAL Komisyonu ve AİHM süreçleri, yangında yanan hayvanlar, madende öldürülen işçiler, savaşlarda ölenler, Türkler, Kürtler, Ermeniler… İç politika, dış politika, askeri operasyonlar… Libya’daki tarihsel bağlarımız, Suriye’de TOKİ’lerimiz, Kabil Havaalanın işletilmesi, Mavi Vatan’da müsilaj sorunu…

Klasik siyaset felsefesinin kazanç hırsıyla yapılan mübadele faaliyetini doğal olmayan bir edinim türü olarak görerek aşağılamalarında hem bir öngörü hem de bir kibir var. Öngörü, bu faaliyetin Marx’ın 1844 Elyazmaları’nda vurguladığı gibi, her zaman kendini amaç edinecek bir fetişe dönüşeceğinde. Kibir ise tabii köleci toplumun doğallığı varsayımdan kaynaklanıyor. Yine de bu öngörü ile kibir arasında bir şey var, bilincinde olmasak da kulağımıza fısıldanan bir şey, ana babalarımızın öğretmenlerimizin doğru ile yanlışı ayırt etmeyi öğretirken verdiği örneklere benzer bir şey. Artık pek çoğumuzun görmezden geldiği bir şey: Örneğin bir başbakanın oğlunun gemi sayısının iktidarın gücünü arkasına alarak artırmaması gerektiği gibi bir ilke. Örneğin, bir turizm bakanının faal turizm şirketleri olmaması gibi, bir içişleri bakanının yasa dışı yollarla iş görüp para kazanan kişilerle fotoğraflarının olmaması gibi, örneğin bir rektörün kendi üniversitesine oğlunu kontenjan artırarak almaması gibi bir ilke. Neyse konuyu Etik Kurul üyesi Erkan İbiş’e getirmek istemeden yine ona geldi, ama orada kalamam, konu onu aşıyor; daha doğrusu aşmasını arzuluyorum. “Demokrasimiz” ve seçimlere yeniden geliyorum.

Ben size öyle küçük müteahhit pazarlıklarına girmeden söyleyeyim, erken seçim olacak. Nedenini pek dillendirmek isteyen yok ama Erdoğan’ın aday olabilmesi için Anayasaya göre erken seçim olması gerekiyor. 'Bunu yıllardır anayasasızlaştırma üzerine yazan biri mi söylüyor' dediğinizi duyuyorum. Haklısınız, ama bunu anayasaya uygun davranmak için yapmayacaklar. Çünkü Erdoğan’ın gireceği bir olağan seçim daha demek, onun Türk tipi Başkan olma ihtimali olan dokuz yıl daha demek. Pazarlıkların sadece dışarıdaki müteahhitlerle yapıldığını sanacak kadar da saf olduğumu düşünmediğinizi umuyorum. O kadar müteahhidin içinde…

“Demokrasimizin” sorununun erken seçim olduğunu düşünenler yanılıyorlar. AKP-MHP seçim hukuku üzerine pazarlıklarında uzlaşılara varıyorlar. Seçim barajının MHP lehine ve HDP aleyhine düzenlenmesi, seçim çevrelerinin yapılandırılması, HDP’ye açılan kapatma davası, sosyal medya yasası, il ve ilçe seçim kurullarının belirlenme usulü, seçilme hakkının daraltılması, hazine yardımlarının rejim ittifakı lehine düzenlemesi gibi başlıklar çoktan dile getirildi, başkaları da var.

“Demokrasimizin” sorunu, Türkiye’de biçimsel demokrasinin en temel gereklerinin ortadan kaldırılmış olmasıdır. İktidarın barışçıl biçimde değişmesi işlevini gören seçimler güven vermemektedir; tahakkümü dengelemek için kurumsallaşmış kuvvetler ayrılığı prensibi ortadan kalkmıştır. Egemenlerin tahakkümünün karşısında insan onurundan temelini alan temel haklar askıdadır. Fakat bana daha ciddi görünen demokratik problem, sistemin içindeki diğer unsurların, özellikle muhalif ittifakın bunların hiçbiri yokmuş gibi davranıyor olmasıdır: İlk seçimlerde gidecekler ve hükümet sistemini değiştireceğiz. Bir yandan rejimin değiştirildiğini söyleyip diğer yandan seçimlerle iktidarı değiştirerek ve hükümet sistemi değişikliğini gerçekleştirerek sorunu çözeceğini vaat etmek arasındaki uçurumda nelerin uçtuğunu açıkçası bilmiyorum.

Evet burjuva demokrasinin aygıtları, kamusal müzakereleri gerçekleştirmek, toplumsal sınıflar arasındaki çatışmayı uzun vadede burjuvazi lehine dengelemek, farklı çıkarlar gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin dile gelmesini sağlamak gibi işlevler görür. Fakat bu araçlar, bu işlevler yerine getirilsin diye değil, tahakküme karşı çıkanların direnciyle, mücadeleyle kurumsallaşmıştır. Bildiğimiz liberal demokrasi bu bakımından burjuvazinin değil, ezilenlerin mücadelesinin eserlerinden biridir. Bugün döndüğümüz yerde burjuva demokrasisi çökmüş, fakat ezilenlerin dirençleri ayaktadır.

Kısaca, demokrasimizin sorununu değil, ama demokrasimizin ön sorununu tanımlamaya çalışayım. Seçim bir işlevi yerine getirmek için tasarlanmış bir araçtır. Bu araç, başka bir işlev için tasarlanırsa –ki mevcut durum onu gösteriyor- başka bir işlev görür. Bu araca kendinde sahip olmadığı bir anlam yüklerseniz– ilk seçimde gidecekler gibi- terapiye ihtiyacınız var demektir. Ama bu aracı politikanın bir parçası yapmak, yani onun bizzat kendisinin politik olduğunu göstermek gibi gerçekçi bir hatta durursanız, artık isteneniz de istemeseniz de direnç uğraklarına gideceksiniz. Kimsenin terapiye ihtiyacı olmadığını varsayarak isteyip istememenin politik adlandırmalarının zaten mevcut olduğunu söylemek yeterli sanıyorum.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.