ÇEDES'e hayır!

Okullara 'manevi danışman' adı altında din görevlilerinin atanmasını içeren ÇEDES projesi; laik, bilimsel, çağdaş eğitimden yana olan veliler ve kamuoyu için bardağı taşıran son damla oldu.

Google Haberlere Abone ol

Hasan Aydın*

Eğitim -Sen, veli dernekleri ve Alevi örgütleri, ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) projesine, karma eğitimin kaldırılmasına ve eğitimi dinselleştirmeye yönelik uygulamalara hız veren siyasi iktidarın hamlelerine karşı 16 Eylül 2023 günü İzmir' de "Laik eğitim, laik yaşam ve eşit yurttaşlık" mitingi yapacak.

Geçtiğimiz, haziran ayında İzmir ve Eskişehir'de okullara ÇEDES projesi kapsamında 'manevi danışman' adı altında vaiz, vaize, müezzin, kayyım, Kur'an kursu öğreticisi ve din hizmetleri uzmanının atanmış olması, eğitim sendikaları, veli dernekleri, kadın örgütleri, Alevi STK'ları ve bazı muhalefet partileri tarafından tepkiyle karşılanmış, yapılan basın açıklamaları ile bu proje protesto edilmişti.

Eğitim Birliği Yasası'na, tüm eğitimin Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetiminde yapılmasını öngören Milli Eğitim Temel Kanunu'na, laiklik ilkesine aykırı olan bu uygulamaya karşı tek tek kişiler, eğitim sendikaları, STK'lar ve siyasi partilerin bazıları savcılıklara suç duyurusunda bulundular. ÇEDES protokolünü uygulayan il valileri, il milli eğitim müdürleri ve il müftüleri hakkındaki suç duyurusunu işleme koyan Başsavcılık bu dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı‘na gönderdi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin ise yaptığı inceleme ve değerlendirme sonucunda suç duyurusu dilekçesini; ’Atatürk ilke ve inkılaplarına, laiklik ilkesine ve çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırılık oluşturmadığını' ifade ederek işleme koymadı. 

Siyasi iktidarın kamusal alanı ve eğitim kurumlarını laiklikten arındırma çabaları da yeni değil. Eğitimde bilimsel değerlerin rafa kaldırılması ve bilinçli olarak cehaletin öne çıkarılması, geçmişte olduğu gibi bugün de iktidar devamlılığı için politik bir zorunluluk haline gelmiştir.

Tarikat ve cemaat mensuplarının birtakım gerekçelerle okullara sokulduğu bu son 'projenin' alt yapısı aydınlığa ve çağdaşlığa düşman yetkililerce mevcut yasa ve yönetmelikler hiçe sayılarak yıllar öncesinden oluşturuldu.

ÇEDES projesinin öncülü olan ‘Değerler Eğitimi' genelgesi 2010 yılında Millî Eğitim Bakanı Nimet Baş tarafından yayımlandı. Bu genelgenin uygulanmasına 2011- 2012 yılında geçildi.

Bireylere sevgi, saygı, sorumluluk, inanç ve adalet gibi  birçok değeri kazandırmanın yanında, toplumda giderek artan ahlaki sorunlara çözüm bularak hem bireylere hem de topluma daha güvenilir imkân sağlama amacındaki değerler eğitimi, Millî Eğitim Bakanlığı'nın Diyanet İşleri Başkanlığı ile imzalamış olduğu protokol çerçevesinde TÜRGEV, Ensar Vakfı, Hizmet Vakfı, Hayrat Vakfı, İHH, Furkan Vakfı ve İlim Yayma Cemiyeti gibi dini vakıfların yarışma organizasyonları ile Türkiye‘nin farklı illerindeki devlet okullarında uygulamaya sokuldu. Değerler Eğitimi o dönem İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinden Fen Bilgisi dersine, Müzik dersinden Matematik dersine kadar 15 temel eğitim dersinin içine yerleştirildi. Bu eğitim ile akademik ve bilimsel yeterliliği olmayan ve Diyanet'in işaret edip desteklediği kişiler, laik, demokratik bilimsel eğitimin aleyhine çalıştıkları gibi dinin kendi anlayışları doğrultusunda okullara girmesine de öncülük ettiler.

30 Mart 2012 tarihinde 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ve bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim yerine 12 yıllık zorunlu kademeli (4+4+4) eğitime geçilmesine karar verildi. 11 Nisan 2012 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4+4+4 eğitimi ile "dindar ve kindar" nesil yetiştirme düşüncesi ilerleyen süreçte adım adım gerçeğe dönüştürülerek hayata geçirildi.

Sonrasında, 28 Şubat döneminde 8 yıllık eğitim yasası ile kapatılmış olan imam hatip ortaokulları da tekrar açıldı. 5.sınıf öğrencileri bu okullara kayıt olmaya başlarken, diğer meslek liselerinin orta kısımlarının açılması ise engellendi.

4 Eylül 2023 günü Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in 20. İmam Hatipliler Kurultay'ında İmam Hatip Okullarını; "alternatif model olarak tüm dünyada insanlığın hizmetine sunma zamanının geldiğini "açıklaması bu okulların iktidarca ne kadar önemsendiğine de işaret etmektedir.

1920'li yılların sonundan 1950'li yıllara kadar okulların müfredat programlarında olmayan din dersleri, 1950'den sonra başlayan DP (Demokrat Parti) iktidarı döneminde seçmeli ders olarak okutulmaya başlandı. 12 Eylül faşist darbesi sonrasında hazırlanıp 'referandumla' kabul edilen(!) 1982 Anayasası'nın 24. maddesine dayanılarak okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi dersi zorunlu hale getirildi. 12 Eylül'ün darbeci yönetimi, bu icraatı ve sonrasında ‘Türk-İslam Sentezciliği'ne sarılarak solun gelişimini bastırdığı gibi bugünkü İslamcılığın gelişimine de çok büyük katkıda bulundu.

Geçmiş yıllarda MEB, Diyanet ve tarikatlar üçgeninde seçmeli ders seçimi sırasında veliler, dolayısıyla öğrenciler, diğer derslerin öğretmeni yok gerekçesiyle din derslerini seçmeye zorlanmış, bu yöntem de neredeyse değişmez bir kural haline getirilmişti.

Milli Eğitim Bakanlığı, önümüzdeki öğretim yılı için ders dağılımı ve ders seçiminde büyük değişiklikler yaptı. Bu değişikliklere göre zorunlu din dersleri 16 saate çıkmış durumda. Din dersleri dışında birçok farklı ders sanki seçenekmiş gibi ders çizelgelerinde yer alırken, bu dersler için öğretmen ataması yapılmamakta, böylece okul idarelerinin din derslerini seçmeleri doğrultusunda öğrencileri yönlendirmesi de kolaylaşmaktadır. Böylece okullardaki eğitimin dinselleştirilmesinin de önü açılmaktadır. Siyasi iktidarın geçmişte olduğu gibi bugün de karma eğitimin kaldırılmasına yönelik düşünce ve girişimler içinde olduğu da unutulmamalıdır.

11 Temmuz da Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in önce karma eğitimden bahsedip, sonrasında da kızların devam edeceği okulları öne çıkartmasına gerekli destek Cumhur İttifakı içinde yer alan MHP, BBP ve Hüda Par temsilcilerinden gelmişti. Hatta geçenlerde Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu "Karma eğitimin devam ettiği okullarda gençler birbirini taciz edebilir" diyerek bu konudaki 'bakış açısını' ortaya koymuştu. Bugünlerde Yeşil Sol Parti (YSP) Şırnak milletvekili Mehmet Zeki İrmez’in kız okullarına ilişkin Meclis'e sunduğu soru önergesine Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ‘’ihtiyaç olması halinde yalnız kız veya yalnızca erkek öğrenciler için ayrı okulların kanun kapsamında açılabilmesi için herhangi bir engel bulunmamaktadır’’ yanıtını vermişti.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile Türk millî eğitiminin temel ilkelerinden biri olarak benimsenen karma eğitime karşı çıkmak eğitim bilimine ve doğasına aykırıdır.

Eğitim sisteminde ve yaşamın pek çok alanında iktidarın kendi düşüncesine ve arzuladığı yaşam tarzına uygun bireyler yetiştirme çabalarının en son örneği olan ve okullara 'manevi danışman' adı altında din görevlilerinin atanmasını içeren ÇEDES projesi; laik, bilimsel, çağdaş eğitimden yana olan veliler ve kamuoyu için bardağı taşıran son damla oldu.

'Akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim' sahibi bedensel ve sosyal bakımından dengeli bireyler yetiştirilmesini amaçları içinde sıralayan ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) projesinin uygulama ve esasları, yasal dayanak ve yönetmelikten yoksundur. Bu projeyi haklı göstermek için sayfalar dolusu yazılan tanımlar, uygulama genel esasları, uygulama mekânları görev ve yükümlülükleri mevcut yasa, mevzuat ve yönetmeliklerle çürütülmektedir.

Öncelikle 'manevi danışman' adı altında okullarda görevlendirilen (İzmir'de 842 din görevlisi) kişiler mesleki ve pedagojik bilgilere sahip değiller. Sadece dini bilgilerle genç bireylerin bilgi, beceri ve psikolojik sorunlarına çözüm önerileri nasıl getirilebilir. Okullardaki manevi danışmanlık hizmetleri ile Sosyal Hizmetleri Kurumları, Ceza İnfaz Kurumları ve hastanelerde yetişkinlere verilen din hizmeti uygulamaları hedefleri açısından çok farklı ve tartışmalıdır. Son birkaç yılda öğrenci intiharlarının gerçekleştiği KYK yurtlarında manevi danışmanlıklara neden son verildiğine ilişkin tatmin edici bir resmi açıklama da henüz yapılamamıştır.

Okullarda öğrencilerle çok iyi iletişim kurabilen ve mesleki açıdan birikimli olan rehber öğretmenler bulunurken, farklı yaş gruplarına sahip öğrencilerin psikolojisi ve eğitimiyle ilgili ciddi bir bilgi donanımına ve alt yapısına sahip olmayan 'manevi danışmanların' öğrencilerle iletişiminin yol haritası nasıl çizilecektir? Anaokulunda görev alan Kuran kursu öğreticisi ile fen lisesinde görev alan vaiz, öğrencilerin yaş ve bilgi seviyelerine ilişkin neler söyleyeceklerini önceden planlamışlar mıdır?

Protokolde "ÇEDES uygulama mekânları" diye tarif edilen mekânların nereler olacağı yönünde bir tarif ve kısıtlama neden yok? Projeye göre gönüllü öğrencilerin proje mekânlarında diğer öğrencilere 'rol model' olarak gösterilmesi ile ne amaçlanmaktadır?

Proje kapsamında gerçekleştirilecek spor müsabakaları, musiki dinletileri, geleneksel yarışmalar, sohbetler, çeşitli çevrelerde görünür olma çabaları gerici fikirlerin dillendirilip öne çıkarıldığı gösterilere dönüşebilir. 

Yine bu uygulamalar esnasında öğrencilerden elde edilen kişisel verilerin, toplu çekilen fotoğrafların ve videoların farklı alanlarda kullanılmayacağının ve tarikatlar tarafından arşivlenmeyeceğinin bir garantisi var mıdır?

Okullarda çağın ihtiyaçlarına uygun pozitif, laik bilimsel eğitim verilmesi gerekirken, görev alanları ve çalışma yetkinlikleri tam belirlenmemiş din görevlilerin, velilerin itirazlarına rağmen görevlendirilmesi ve bu uygulama içinde çağdaş ve laik bir kamuoyuna sahip İzmir ve Eskişehir gibi iki ilin seçilmesi de art niyetlidir. Bu iki ildeki uygulama sonuçlarına ve verilecek tepkilere göre hareket edileceği gibi, protokolde belli bir süreden bahsedilmediği için ÇEDES uygulamaları ülke genelindeki tüm okullarda yaygınlaştırılabilir.

ÇEDES uygulaması ile kamu kaynakları ve olanakları kullanılarak bir tür resmi cemaat çalışmasının yolu açılmıştır. Din görevlilerin okullarda 'manevi danışman' adı altında görevlendirilmesi, okullarda öğretmenler arasındaki iç barışı, mesleki dayanışmayı bozabileceği gibi velilerin de siyasi olarak kamplaşmasına yol açacaktır.

Ülkedeki toplumun dinsel, etnik, kültürel ve inanç çeşitliliğini dikkate almadan farklı kademelerde eğitim öğretim gören milyonlarca öğrenciyi ve onların ailelerini homojen bir yapıda görüp değerlendirmek büyük bir yanlıştır. Eğitim politikalarının merkezine tek din, tek mezhep anlayışının oturtulduğu bugünün Türkiye'sinde farklı kimlik ve inançlara karşı var olan önyargılar da halen devam etmektedir. 1937'de devletin değiştirilemez temel bir niteliği olarak Anayasa'ya giren laiklik ilkesine güçlü bir şekilde sahip çıkılmalıdır.

Karanlığa giden yolun başlangıcı olan bu çalışmalara karşı laik, demokrat veliler, çocuklarının bu eğitimi almasını istemediklerine dair beyan ettikleri dilekçelerini ilgili okul idarelerine vermelidirler.

*Eğitimci