YAZARLAR

Clubhouse’da neler oluyor?

Uygulamanın, pandemide giderek açlık sınırını zorlayan sosyalleşme ihtiyacını çeneye kuvvet giderdiği su götürmez. Instagram canlı yayını falan bir yere kadar. Sonsuz konuşma ve dinleme ihtimalinin çılgınca ayartıcılığına karşı koymak zor. Bir de tabii öyle kapıdan içeri dalamıyorsun, davetiye koymuşlar kulübe. Bu da imtiyaz, ün meseleleriyle daima bir sevgi nefret ilişkisi içinde olan toplumumuzun tam aradığı şey.

Hayatımız Zoom olmuş, Yeni Rakı reklamında duygusallaşıp arkadaş telefonlarına sarılacak hale gelmişken Clubhouse girdi gündemimize. Yeni iletişim platformlarına biraz temkinliyim. Var olanların fazlasıyla yetmesi bir yana, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının teyidi cinsinden züğürt tesellisi hissi veriyor. “Hapishaneye alışırsan oradan hiç çıkamazsın,” gibi. Bu yanı acıklı geliyor biraz. Bir taziyede en yakınlarımıza sarılamazken kafamız ekrandan çıkmıyor, sanal iletişimden kusacak hale geldik. Bu kulüp klan işlerinin akvaryum tarzı imtiyazlı hissettirme hallerinden de çok hazzetmem. Konuya huysuz girdim yani. Ama baktım hayattan ve/veya farklı sosyal medyalardan tanıyıp sevdiğim birçok insan orada, ben de kusur kalamadım. Üç gündür çalışma, izleme, okuma sonrası tavana bakma aralarında odadan odaya gezinir buldum kendimi.

Olay bu Clubhouse’da: Konuşma odaları. Mesaj yok, chat yok, beğeni yok, yorum yok, görüntü yok, kayıt yok. Sadece ses var. İnsanlar odalara doluşup doluşup konuşuyor. Yazıseverler için yaşasın cehennem. Bir zamandır sonunda dev birer konuşma balonuna dönüşeceğimiz endişesi vardı bende, tüy dikti haliyle. Ben yazı insanıyım son tahlilde, günde beş tane upuzun telefon konuşması yapsam içim çekilir. İçerdiği devasa arıza potansiyeline rağmen Twitter’ı bu yüzden severim mesela. Yazıyorsun, okuyorsun, çıkıyorsun. Girdin mi çok da kolay çıkamıyorsun gerçi ama görüntü yok, ses yok, bildiğin temiz yazı.

Clubhouse’a “sesli Twitter” diyemeyiz bu nedenle. Bireysel gönderi paylaşımına değil tamamen sohbete dayalı. Öte yandan Zoom, Skype gibi platformlardan farklı olarak odalar her an, üye olan herkese açık. Herkes gerçek kimliği ve haliyle kendi sesiyle yer alıyor.

Hiçbir tür belge içermemesinin ve kayıt yapılamamasının getirdiği bir huzur var tabii. Haftalarca WhatsApp güvenliği konuşulup Telegram, Signal hicretleri yaşanmışken kulağa daha güvenli geliyor. Çip yok, ip yok. Bu komplo teorisi sever milletimizin gözlerini ışıldatan “herkes bilgilerimi ele geçirmeye çalışıyor” muhabbetinin paranoyasının da gerçekçi yanlarının da üzerine epey yazıldı çizildi, oraları geçelim.

Bu güvenlik hissinin yanı sıra uygulamanın, pandemide giderek açlık sınırını zorlayan sosyalleşme ihtiyacını çeneye kuvvet giderdiği de su götürmez. Instagram canlı yayını falan bir yere kadar. Sonsuz konuşma ve dinleme ihtimalinin çılgınca ayartıcılığına karşı koymak zor.

Bir de tabii öyle kapıdan içeri dalamıyorsun, davetiye koymuşlar kulübe. Bu da imtiyaz, ün meseleleriyle daima bir sevgi nefret ilişkisi içinde olan toplumumuzun tam aradığı şey. Birkaç gün geçip de davetiye almayan yerinde huzursuzca kıpırdanmaya başladı. IOS tabanlı olduğu için her telefondan giremiyorsun bir de. Böyle böyle hızlıca kıymete bindi uygulama. Muhtemelen yakında kapılar ardına kadar açılır ama zekice taktik doğrusu.

Kapalı kapıya kedi gibi kafa atma arzusunun yanı sıra ün, şöhret meselesinin iyice şekil şemal değiştirdiği günümüzde bir eşitlenme hissi de yaratıyor platform. Ünlü, yarı ünlü, davetiye bulup giren aynı yerde. Herkes parmak kaldırarak söz alabiliyor üstelik.

Şu ana kadar gözlediğim kadarıyla en tatsız yanlarından biri, Plaza Türkçe’sinin resmi dil oluşu. Reklamcılar, marka bireyleri, influencer, türlü girişmeciler kulübün şimdilik en ağırlıklı elemanları. Medya profesyonelleri, sanatçılar ve bağımsız kategori olarak Gülben Ergen var bir de. İki odadan birinde rastlayabiliyorsunuz kendisine. Odayı sessizce terk et seçeneği de koymuşlar bu arada, bir bakıp çıkabiliyorsunuz.

Sohbet konuları çeşitli, takip ettiğiniz kişiler ve ilgi alanlarınız gördüğünüz odaları belirliyor. Kendiniz de sohbet konusu açıp oda yapabiliyorsunuz. Böyle böyle giderek kan da ısınıyor. Bütün sosyal medyaları terk edip küçük balıkçı kasabasına taşınıp kendi barını açmak gibi bir duygu yaratabiliyor. İlk girince soğuk ama yaygın deyişle “buralar değerlenecek, kesin”. Şöyle bir sosyal medya taramasıyla parayla davetiye satan ya da arayanların yoğunluğunu görmek yeterli bunu kestirmek için. Hadi bakalım.

Sesli kitaplar, YouTube kanalları, podcastlerle aslen okuma-yazmanın alanı olan pek çok şey sesin ve görüntünün işgaline uğradı. Bunların da kendi içinde sağladığı yeni olanaklar var elbette ama yazının yeri ayrı. Yazının yazanı da okuyanı da kah kendi kuyularına daldırıp kah ortak gökyüzünde buluşturma, mesafelenme, derinlik ve keşif potansiyelinin yerini sanal ya da gerçek hiçbir sohbet dolduramaz. Konuşmanın, yazının, sanal ve gerçek buluşmaların zihne kapılar açan dengesini bulduğu günler dileğiyle…

  


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.