Claudio Magris’in tarihî, coğrafî ve politik anekdotları

Claudio Magris, coğrafyayı ve tarihi kattığı edebî anlatıcılığına, 'Enstanteneler' kitabıyla birlikte fotoğrafı da ekliyor. Kitapta adalet ve hukuksuzluk arasındaki ince çizgiyi de bulmak mümkün...

Google Haberlere Abone ol

Claudio Magris bir edebiyatçı. Metinlerinde coğrafyayı ve tarihi at başı götüren; doğup büyüdüğü Trieste’den yola çıkıp özellikle İtalya’nın hemen her noktasını, Balkanlar’ı ve Orta Avrupa’yı bir kültür elçisi edasıyla dolaşan, küçük öyküler yaratan, dinleyip öğrendiği hikâyeleri anlamaya uğraşan ve yalın yaşamları gözlemleyen bir yazar.

Magris, anlara ve anların birleşiminden oluşan hayata yoğunlaşarak coğrafyanın, edebiyatın, tarihin ve yaşamın kesiştiği noktada konumlanıyor. Gezginliğini ve gözlemciliğini konuştururken yakın ve uzak geçmişin izini sürüyor. Yazarın bir başka önemli özelliği ise baktıklarının ardını keşfedip buralardan hikâyeler kotarması. Daha doğrusu, anlam ve derinlik korkusu olmaması.  1999-2016 arasında kaleme aldığı ve bir fotoğraf karesi misali anlara odaklandığı; günlük hayata, politikaya ve kişilere yoğunlaştığı ‘Enstantaneler’ başlıklı kitabında Magris, yine sokaklarda dolaşıyor, olup biteni gözlemliyor ve geriye bakmayı ihmal etmiyor.

'RENKLERE TUTUNMAK YERİNE NEDEN ONLARI UNUTUYORSUNUZ?'

Magris’in gözüne takılan, “fotoğrafını çektiği” ve kâğıda döktüğü pek çok şey var. Mesela sakin sakin yürürken buram buram tarih kokan Trieste Parkı’nda güvercinlerin ve insanların aşkını karşılaştıran yazar, daha sonra Balkanlar’a çeviriyor yüzünü; uzak geçmişten yakın geçmişe kadar gelen, zaman zaman kesintiye uğrasa da neredeyse hiç kapanmayan hesaplar nedeniyle tekrar alevlenen gerilimlere ve savaşlara bakarken Polonyalı yazar Stanisław Lec’in sözünü hatırlıyor: “Ne olursa olsun yaşamak tehlikelidir, yaşayan ölür.”

Enstantaneler, Claudio Magris, Çev: İbrahim Yasin Güler, Yapı Kredi Yayınları, 98 s. 

Magris’in tarihî, coğrafî ve politik anekdotları birer kısa öyküye benziyor. Dünü ve bugünü birleştiren yazar, gözüne takılanları son derece yalın ve kimi zaman mizahi bir dille kaleme alırken yeri geliyor aşktan bahsediyor yeri geliyor aşksızlığın neden olduğu boşluktan.
Magris’in gözlem sahası bazen bir kongre salonu bazen bir park ya da meydan bazen bir mekânın terası. Bazen de “Renkleri Unut!” gibi bir yazı görüp eleştirilerini sıralıyor: “Size bir an için ölümsüz hissettiren bu eskimeyen renklere tutunmak yerine neden onları unutuyorsunuz? Belki de yazının bilinmeyen yazarı, tam da bu nedenle onları unutmanın iyi olduğunu çünkü ölümsüzlüğün ve erosun parıltısının insana kendisinin ve erosun ölümlülüğünü bir ısırık gibi daha acı bir şekilde hissettiren beyaz ve siyahın bu nedenle daha katlanılabilir, yaşamın griliğine daha uygun olduğunu söyleyecektir ya da bu unutulmaya davet; bu renklerin yalanlar, şatafatlı resimli kartpostallar, seyahat ajanslarının sahte cennetlerinin broşürleri, gerçek hayatın sahte vaatleri, aşk şiiri kılığında aşk romanı olduğunu söylüyor. Yazının aynı zamanda, dayanılmaz yoğunluktaki renklerin vizyonlarından ortaya çıkan, halüsinojen bir değişimden uyanma üzerine yazılmış olması da mümkündür.”

ADİL BİR ADALET

Magris, güncel olanla tarihi, sosyal hayatla özel yaşamı buluşturuyor metinlerinde. 'Enstantaneler'; bir günlük, gözlemlerin kâğıda dökümü ve gezi notlarına dönüşüyor böylece. Satırlarda ise konuşmanın ve suskunluğun incelikleri; sesin ve sessizliğin anlattıkları, yüzeyselliği ve derinliği var. Onurlu bir yaşam ve öylesine yaşama, adil bir adalet ve hukuksuzluk arasındaki ince çizgiyi de bulmak mümkün bu denemelerde.

KAVŞAKTAKİ TRİESTE’YE YOLCULUK 

Magris, kitabının başlığı olan “enstantane”yi görme, işitmeyle, hissetmeyle, öğrenmeyle, anlamlandırma ve yorumla eşleştiriyor. Düzensizliği ve çeşitliliği, insanı ve suretini tarih, coğrafya ve yaşam dışında işin içine kattığı felsefeyle kavramaya uğraşıyor. Tarihin akışını değiştiren bir sofraya da bu yollardan geçerek oturuyor: “Kardeşçe kurulmuş bir sofrada ekmek ve şarap, pastayı paylaşan ve dünyayı paylaştıklarına kendilerini inandıran güçlülerin âleminde, tıpkı Churchill ve Stalin’in Moskova’da muhteşem bir mersin balığını ve talihsiz Balkan ülkelerini Romanya’nın yüzde yetmiş beşi Sovyet etkisi altına, yüzde yirmi beşi İngiliz etkisi altına, Yunanistan için tam tersi ve benzeri şekillerde paylaştığında, Churchill leziz bir lokmayı kestiğinde, tam olarak nerede olduklarını bilmediğini itiraf edeceği Besarabya gibi bölgeleri bıraktığında insanlığın kaderini belirler, kirli bir şenlik hâline gelir.”

Magris’in anlatmaktan vazgeçemediği ve doğduğu kent olan Trieste, 'Enstantaneler’de de karşımızda. Yazar, hiç unutmadığı ve unutamayacağı şehre başka bir açıdan bakarak selam gönderiyor: “Trieste, adında geçtiği gibi sadece Doğu ile Batı arasında değil, aynı zamanda Kuzey ile Güney arasında, bazı kış günbatımlarının İskandinav melankolisi ile yazın güney canlılığı arasında bir kavşak noktasıdır. İtalyan sularının önce Sloven, sonra Hırvat’a dönüştüğü körfezin dibinde, San Marco aslanının Istria’daki asırlık ayak izi olan Pirano Katedrali’ni ve daha ilerisinde deniz feneri ve rüzgârdaki çamlarıyla Punta Salvore’u görebilirsiniz. Barcola kayalığına mayıstan ekime kadar her gün gelen kitle buranın müdavimidir; üstü kapalı bir anlaşmayla, her birimizin kıyıda, çok samimi olmadığımız ancak kibar ilişkiler içinde olduğumuz komşularımız tarafından saygı gören, kendine ait bir yeri vardır. Arada bir gazetelerde, şimdiye kadar her seferinde, aralarında çok sayıda ve çalışkan yüzücüler bulunan aydınların basına ve yetkililere gönderdikleri hırçın mektuplarla ve yıllardır New York veya Adelaide’de bulunan ama o kayalıkları unutmayan Trieste sakinlerinden gelen protestolarla boşa çıkarılan yasak tehditleri, kent imar planları, ücretli tesis veya turistik marina inşaatı haberleri dolaşır. Doğruyu söylemek gerekirse yetkililer, tocio veya dalış özgürlüğünün bir kamu malı, faydalı bir toplu yaşam kalitesi olduğunu anladıklarını ve ücretsiz duş ve ılgınlarla ilgilendiklerini gösteriyor.”

EDEBİYATÇI MAGRİS’TEN FOTOĞRAFÇI MAGRİS’E

Dünyaya geldiği şehir gibi arada duran; Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ekseninde gezinen, tarihi ve coğrafyayı buluşturan, farklı kültürlerden tatlarla yoluna devam eden ve okuru da bu seyahate katan Magris, gittiği ve gördüğü her noktadan anlar ve yaşanmışlıklar toplayıp biriktiriyor ‘Enstantaneler’de. Kâh sokaklardan kâh kiliselerden veya kütüphanelerden bulup çıkarıyor hikâyeleri. Vakti zamanında yıkılmaz denen duvarlardan ve o duvarların ardından sesleniyor Magris. Bazen de bir tren istasyonundan: “Bir aralık akşamı. Kar ve kötü hava, havaalanlarını, istasyonları ve otoyolları felç ederek muazzam ve sinir bozucu gecikmelere neden oldu. Milano’nun büyük istasyonunda bir Eurostar ayrılmaya hazırdı, bu tren geçerli bilet ve rezervasyonları olan, sabırsızca, kendilerine ayrılmış yerlerinde oturan ve tümü endişeli olan yolcular için ayrılmıştı ancak karşılıklı haberleşmenin kesilmesiyle yolu tıkanmış diğer trenlerden indirilen, şimdi ise kalabalık, sıkışık ve ayakta duran yolcular tarafından kaotik bir şekilde saldırıya uğramıştı. Demiryolu personeli, -yönetmeliğe göre aşırı yüklü olan, dolayısıyla yeşil ışık alamayan- trenin nihayet hareket etmeye başlayabilmesi için tacizcileri inmeye çağırıyor. Kuralsızların hiçbiri hareket etmiyor; her biri karşılıklı ve kuşkulu bir genel dayanışma içinde, bir başkasının harekete geçmesini beklerken demiryolu işçileri gitgide daha boş ve gergin bir şekilde otoriterce sıkıştırıyor; rahatça oturan kurallılar, ayaktaki kalabalığa sert bir şekilde bakıyor, birileri protesto ediyor, büyük sözler uçuşuyor, aykırıların en yasa yanlıları, bu istisnai durumlar göze alındığında, kurala bir istisna talep ediyor.”

SOKAKLAR, MEYDANLAR, KENTLER

Magris, uzak ve yakın geçmişin yanı sıra onun için önemli hatıralarıyla da buluşturuyor okuru ‘Enstantaneler’de. Sıradan gibi görünen ve aslında sıra dışılığıyla dikkat çeken sokaklarda, meydanlarda ve kentlerde dolaştırıyor hepimizi. Bakıyor, görüyor, işitiyor ve anlamaya çalışıp notlar alıyor. Bizi, dört mevsim ve pek çok yaşamla yüzleştirirken tarihin, farklı coğrafyaların, çeşitli politik ve kültürel iklimlerin içinden geçiriyor. Coğrafyayı ve tarihi kattığı edebî anlatıcılığına, kitabın başlığına uygun biçimde fotoğrafı da ekliyor.