Caner Cindoruk: Sanat insanlar için bir ihtiyaç olmalıyken bir lükse dönüştü

Caner Cindoruk'la Moda Sahnesi’nde izleyicilerle buluşan “Eve Dönüşler” oyununu konuştuk. Cindoruk, "Özel tiyatroların bu şartlarda yaşamaları çok zor... Hala bu işi yapmaya inat ediyoruz" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın üstlendiği, Nalan Kuruçim, Caner Cindoruk ve Alper Şimşek rol aldığı Fredrik Brattberg’in oyunu “Eve Dönüşler”, Moda Sahnesi’nde oynanmaya başladı. Oyun, öldüğünü sandıkları oğulları Gustav’ın yasını tutan bir anne ve babanın hikâyesine yolculuğuyla başlıyor. Bu yolculuk tekrarlanan bir geri dönüşleri de beraberinde getiriyor.

Moda Sahnesi’nde izleyicilerle buluşan oyunun müzikleri Dengin Ceyhan'a ait. Sahne tasarımını Bengü Günay'ın üstlendiği oyunun ışık tasarımı ise İrfan Varlı’ya ait.

Oynadığı oyunlar ve filmlerle adından söz ettiren, "Eve Dönüşler"deki performansıyla da izleyicinin beğenisini kazanan Caner Cindoruk’la bir araya geldik.
Tiyatrodan hayata pek çok meseleyi konuştuk.

Fredrik Brattberg’in “Eve Dönüşler” oyunuyla sahnede gördük sizi… Oyunun süreciyle başlayalım mı?

Sahne çalışmalarına geçmeden oyunun fikrini anlamak ve metni doğru çözümleyebilmek için bazı okumalar yaptık. Sonra 5-6 haftalık bir çalışma süreci geçirdik. Bu süreçte ekipçe beden ve clown çalışmaları yaptık. Çünkü oyun içinde birkaç form barındırıyordu. Absürt bir fikir ve tekrarlar, gerçekçi ve göstermeci formların dışında, farsi bir hareket trafiği de tarif ediyordu metin. Bu yüzden oyunun hareketini ve eylemlerini keşfederken bedenlerimizi merkez aldık ve bedenlerimizden yola çıktık. Keyifli ve öğretici bir süreç oldu bizim için.

Oyun trajediyle başlıyor. Oğullarını kaybeden bir aile, yıkık bir baba… Oğullarının geri dönmesiyle normale dönüş ama yeniden kayboluş… Değişen duygu durumları... Aslında hep bize şimdinin olasılıklarından söz ediyor. Size oyun boyunca ne hissettirdi? 

Yazar büyük bir fake atıyor. Politik doğrucu bir ebeveynler, tam da olması gerektiği gibi davranıyorlar. Üzüntüyle başlayıp, kendi arzularına doğru hareket ediyorlar. Üstüne çok konuştuk oyunun, hala da konuşmaya devam ediyoruz. Oyunun fikri trajik ve karanlık olmasına rağmen, durumu o kadar ironik bir dille gülünçleştiriyor ki. Yoksa bu sorunla yüzleşemez, başa çıkamayız, bu trajedinin içinden kendimize bakmamız zorlaşır. İşte oyun bu yüzden çağdaş ve gücünü tam da burada barındırıyor.

'İNSANIN EVİ NERESİ BİLMİYORUM'

Her geri dönüş hep bir değişime yol açıyor aslında. Dolayısıyla oyun boyunca insan zihninde sorgulamalar doğuruyor. Aile, ev, aidat duygusu… Gerçekten insanın evi neresidir?

İşte komedi tam da bu değişimlerde başlıyor. Çocuksuz olma fikri ebeveynlerde ağır basıyor, onların arzuları ve 5 para etmeyen hayalleri uğruna anne-babanın üzüntüsü çocuğun her ölümünde azalıyor, ilgisizleşiyor, hatta bu arzular çocuğu öldürmeye kadar getiriyor anne-babayı. Kadını otoritesi altına almış bir erkek, eve hapsolmuş, hayallerini kaybetmiş bir kadın. Küflenmiş bir aile… İnsanın evi neresi bilmiyorum gerçekten.

Eve Dönüşler oyunu Moda Sahnesi'nde izleyicilerle buluşuyor. 

Oyundan yola çıkarak, her sonra “bizi” yeniden mi inşa ediyor? Ve bu inşa süreci insanda nasıl bir tahribata yol açıyor?

Bu aileler sistemin çarkını döndüren, bu inşayı oluşturan temel yapıları. Ergen bir çocuğu her defasında öldürerek onun oluşabilecek bütün fikirlerini yok ediyoruz ya, işte tam bu metaforlu ölümler, sistemin olmasını istediği gibi bir bireyi var ediyor aslında: yok oluş ve varoluş. Tahribatı ise fikirsiz toplumların oluşması.

Oyunda hep bir ritim var. Trajediyle başlayıp, komediye dönüşen ve duyarsızlaşan bir aile…  Bu bir toplumun temsili diyebilir miyiz günümüze baktığımızda?

Dünyanın herhangi bir yerinde kentli, burjuva bir aile diyebiliriz. Toplumların çoğunluğu böyle ailelerden oluşuyor. Seyirciye uzak gelmiyor bu sebeple.

“Oysa Herkes Öldürür Sevdiğini” diyor ya Oscar Wilde şiirinde, toplum olarak, önce aile içinden başlayan, sonra mahalle, sonra… Nereye evriliyoruz? Bu sizi bir oyuncu olarak korkutuyor mu?

Maalesef öyle, korkutucu ve kabullenmesi zor bir gerçeklik.

'MODA SAHNESİ, EN ÇOK OYUN ÜRETEN SAHNELERDEN BİRİ'

Her sanat dalı, bir mesaj kaygısı olmasa da, insan zihninde sorgulamalar yaratır. Bugün baktığımızda sanatı icra etmek için büyük çabalarımız oluyor. Neler söylersiniz?

E öyle tabi. Mesela burada, Moda'nın göbeğinde tiyatro yapmaya çabalıyoruz. En çok oyun üreten sahnelerden biri Moda Sahnesi. Birçok sanata da ev sahipliği yapan bir yer olmasına rağmen çok zor ayakta duruyoruz. Özel tiyatrolara devlet desteği yok denecek kadar az olduğu gibi en yüksek vergi dilimine tabi tutuluyor. Sanat icraları yapan bu yer elektrik faturasını ödemekte zorlanıyor. Ödenekli tiyatrolarla nasıl aynı fiyatta bilet satalım, hele ki bu zor dönemlerde. Özel tiyatroların bu şartlarda yaşamaları çok zor... Hala bu işi yapmaya inat ediyoruz. Sanat insanlar için bir ihtiyaç olmalıyken bir lükse dönüştü.

Tiyatro, sinema, televizyon her dalda yer aldınız. Edebiyatla bağınız da güçlü. Bunları icra etmek sizi yoruyor mu?

Ben durduğumda yoruluyorum. Çalışmak bana iyi geliyor

Adana'da yetiştiniz. Orada olmak, tiyatro yapmak, İstanbul gibi büyük bir şehirde de derdini sanatla anlatmaya çalışmak nasıl bir his yaratıyor sizde?

Nerede olursam olayım, kendimi bir şekilde ifade etmeye çalışıyorum. Bazen oynayarak bazen yazarak icra ediyorum. İnsanın, toplumun zaaflarını, çelişkilerini, gerçeklerini kavramaya, anlamaya ve aktarmaya çalışarak var olmayı istiyorum. Bu bir nevi benim yaşam biçimim.