Çocukluğu eski bir fotoğraftan oydular
Çocuk haklarını, çocukları sevmeye, çocukların omuzlarına geleceğin yükünü bindirmeye indirgerken, çocukları seven bir ülke olmanın “içini” dolduramıyorlar. Çünkü onları yaşamın bir öznesi olarak değil, hakları ve varlığı geleceğe ötelenip araçsallaştırılan bir “hane geçimine yardımcı ve sevimli kurtarıcı” olarak görüyorlar.
“Bazı hayatların daha değersiz olduğu düşüncesi,
dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağıdır.”
Paul Farmer
15 yaşında bir mevsimlik tarım işçisiydi Esmanur Argun… Omuzlarına bukle bukle dökülen kıpkızıl saçları, melekleri kıskandıran ve gözlerinden mutluluğu fışkıran gülüşüyle hayat dolu bir çocuktu. Şanlıurfa Viranşehirli’ydi.
İki hafta kadar önce Bursa Mustafakemalpaşa'da işçileri kasasında taşıyan traktörün devrilmesi sonucu yaralandı. Beraberinde 18 yaşındaki ablası Elif Argun da hayatını kaybetti.
Ardından Esmanur da beş gün tedavi gördüğü hastanede yaşama veda etti.
İki düş yolcusu çocuk, beraberlerinde kıpkızıl yaşam sevinçleriyle birlikte yaşamdan koparıldılar.
Metin Altıok’un, Sezen Aksu’nun sesiyle yankılanan dizeleri sardı o ölüm tarlalarının çevresini:
“Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar...
Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.
Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.
Omuzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar.
Ah kavaklar, kavaklar...
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.”
İki kız kardeşi, hoyrat bir düzenle, eski bir fotoğraftan oydular. Orada kaldı kalbimizin ve vicdanımızın yarısı… Omzumuzda kesik eller, acı düştü peşimize yitip giden onca çocuk işçinin ardından…
Çocuk köleliğinin, emek sömürüsünün, çocuğun ekonomik istismarının normalleştirildiği ve hatta yasalaştırıldığı, çocuğa politik ve ekonomik bakış açısının ağır bastığı, çocukluğun yetişkin gözüyle bir vitrin objesine indirgenip özel günlerde anımsandığı bir modern çağda yaşama tutunmalarına izin verilmedi.
Yaşam hakları ellerinden alındı.
Ne yazık ki, öldükleri zaman çalıştıklarının farkına vardığımız çocuklar kervanına katıldılar.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre geçen yıl 14 yaş ve altı 22 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 32 çocuk işçi hayatını kaybetti. Son 11 yılda en az 695 çocuk işçi öldü.
Kimisi tarlada, kimisi sanayide, kimisi MESEM adı altında işveren elinde işçileştirilerek…
Bu ölümlerin yüzde 55’i tarım sektöründe. Son 11 yılda 383 çocuk işçi, tarım ve orman iş kollarında öldü. En büyük neden de trafik ve servis kazası. Daha net olmak gerekirse; açık kasa kamyonetler, traktör kasaları ve tıka basa dolu minibüslerden yollara savrularak…
Mevsimlik tarım işçisi çocukların sayısında 8 yaşından itibaren ciddi artış var.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) İstatistiklerle Çocuk 2023 verilerine göre 15-17 yaş arasındaki çocuklarda işçilik oranı geçen yıl bir önceki seneye oranla tam tamına 3,5 puan artarak yüzde 22,1’e yükseldi.
2022 yılında işgücüne katılım oranı oğlan çocuklarda yüzde 27, kız çocuklarda yüzde 10. Evet yanlış okumadınız: 1 milyon 982 bin oğlan çocuğun 637 bini işgücü içerisinde, bunların 572 bini de istihdamda yer alıyor. 1 milyon 880 bin kız çocuğun 216 bini işgücünde, 187 bin kız çocuğu da istihdamda…
“Şanlıurfa’da pamuk tarlasından dönen çocukları taşıyan traktör sulama kanalına düştü. Kazada traktörün römorkunda bulunan çocuklar öldü”, “fındık toplamaya giderken serinlemek için girdiği çayda boğularak öldü” şeklindeki manşetler, mevsimlik tarım dönemlerinde “ölüm mevsiminin açıldığının habercisi” oluyor.
Çocuklar, traktör kasalarından yollara savruluyor.
Dünyaca ünlü çikolata üreticileri, Türkiye’den satın aldıkları fındıkların çocuk işçiler tarafından toplandığı yolundaki şikayetler üzerine harekete geçiyor; birçok küresel marka üretim aşamasındaki insan hakları ihlalleriyle ilgili "sıfır tolerans" göstereceğini bildiriyor; ancak bu sektörel hassasiyetler, ülkede çocuk işçiliği sorununu kökten çözecek tedbirlere dönüşmüyor.
Türkiye OECD’nin açıkladığı güncel verilere göre çocuk yoksulluğunun en yüksek olduğu ikinci ülke. Birinci sırayı Kosta Rika’ya kaptırmışız.
Yoksulluk yoksunluğu, yoksunluk işçiliği, işçilik de ölümleri doğuruyor.
Doğum ile ölüm iç içe geçiyor; gözlerini dünyaya açtığı anda yoksullukla tanışan çocuklar bu çarkın içinde öğütülüyor. Bu ceberut emek düzeninde, çocukluk tamamen sınıfsal bir yaşam evresi haline geliyor.
Tarım sektöründe çalıştırılan çocuklar, en kötü çalışma koşullarına maruz bırakılıyor. Tarlalarda sağlık, hijyen ve gıda ihtiyaçları zaten yeterince karşılanmıyor; yaz sıcağının altında çadırlarda nefes almaları bile zorlaşıyor; sabah 6’da tarlaya gitmek için uyandırılıp 12 saat çalıştırılıyor; hem eğitim hem sosyal hayattan koparılıyorlar.
Üstelik göçebe yaşamlarında yaban hayvanlarından, böceklerden korkuyorlar; akrep ve yılan gibi tehlikelerle karşı karşıya kalıyorlar.
Okullar kapanmadan çalıştırılmaya başlanıyor; kimisi “ben hayatımda hiç karne almadım, Mart ayı sonunda okuldan ayrılıp tarlaya geliyoruz” diyor; kimisi okuldan tamamen alınıyor veya okullar açıldıktan çok sonra şehre dönüyor – şayet yaşam hakları ellerinden alınmamışsa….
Anayasal bir suç olması gereken çocuk işçiliği ve güvencesiz emek sömürüsü, ekonominin çarklarını döndürebilme bahanesiyle normalleştiriliyor; 15 yaşından küçüklere “çocuk işçi”, 15 yaş üzerine “genç işçi” bile deniyor.
Başlarında bekleyen ve “çavuş” denen hemşerilerinin adeta köle muamelesine maruz kalıyorlar.
Tarla sahiplerinin çocuklara verdikleri sakızların, topladıkları fındıklardan yemelerini önlemek amacıyla olduğunu öğrendiğimde nutkum tutulmuştu. Evet, SAKIZ bile araçsallaştırılıyor.
Çocuklar, yaşamla ölüm, çocuklukla gençlik arasında kırılgan, sömürüye açık bir hat üzerinde adeta ip cambazlığı yaparak hayata tutunmak için çırpınıyor. Bu çocukların büyük kısmı kayıt dışı veya çırak statüsünde ya da aile içi çalıştırılıyor.
Kamusal nitelikli parasız eğitim yaygınlaşmadıkça çocukların minik omuzlarına yetişkinlerin hane geçindirme yükü bindiriliyor hunharca…
Öğretmenlik güvencesiz, mutsuz ve niteliksiz bir meslek olmaya doğru itelendikçe, çocuklar geleceksiz kalıyor ve çareyi organize sanayi bölgelerinde, tarlalarda, atölyelerde arıyor. Çünkü koskoca bir toplum, çocuk müşterekleri üzerinden öncelikleri yeniden belirleyemiyor.
Çocuk haklarını, çocukları sevmeye, çocukların omuzlarına geleceğin yükünü bindirmeye indirgerken, çocukları seven bir ülke olmanın “içini” dolduramıyorlar. Çünkü onları yaşamın bir öznesi olarak değil, hakları ve varlığı geleceğe ötelenip araçsallaştırılan bir “hane geçimine yardımcı ve sevimli kurtarıcı” olarak görüyorlar.
Yazın kazandıkları kış aylarında geçinmelerine yetmeyince, aileleriyle göçebe hayatını sürdürüyorlar.
Parklarda, sokaklarda, okullarda olması gereken çocuklar, sil baştan aynı kısır döngünün içine hapsediliyor.
Çocuğu işçilikten uzaklaştıran etkin bir müdahale yöntemi olan “ücretsiz bir öğün yemek” talepleri havada asılı kalıyor, çünkü kulaklar ve kalpler sağırlığı ve kayıtsızlığı tercih ediyor.
Romantize edilen tarla/bağ/bahçe güzellemeleri eşliğinde tarlalarda çalışan çocuklarla bir salkım domates ile kitap takası eşliğinde fotoğraf bile çekenler oluyor – kendi çocuklarına benzer bir hayat vaat etmeyeceklerini bile bile…
İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Prof. Pınar Uyan Semerci, çocuk işçiliğiyle mücadele konusunda uzun zamandır hem akademik düzeyde hem de sahada yoğun bir çaba sarf eden uzmanlardan biri.
“Dünyada ve Türkiye’de yaşamsal öneme sahip olan tarım üretiminin önemli bir kısmı en dezavantajlı koşullarda çalışan ve yaşayan mevsimlik gezici ve geçici tarım işçileri tarafından sağlanıyor” diyen Uyan-Semerci, tarımsal üretimin her aşamasında gereken emeği karşılamak için Türkiye’de işgücü kaynağının çoğu zaman başta Urfa olmak üzere farklı şehirlerden gelen tarım işçilerinden ve son yıllarda artan biçimde geçici koruma statüsünde olan Suriyeliler ağırlıklı olmak üzere uluslararası göçmenlerden karşılandığını belirtiyor.
Mevsimlik tarım işçilerinin, göç edilen yerlere ve barınma yerlerinden tarlaya gidiş gelişleri sırasında riskli yolculuklar yaptığına değinen Uyan-Semerci, bu yolculuklardaki kazaların, çoğu zaman trafik kazası olarak yansısa da, aslında tarım işçiliği sürecinin bir parçası olan “iş kazaları” olduğunu özellikle vurguluyor:
“Açık havada sıcak, rüzgâr ve yağış gibi tüm olumsuz hava koşullarının altında uzun ve ağır çalışma saatleri, tarım ilaçlarına maruz kalma, tarlalara yapılan yolculukların riskleri, iş kazaları ile en ağır şartlarda verilen bu emek oldukça düşük ücretlendiriliyor. Tarım alanının kayıt altına alınmaması, denetimsizlik ve oldukça riskli çalışma koşulları tarım sürecindeki gezici ve geçici tüm işçileri güvencesiz bırakıyor. En güvencesiz ve en ağır koşullarda çalışmayı içeren tarım, dünya genelinde de çocuk işçiliğinin en yoğun olarak görüldüğü alan.”
Enformel ve güvencesiz bir işçilik biçimi olan tarımda mevsimlik işçiliğinin, düşük yevmiyeler nedeniyle çoğunlukla ailelerin beraberce hareket ettiği bir göç süreci olduğunu söyleyen Uyan-Semerci, bu sürecin içinde anne karnından itibaren bebekler ve çocukların da çalışma ve barınma koşullarının risklerinden etkilendiğini belirtiyor.
Bu riskler arasında sağlıklı beslenme, barınma, tedaviye erişim, göç sürecinin şartlarının çocukların bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişimi üzerindeki etkisi yer alıyor.
“Ayrıca mevsimlik tarım sürecinde ürün bazlı emek ihtiyacına bağlı olarak takvimin bir kısmı okul takvimi ile çakıştığı için çocuklar göç sürecinde gidilen yörelerdeki okullara kayıtlı olmayı başarsalar dahi devam sorunu sürüyor. Kapsayıcı olmayan okul ortamı ve içinde bulunulan yaşam koşulları, tarlada çalışmasalar dahi çocukların okuldan kopmalarına yol açıyor,” diyor Uyan-Semerci.
“Türkiye’de çocuk işçiliği ile mücadele hep gündemde olmalı”, diyen Uyan-Semerci, bu konuda özellikle bu alanda çalışanların da çabalarıyla önemli adımlar atıldığını, ilgili bakanlıklar başta olmak üzere hem kamu hem de birçok sivil toplum kuruluşunun projeler yürüttüğünü, ayrıca fındık, pamuk, gül gibi tarımsal üretimin farklı sektörlerdeki ürünlerde kullanımında tedarik zincirinin her aşamasında insan onuruna yakışır iş standartlarının yakalanması için sertifikalandırma süreçleri olduğunu belirtiyor.
Bu adımlar arasında, 2010-2013 döneminde uygulanan Mevsimlik Gezici Tarım İşçilerinin Çalışma ve Yaşam Koşullarının İyileştirilmesi-I Projesi (METİP I), 2015 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Mevsimlik Tarım İşçilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu’nun raporu, ardından çocukların eğitim hakkı başta olmak üzere yayınlanan genelgeler ve 2017-2023 döneminde yürütülen METİP II (2017-2020) ve Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Ulusal Programı yer alıyor.
Ancak tüm yasal adımlara rağmen, kamuoyunda mevsimlik tarımda çocuk işçiliği ile mücadeledeki algıda kalıcı bir değişim olmayınca bu da tarım işçiliğinin koşullarının iyileştirilmesi hedeflerine yansımadı; çocuk işçiliğinin izlenmesi yönünde etkin mekanizmalar kurul(a)madı.
Uyan-Semerci’ye göre çoğu zaman mevsimlik tarımda ailelerin içinde yaşadıkları koşullar sorun olarak görülmüyor ve “geçicilik” algısı, oldukça kalıcı olan bu sorunun çözülmesine yönelik adımların atılmasını engelliyor.
“Saha deneyimlerimiz ve farklı zamanlarda yaptığımız çalışmalar, görüşmeler maalesef bize bu koşullar içinde çalışan, yaşayan çocukların haklarının, iyi olma hallerinin “farklı” değerlendirildiğini gösterdi. Eğer kendi çocuklarımızın, kızımızın, oğlumuzun, kardeşimizin, yeğenimizin her gün içinde olduğu risklerle o koşullarda yaşaması, çalışması, okulu bırakmasını düşünemiyorsak, toplumumuzda hiçbir çocuğun bu durumda olmasını kabul edemeyiz. Var olan eşitsizliklerle mücadelenin en birinci adımı çocuk haklarının tüm çocuklar için var olmasını sağlamak,” diyor Uyan-Semerci.
İşte tam da bu noktada bizi ciddi bir vicdan muhasebesine çağırıyor: kendi çocuklarımız için düşünmediğimiz, hayal etmediğimiz, kabullenmediğimiz çalışma koşullarını, başka çocuklar için “makul” görmemek, “ama”ların ardına sığınmamak…
Dolayısıyla uzmanlar mevsimlik tarımda çalıştırılan çocukların yaşam, barınma, sağlık ve eğitim hakları için bütünsel ve acil bir müdahale çağrısında bulunuyor.
“Maalesef daha önceki ölümler, kazalar gibi Urfa Viranşehir’den Bursa’ya tarım işçisi olarak gelen iki kız kardeşin ölümleri durumun aciliyetini ve vahametini bize yine yeniden gösteriyor. Bu ölümleri bilerek, görerek, acısını ve ağırlığını hissederek, bu konuda bir şey yapmadan durabilmek mümkün mü? Belki de mümkün olmadığından çoğu zaman bu haberleri, bu kayıpları görmemek, duymamak, okumamak, yazmamak mı tercih ediliyor? İnsan olmak, bilmeyi ve hepimizin sahip olduğu sorumluluklar çerçevesinde çocukların yaşama hakkı başta olmak üzere tüm haklara erişimini sağlamak için çaba sarfetmeyi zorunlu kılıyor,” diyor Uyan-Semerci.
Gerçekliği çocukların iyi olma halinde değil, sadece resmi istatistiklerde ve işverenlerin doymak bilmeyen iştahlarında arayanlara verilecek tek bir yanıt var; o da Kapital’in ilk basımının önsözünde Karl Marx’ın da kullandığı Latince cümle: De te fabula narratur, senin hikayeni anlatıyorlar…
Çocuk işçi ölümleri, hepimizin hikayesi. Hikayemizi anlatıyorlar. Kapitalist sistem içindeki toplumsal ilişkiler, çatışma alanları, insan yaşamının hiçe sayıldığı koşullar ve bu mekanizmaları belirleyen sömürü, istismar ve tahakkümü anlatıyorlar. İyi dinleyin.