Çocuklar açken, kalkınma hikâyesi yazılamaz
Beslenme hakkı, her çocuğun var oluş hakkının ayrılmaz bir parçası… Ve eğer gerçekten çocukların nüfus içindeki oransal payı yerine onların iyi oluş hallerini önemsiyorsak, beslenme çantalarını doldurmayı artık bir sonraki bütçe görüşmelerine ötelemekten vazgeçmeliyiz.
“Bir ülkede yoksulluk varsa onu yazmayan yazar, yazar değil; insan bile olamaz. Yoksulluk, insanlığın en aşağılanmış yeridir.”
Bu söz, bu toprakların unutulmaz destanlarının yazarı Yaşar Kemal’e ait. Ve bugün bu kaotik gündeme rağmen Türkiye’nin en acil gerçeklerinden birini anlatıyor: Yoksulluk, çocukluğun iyi olma halinin yok sayılması, onlara yetişkinlerin yaşam derdinin en erken aşamada yüklenmesidir.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 3 Mart’ta yayınladığı 'Rakamlarla Türkiye’de Sosyal Yardım' verilerine göre, 2024 yılında 4,5 milyon haneye -yüzde 96’sı nakdi yardım şeklinde- sosyal yardım yapıldı. Aşırı yoksul hane sayısı 2024 yılında 3,6 milyona ulaşırken, temel ihtiyaçları karşılanamayan çocuk sayısı ise 273 bin oldu.
İşte bu yüzden Yaşar Kemal bir kez daha haklı çıkıyor. Yoksulluk, çocukluğun da en aşağılanmış, en hor görülmüş yeridir.
Dersin ortasında ansızın solgunlaşan bir yüz, titreyen eller, yavaşça kararan bir dünya… Açlığın sessizce ele geçirdiği bir çocuk, sırasına tutunamadan yere düşüyor. Boyu da kilosu da yaşıtlarının oldukça gerisinde…
Öğle arası… Beslenme çantaları birer birer açılıyor; neşeyle paylaşılan atıştırmalıklar, sıcacık sandviçler, ayran pipetlerinin hışırtısı… Bir köşede sessizce oturan bir çocuk, açlığını belli etmemek için dudaklarını ısırıyor; gözleri masadaki yiyeceklere takılı kalıyor.
Ve bir başka çocuk… Hayali sorulduğunda, cevabı -kalbi olan herkese- ağır geliyor: "Buzdolabımızda daha fazla yiyecek olmasını isterdim."
Bu sahneler, yoksulluğun soğuk yüzünü gösteren trajik hikayeler değil. Bunlar, açlıkla sınanan çocukluğun, hayallerin yerini ekmek kırıntılarına bıraktığının en acı kanıtı... Ve çocukların hayallerine ket vurulduğunun en güçlü göstergesi…
Yaşıtlarının merak duygusu bilim-teknoloji derslerinde bir teleskobun önünde gezegen dizilimlerini izleyip kamçılanırken, kendilerinin tek merak ettiği şeyin akşam karnının doyup doymayacağı olması…
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) Kasım 2024 verilerine göre, 0-17 yaş arası 7 milyon çocuk yoksulluk içinde yaşıyor. 2017’de yüzde 36,8 olan yoksul bebek oranı, 2022’de yüzde 41,4’e yükseldi. 3-14 yaş arası çocuklarda yoksulluk oranı yüzde 43,8.
Yoksulluk giderek artıyor. Yoksulluk giderek yaygınlaşıyor. En düşük yüzde 20’lik gelir grubu toplam gelirin yüzde 6,3’ünü alırken, bu grubun harcamaları içinde gıdanın payı yüzde 36,6. IPSOS’un kısa süre önce yayımladığı 2024 yılına ilişkin Hızlı Tüketim Ürünleri raporuna göre hanelerin alışverişleri, bu sene ortalamadan daha fazla miktarda yüksek kalorisiyle anlık tokluk hissi yaratan bisküvilere, cipslere ve gazlı içeceklere yöneldi.
Tüm bu genel yoksullaşmanın özelde çocuklara yansıması ise, Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde en temel gereksinim olan sağlıklı ve dengeli beslenmenin bile karşılanamaması.
Oysa ortada temel bir gerçeklik var: Yoksulluktan dolayı aç kalan bir çocuk öğrenemez. Aç bir çocuk büyüyemez. Aç bir çocuk, eğitimde fırsat eşitliğini yakalayamaz.

BEYLİKDÜZÜ’NDEN TÜRKİYE’YE: BİR ÇÖZÜM MODELİ DOĞUYOR
Beylikdüzü Beslenme Saati, tam da bu gerçeği ilçe sınırları içinde değiştirmek ve başka belediyelere de ilham kaynağı olmak için doğdu.
Beylikdüzü Belediyesi’nin 2022 yılında başlattığı “Beslenme Saati” uygulamasında 2024-2025 eğitim öğretim yılının yeni dönemi geçen ay (Şubat) başladı. Proje artık üçüncü yılını doldurdu ve yepyeni bir menüyle dördüncü yıldan gün alıyor.
Bir çocuğun eğitime erişimi kadar, sağlıklı besine erişimi de temel bir hak... Çünkü adalet, sadece okul kapısının herkese açık olmasıyla değil, o kapıdan giren her çocuğun adil şartlarda hayata hazırlanmasıyla mümkün.
Bu yüzden Beylikdüzü Beslenme Saati sadece bir sosyal yardım programı değil. Eğitim sistemindeki adaletsizliği tamir eden çok etkili ve tarihe iz bırakacak kadar etkin bir çözüm modeli.
Geçtiğimiz günlerde çocukların ücretsiz beslenme hakkından faydalanmaları için kurulan Beylikdüzü Mutfak’ta, bu projenin nasıl işlediğini yerinde gözlemledim. Bu dev girişimin ardındaki dev yüreklerle bizzat tanıştım. Ürünlerin hazırlanış ve paketlenme süreçlerini görüp bir menüyü tatma şansı yakaladım. Tek cümleyle özetlemek gerekirse; lezzeti, vizyonu, etkinliği, hızı, adanmışlığı ve temizliğiyle hayranlık uyandıran bir sistem…
Yeni dönemde Belediye, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimini destekleyecek şekilde beslenme paketlerini daha da zenginleştirdi. Beslenme Saati’nin yeni dönemi, içeriğine kefirden avokadoya atalık tohumlarla üretilmiş tuzlu kekler ve simitlerden elma suyuyla tatlandırılmış meyveli keklere dek bir kez tadanın tarifini isteyeceği kadar lezzetli bir içerikle beslenme imkânı sunuyor.

Yeni menüler aynı zamanda artan çocukluk obezitesiyle de mücadele için oldukça etkili. Saygın bilim dergisi The Lancet’in birkaç gün önce yayımladığı ve 204 ülkeden verileri analiz ettiği yeni bir araştırmaya göre, dünya çapında çocukların üçte biri -yani 746 milyon çocuk- 2050 yılına kadar obezite sorunu yaşayacak. Bu da beraberinde diyabet, bazı kanser türleri ve kalp hastalıkları gibi ciddi sağlık sorunlarını getirecek.
Hedef, ilköğretim çağında çocuklar arasında sağlıklı gıdaya erişim eşitsizliğinin ortadan kaldırılması ve eşitsizliğin neden olduğu çocukluk çağı psikolojik baskı ve olası ayrımcılık davranışları ile mücadele etmek.
Bu zamana değin 10 mahallede, 35 merkezde, 2.853 haneye, 5.701 çocuğa 600 bini aşkın beslenme paketi ulaştırıldı.
Bugün itibarıyla her gün 1.600 çocuk bu projeden faydalanıyor ve projeden faydalanan çocuk sayısı 2022 yılından beri doğrusal şekilde artıyor.
ÜCRETSİZ OKUL YEMEĞİ LÜTUF DEĞİL, HAKTIR!
Beylikdüzü Belediyesi’nin yaptığı en kritik şeylerden biri, beslenme çantalarına belediye logosu koymamak. Çünkü mesele, bir lütuf değil, çocukların temel hakkını teslim etmek.
“Benim en hassas olduğum konu, çocuklar” diyen Başkan Mehmet Murat Çalık, projenin yaygınlaştırılarak devlet politikası haline gelmesi gerektiğini her fırsatta dile getiriyor.
Ve şu sözü zihnimde sürekli yankılanıyor:
“Okulda bayılan çocuklar, okulda öğün atlayan çocuklar veya hayali sorulduğunda buzdolabımızda daha fazla yiyecek olmasını istiyorum diyen çocuklarımız var memlekette. Bu ülkenin güzel insanları bunu hak etmiyor.”
Beylikdüzü’nde ayrıca son dört yıldır “yaşam bahçesi” uygulaması altında kentsel tarım hareketi yürütülüyor. 20 bin m2’lik alanda 220 ton mahsul ve üretim, 40 bin koli ile ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtılıyor. Bu da hanelerdeki çocukların mevsimine uygun sebze, meyve ve atalık tohumlara erişimini destekleyen ek bir model.
Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, geçen sene Millî Eğitim Bakanlığı’na yaptığı çağrıyla, okul kantinlerinin belediyelere devredilmesini önermiş, böylelikle fahiş fiyatların önlenebileceğini vurgulamıştı. Ancak bu çağrıya henüz olumlu bir yanıt alınmış değil.
DİĞER BELEDİYELERE KAR TOPU ETKİSİYLE YAYILIYOR
Beylikdüzü’nden yola çıkan bu model, artık başka belediyelerde de uygulanıyor.
Ataşehir Belediyesi, 2024-2025 eğitim yılı itibarıyla 1.500 ilkokul öğrencisine haftanın beş günü beslenme paketi dağıtmaya başladı.
Beyoğlu Belediyesi de “Beslenme Saati” uygulamasıyla ilk etapta ilçedeki 15 ilkokulda 2.096 çocuğa ulaştı.
Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney, tanıtım toplantısında şunu söylemişti: "Beyoğlu'nda bir tane çocuğumuz bile sınıfa beslenme çantası olmadan gidiyorsa, ders zili çaldığında yanındaki arkadaşının beslenmesini açarken kendi çantası boş olduğu için sınıfı terk ediyorsa, o belediye bize haram olsun."
Bu cümle, yerel yönetimlerin sosyal politikaya nasıl yaklaşması gerektiğini çok net anlatıyor.
Belediyelerin ayrıca söz konusu beslenme destekleriyle eş zamanlı olarak çocukların büyümelerini anneleriyle temas kurarak düzenli olarak izlemeleri, kendilerine gelen bildirimler ışığında eksik besin öğelerini tespit etmeleri de gerekiyor.
Belediyelerin bu şekilde öncü olduğu düzenli ve dengeli öğünler ile çocukların beslenmesinin niteliği iyileştiriliyor, okul devam oranları artırılıyor. Çocukların beslenme hakkı da, onlara en yakın birim olan yerel düzeyde güvence altına alınmış oluyor.
Yerel yönetimlerin en büyük başarısı, iyi uygulamaları yaygınlaştırmak ve kolektif faydayı büyütmek olmalı. Beylikdüzü’nden çıkan bu modelin hızla diğer ilçelere yayılması, belediyeciliğin sadece yol ve kaldırım yapmak veya çöp toplamak olmadığını, toplumsal eşitsizlikleri azaltmak için de güçlü bir araç olduğunu gösteriyor.
Günümüz dünyasında belediyeler, yalnızca rutin hizmet sağlayıcıları değil, aynı zamanda toplumsal refahı artıran aktörler olarak konumlanıyorlar. Bu nedenle, başarılı örnekleri inceleyerek kendi kentlerine uygun modeller geliştirmek, belediyelerin vizyoner ve etkili bir yönetim anlayışı benimsemelerine yardımcı olur.
BAŞKA BİR ÇOCUKLUK MÜMKÜN!
Nermin Yıldırım, Misafir adlı romanında çocukluk eşitsizliklerini ne güzel anlatır: “Çocuktuk, bazılarımız için yokuşlar daha dik, merdivenler daha yüksekti. Kimimiz birilerinin elini tutarak yukarı çıkarken, kimimiz düşme korkusuyla tırabzanlara tutunup kaldı, kimimiz ise başkaları tarafından aşağı itildi.”
Belediyelerin ücretsiz okul beslenmesi programları da tam olarak bunu yapıyor: Yokuşları daha dik, merdivenleri daha yüksek olan; düşmemek için tırabzanlara tutunan ya da aşağı itilen çocuklara, farklı bir çocukluğun mümkün olduğunu göstermek… Karınları doyduğunda okulda daha başarılı olabileceklerini, sosyal hayata daha aktif katılabileceklerini, okul terklerinin azalacağını ve fiziksel-zihinsel gelişimlerinin destekleneceğini anlatmak… Üstelik bunu bir lütuf gibi değil, temel bir sosyal hak olarak sunarak somut bir şekilde ortaya koymak.
Ama burada başka bir soru daha beliriyor: Neden merkezi yönetim, bunu -tüm çağrılara ve bilimsel gerçekliklere rağmen- sürdürülebilir ve kapsayıcı bir devlet politikası haline getirmiyor?
Türkiye’de her çocuğun sağlıklı beslenmeye sürdürülebilir ve kapsayıcı şekilde erişimini güvence altına almak, sadece yerel yönetimlerin değil, ülkenin tümünü yöneten mekanizmaların da kolektif sorumluluğu...
Bugün Finlandiya, İsveç, Estonya, Fransa, Hindistan, Şili ve Brezilya dahil olmak üzere 100’den fazla ülke, çocuklara ücretsiz okul yemeği sağlıyor. Çünkü bu ülkeler, çocukların beslenmesini, bir kamusal sorumluluk olarak görüyor.
EKONOMİK BÜYÜME Mİ? AÇ ÇOCUKLARIN GERÇEĞİ Mİ?
Türkiye, G20 ekonomileri arasında yer almakla övünüyor. Ama çocuklarına düzenli beslenme sağlayamayan bir ülkenin “gerçek anlamda” kalkınmış olması, bu kalkınmanın toplumsal çeperlere yayılması ve eşitlikçi olması mümkün mü?
Bugün Finlandiya’da bir çocuğun beslenme hakkı tartışılmıyorsa, bugün Brezilya’da 40 milyon çocuğa ücretsiz yemek sağlanıyorsa, Türkiye neden hâlâ çocuklarının beslenmesini kalıcı ve geniş kapsamlı bir politikaya dönüştürmemekte diretiyor?
Beylikdüzü Beslenme Saati, sadece bir yemek paketi değil, çocuklar için fırsat eşitliğinin ta kendisi.
Bu yüzden mesele, sadece bir sosyal destek projesi olarak görülmemeli; çocuk politikasının kritik bir bileşeni olarak ele alınmalı.
Çünkü çocuklar açken, eğitimde fırsat eşitliği olamaz.
Çocuklar açken, ekonomide başarı hikâyeleri yazılamaz.
Çocuklar açken, ortada açlık yokmuş gibi davranılamaz.
Çocuklar açken, toplumsal kalkınmadan bahsedilemez.
Beslenme hakkı, her çocuğun var oluş hakkının ayrılmaz bir parçası… Ve eğer gerçekten çocukların nüfus içindeki oransal payı yerine onların iyi oluş hallerini önemsiyorsak, beslenme çantalarını doldurmayı artık bir sonraki bütçe görüşmelerine ötelemekten vazgeçmeliyiz.
Türkiye’de bir ailenin açlık sınırının 22 bin, yoksulluk sınırının ise 72 bin lira olduğu, gıda enflasyonunun durdurulamaz şekilde arttığı, buna bağlı olarak da çocukların beslenemediği ve beş yaş altı çocuklarda bodurluk oranının yüzde 10 civarına geldiği bir ortamda bizim tek gündemimiz çocuk açlığını ücretsiz okul yemeği uygulamasıyla azaltmaya başlamak olmalı.
Bizim birincil meselemiz bu olmalı.
Şimdi sormamız gereken tek soru var: Yoksulluğu sadece bir istatistik olarak mı izlemeye devam edeceğiz, yoksa her çocuğun sağlıklı bir öğüne ulaşmasını güvence altına mı alacağız?
Beylikdüzü’nde yaşayan çocuklar hepimize güçlü, kararlı ve ilham verici bir başarı hikayesini haykırıyor. İşitiyor muyuz?
Menekşe Tokyay Kimdir?
Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.
Okul bahçeleri beton mu, bostan mı olmalı? 02 Mart 2025
Pasaportlar, vizeler ve yitik rüyalar 23 Şubat 2025
Fırsat eşitliği, erken çocukluktan başlıyor 16 Şubat 2025
Yazar gözünden göçmenlik: Almula Türedi ile Huzursuz Ruhlar Şenliği 12 Şubat 2025 YAZARIN TÜM YAZILARI