YAZARLAR

CHP'nin çağrısı eksik, HDP'nin kararı çelişkili

TBMM’nin 1 Ağustos'ta özel toplantıya çağrılması, içeriği yönünden ciddi bir eleştiriyi hak ediyor. Sağlıkta şiddet son derece önemli bir konu buna kimsenin itirazı olamaz ancak kadına yönelik şiddeti dahil etmedikleri sürece haklar hiyerarşisi kurmuş olurlar. Ki şu an görüntü böyle. Her gün en az üç kadın öldürülürken, her gün en az bir o kadar kadının ölümü yeterince soruşturulmadan şüpheli damgasıyla raflara kaldırılırken, önemli-önemsiz ikiliği yaratan çağrı görüntüsü başlı başına sorunlu.

‘Bay Kemal’ çıkışının yarattığı rüzgâr, Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin ve tabii ki nihai kertede 6’lı masanın yelkenini şişirmiş görünüyor. Sosyal medya hareketliliğinin ötesinde somut karşılığı oldu bu çıkışın. Konuştuğum kişiler kendilerini inançlı ya da mütedeyyin olarak tanımlayanlar. Araştırmalarda kalın çizgilerle belirlenen muhafazakâr kategorisine yerleştirilmekten de rahatsızlar. Bu ayrı bir konu, üzerinde uzunca durulması gerekir ama yapılacak bir şey var mı, erbabına duyurmakla yetineyim. Böyle bir seçmen profiline sahip arkadaşlarımdan örneğin iki hafta öncesine kadar ‘CHP’ye oy vermeye elim varmaz’ sözlerini duyardım. Ancak son günlerde konuştuğumda aynı kişilerden dökülen sözler CHP’ye oy verme davranışındaki değişimi gösteriyor: ‘Ya neden olmasın? Olur mu? Olur.’ Zekice, zarif ve esprili çıkış, meydan okumanın külhanbeyi tarzında olmayanı hak ettiği takdiri bulmuş gibi.

Şüphesiz Kemal Kılıçdaroğlu eğilimdeki değişmeyi tespit etmiştir. Belki bu rüzgârın esintisiyle 1 Ağustos özel toplantı çağrısı yapılmış olabilir. TBMM’nin 1 Ağustos'ta özel toplantıya çağrılması, siyasi ortamı test etme isteği gibi görünüyor bana. CHP'li 120 milletvekilinin imzası üzerine, İçtüzük gereği Meclis Başkanı’nın olağanüstü toplantıya çağırdığı Meclis Genel Kurulu'nun çalışması için 200 milletvekilinin salonda olması gerekiyor. 120 vekilin imzasını almak ÇHP için işin kolay kısmı. Ancak yeterince düşünülmüş, çok taraflı görüş alınmış bir hamle olarak göründüğünü söylemek zor. Öncelikle belirtmek gerekir ki toplantıya çağırmak yetmez. Çağrıcısı olduğu toplantıyı gerçekleştirmekle güç gösterisi siyasi başarı getirir. 200 milletvekilini garantilemiş olması gerekirdi bu çağrıya yapmadan önce. Sayısal gereklilik sağlanmadığı takdirde yakaladığı rüzgârı güçlendirmek yerine tersine çevirme riski taşıdığını her halde biliyorlardır ama siyasi partilerle uzlaşma arayışına girmedikleri de yapılan açıklamalarla ortaya çıktı.

Elbette bir de çağrının içeriği yönünde ciddi bir eleştiriyi hak ediyorlar. Sağlıkta şiddet son derece önemli bir konu buna kimsenin itirazı olamaz ancak kadına yönelik şiddeti dahil etmedikleri sürece haklar hiyerarşisi kurmuş olurlar. Ki şu an görüntü böyle. Her gün en az üç kadın öldürülürken, her gün en az bir o kadar kadının ölümü yeterince soruşturulmadan şüpheli damgasıyla raflara kaldırılırken, önemli-önemsiz ikiliği yaratan çağrı görüntüsü başlı başına sorunlu. Diğer yandan 1 Ağustos İstanbul Sözleşmesinin yürürlük tarihinin 8’inci yıldönümü ve yapılan çağrıda bir cümle ile yer almayışı, ’24 saat içinde’ vaadine güvenmeyi engelleyen bir sorun. Seçimden önce bu hassasiyeti göstermeyi unutan ya da önemsemeyenler seçimden sonra gerçekten bu vaatlerini hatırlayacak mı? Gereğini yapabilecek mi, kimi ortaklarını buna ikna edebilecek mi, soruları şu an bütün kadınların aklında. Umarım bu soruları ve kaygıları önemsiz bulmazlar. Kadınlara yönelik hakaret, aşağılama ve değersizleştirme hamlelerinin yanı sıra, sıranın 6284’e geldiği, yasanın kadük kaldığı yönündeki iddialar ayyuka çıkmışken, kadınların şiddetsiz bir yaşam hakkını ve onurunu çiğneyenlere dair Meclisteki bu özel toplantıda sessiz kalınması tam bir basiretsizlik olur.

Toplantı gerçekleşirse CHP topladığı puanları yükseltme fırsatını iyi değerlendirmiş sayılır. Gerçekleşmezse çağrı havada kalmış olmanın ötesinde eksi puan yazılır, Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin ve 6’lı masanın hanesine. CHP’nin diğer partilerle ortaklaşmadan böyle bir girişimde bulunması, gerçek anlamda siyaseten hatalı bir çıkış. Bu hata CHP’ye ait, bunu bir tespit olarak elde tutalım. Diğer muhalefet partileri açısından da konuya bakarsak İyi Parti ve Memleket Partisinin sordular, sormadılar gibi nezaket takıntılarına girmeden katılım beyanları bu partiler lehine artı olarak yazıldı bile kanaatimce. AKP ve MHP’nin katılmayacaklarını ilan etmeleri de beklenen bir şey. Ancak HDP’nin evecen tavrı düşündürücü. Cumhur ittifakının yanında konumlanmış görünmeyi tartışmışlardır elbette kendi içlerinde. 26’sında açıkladıkları katılmama kararını 27’sinde tekrarladıklarına göre parti içi tartışma süreci yaşanmış, ortak karar verilmiş olmalı şeklinde düşünmek yanlış olmaz. Meclis toplanır ve sayı 185 vekilde kaldığı için çağrı amacına ulaşamazsa CHP’nin hatalarından çok HDP'nin eksikliği ve konumu kalır akıllarda. Cumhur ittifakına yönelik girişime köstek olma hali tam anlamıyla eksi puan olarak yazılır hanesine. Üstelik 1 Ağustos toplantı çağrısı yapıldığı sırada toplantı halinde olan fezleke komisyonunda CHP'nin ret oyu vererek güçlü bir adım attığı ortadayken... Ve bu güçlü adımın partisi içinde ciddi tartışmalar yaratacağını göze aldığı hepimizden önce HDP tarafından gayet iyi bilinirken...

Muhtemelen HDP, görünürdeki konumu ne olursa olsun seçmen nezdindeki duruşunun belli olduğu ön kabulüne sığınmış olmalı. Fakat siyasetin kaygan zemininde kimse bundan o kadar da emin olamaz. Seçim atmosferinde iktidardan her türlü atraksiyon beklenirken hem de. Seçim aritmetiğinde taşıdığı kilit önemin ağırlığına uygun düşmeyen hayli zayıf ve çelişkili görünen gerekçeleri güvensizlik yaratabilir. HDP’nin görünen gerekçesi Meral Danış Beştaş tarafından ileri sürüldüğü gibi nezaketen dahi olsa görüşlerinin alınmayışı. Arkadaki neden ise daha anlaşılabilir önemli bir konu. Milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması ve dosya sahiplerinin vekilliğinin düşürülmesi için bu toplantının iktidar tarafından fırsata çevrilmesi endişesiyle toplantıya katılmayacakları daha gerçekçi bir gerekçe. Peki, bu gerçekçi gerekçe, gerçekten haklı mı?

Pek de haklı görünmüyor. İki nedenden dolayı haklı görünmüyor. Birincisi dokunulmazlığın kaldırılması ile vekilliğin düşürülmesini, 1 Ağustos'ta toplantıya katılmadıklarında sadece iki buçuk ay ötelemiş olacaklar. Sadece iki buçuk ay için iktidara karşı muhalefetin yükselteceği bir siyasi başarı hamlesini durdurmak, haklı bir gerekçe olarak görünmüyor. İkincisi ise ciddi bir çelişki içeriyor. HDP de kısa süre önce Meclis başkanlığına toplantı talebinde bulunmuştu. HDP Meclisi doğrudan toplantıya çağıracak 120 vekili olmadığı için toplantı çağırısına ilişkin Meclis başkanına sorumluluğunu kamuoyu nezdinde duyurduğunda tarih 20 Temmuz'du. HDP Merkez Yönetim Kurulu imzasıyla duyurulan bu çağrı Zaho kentindeki içlerinde çocukların da bulunduğu 12 sivilin yaşamını yitirdiği saldırıyla ilgili. Tezkere nedeniyle Meclise sorumluluğunu hatırlatan bir acil toplanma çağrısıydı. Bir haftada ne değişti ki Meclis toplanırsa dokunulmazlık ile vekillik düşürülmesi ihtimali yükseldi dedirtiyor insana bu yaman çelişki.

HDP’nin konuya ilişkin tutumunu tartışmalı hale getiren bir diğer mesele de son haftalarda Selahattin Demirtaş’ın gündemi şekillendiren söylemiyle uyuşmaz görünümü. Demirtaş’ın Gazete Duvar’a konuk yazar olarak cezaevinden gönderdiği Ortak aday nedir? başlıklı yazısı 27 Temmuz günü yayınlandı. Herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm ve okuyanların çoğunlukla katılacağına inandığım önemli yazıdan kısacık bir alıntı yapayım: “Ortak aday tek bir partinin, tek bir kimliğin, tek bir inancın değil, bütün toplumsal kesimlerin ve farklılıkların bileşkesi, 85 milyonun siluetidir.” Demirtaş’tan gelen bu değerlendirmenin tüm toplumun arzusu olduğuna şüphem yok. Elbette düşünülmesi ve yazılması gerçekleştirilmesinden çok daha kolay temennilerden…

Meselemiz bu temenniyi, olması gerekeni gerçekleştirme arzusuna yeterince sahip olanların çoğunluğu sağlamasından ibaret. Başarmak imkânsız değil ama şu anki görünüm bu temenniyi gerçekleştirecek motivasyondan uzak olunduğunu düşündürüyor. CHP’nin eksiklerini tamamlamasını HDP’nin hatalarını düzeltmesini umalım.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.