Çağdaş Türk faşizmi ve dışbükey redingot

Koç Üniversitesi yurdundaki olayın failleri şüpheli sıfatıyla girdikleri adliyeden cinsel suç mağduru olarak çıkmayı başardıkları gibi savunmaları da homofobik nefretlerini anlamamıza vesile oldu.

Google Haberlere Abone ol

Seda Alçınar*

Başlıktaki dışbükey redingotun tam olarak neyi anlatmaya çalıştığını açıklamadan başka birkaç çarpıcı ifadeyle giriş yapalım: “gaip murisin zuhuru, anzarot goncası, kangezgini izbesinde gözler”… Hala kafanız karışmadıysa “alabros cennet fedaileri”nin bunu başaracağına hiç şüphe yok.

Tüm bu tuhaf tamlamalar bir şiddet failinin edebi iddialarını derlediği ve daha evvel herhangi bir dörtlüğe denk gelmemiş birini bile şiir olmaya ikna edemeyecek cümlelerin içinden rastgele seçilmiş ifadeler. Dört yıllık bir çalışmanın nihayetinde okuyucu ile buluşan on beş şiirin veraset ve intikal vergisi ekseninde bölümlere ayrılması veraset ile ölüm ve kabullenmeyi, ardından gelen intikal aşamasıyla diriliş ve umudu simgeliyor (bu bölümün miras yoluyla zenginleşme olduğu düşünülebilir). Ve “şairin” beyanına göre “neo-lirik ironi” türünün ilk örneği olan bu “şiirlerin” ezber bozduğu tartışmasız. Tek eksiği “ekli izahat kılavuzu” olan kitabın konumuzla alakası pek yok aslında ama şiddetin, ırkçılığın ve faşizmin sokaklardan odalara sızarak tüm vahşetiyle ve korkusuzca yayıldığını gözlemlediğimiz şu günlerde sanat ve faşizmin “kuyu kardeşliği”ni hatırlamamıza vesile olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi başa dönelim ve ne olduğunu hatırlayalım: Koç Üniversitesi öğrenci yurdunda Kürt ve Alevi olduğu için, aynı odada kaldığı okul arkadaşlarının sistematik saldırılarına maruz kalan, tüm şikayetlerine rağmen mağduriyetini anlatamayan, üstüne üstlük okuldan uzaklaştırılıp, telafi sınav hakkı elinden alınan, hatta okulu dondurmaya zorlanan gencecik bir insanın yaşadığı haftalarca süren fiziksel ve ruhsal vahşet hikayesinden bahsediyorum. Her bakımdan çarpıcı ve içler acısı olayı, sosyal medya olmasa duymayacaktık. TÜBİTAK birincilik ödülü sahibi, özel üniversitede burslu okuyan bu genç, nefretin birden çok çeşidini sadece yurt odasında değil, faillerden şikayetçi olduğunda kendisine yöneltilen homofobik saldırılarla da yaşadı. Olayın duyulması ve haklı tepkiler adli ve idari süreçleri gecikmeli biçimde etkiledi ama failler hala serbest ve artık sadece tek kişiyi tehdit etmiyorlar. Şüpheli sıfatıyla girdikleri adliyeden cinsel suç mağduru olarak çıkmayı başarabildikleri gibi savunmaları da homofobik nefretlerini anlamamıza vesile oldu. Bu faillerden biri olan Hasan Ege Karanfil’in on beş şiirden oluşan bir kitabının da olması faşizm ve edebiyat üzerine biraz konuşmayı gerektiriyor.

FAŞİZM NASIL BULAŞIYOR?

Baştan söyleyelim, 20’li yaşlardaki bu öğrenciler ırkçılık, nefret ve bunlarla karşılıklı tetiklenen korkusuzluğu kitaplardan öğrenmediler. Türkçülük, Turancılık gibi hiç gerilemeyen ırkçılığa son dönemde Türk-İslamcı, Yeni Osmanlıcı cepheler açıldı. Tüm bu ırkçı akımlar temsil ettiği grubun hassasiyetlerine göre ayrışıyor sadece. Üstelik hiçbiri diğerini dışlamıyor hatta kesiştikleri noktalardan güçleniyorlar. Sosyal medyanın sağladığı kitlesel iletişim olanakları hem sayısal hem de manevi güçlerini katlayarak çoğaltıyor. Hepsinin hedefi gençler ve bu gençlerin milli tedrisat sayesinde fikrî aşinalıkları halihazırda var olduğundan ikna edilmelerine ihtiyaç kalmıyor.

Tek sebep bu değil tabii. Kurucu ideolojinin izindeki gençler “vatanseverliğin” asla cezalandırılmayacağının bilakis ödüllendirici ve yükseltici etkisinin de farkında. Çünkü demokrat bir gazeteciyi, yurtsever bir savcıyı, solcu bir akademisyeni öldürmenin zamanaşımı ya da absürt beraat kararlarıyla cezasız kalmasının yanında getirdiği ‘kutsal şöhretin’ milletvekilliği, işadamlığı, danışmanlık (belirsiz bir meslek) ya da bedel ödemiş fikir adamlığına (daha belirsiz bir meslek) dönüştüğü örnekler hiç az değil.

Tarihsel figürler ve tabusal fikirlerle gençlerin kortizol hormonuna hitap eden yazın, sinema ve medyanın yanında ortak iletişim simgeleri, aksesuarlar ve dövmeler kimlik arayışını destansı biçimde sona erdiriyor. Abartılı mitler (evet mitleri bile abartabiliyorlar), gerçekdışı hikayeler, anti bilimsel biyolojik iddialar ve kanıta hiç ihtiyaç duyulmayan tezlerle genç zihinlerin sorgulama yeteneğini yok ediyorlar. Irkçı, milliyetçi ya da dinci akımlar çoğunluğu muhafazakâr olan ailelerin çocuklarını etkisi altına genellikle böyle alıyor. Peki bu etkinin yoğunluğu zaman zaman değişiklik gösteriyor mu? Aslında cevap hayır ama zaman zaman daha görünür olduğu doğru. Öyle zamanlarda da yükselen faşizm, tırmanan ırkçılık vb ifadelerle bir yandan o taraftaki coşku arttırılırken diğer yandan da geçici bir etki izlenimi oluşturuluyor.

“Yükselen faşizm” ifadesi, az evvel de söylediğim gibi görünürlük farkı bir tarafa, bana hep sorunlu gelmiştir. Çünkü faşizm, yükselişini durduracak hiçbir engeli tanımayacağı gibi böyle bir engelin oluşması da neredeyse imkansızdır. Mültecilik, sığınmacılık gibi göç hareketleri, etnik ya da dinsel toplulukların hak iddiaları, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim gibi cins hiyerarşisini tehdit eden varoluş mücadeleleri ve sınıf çatışması gibi sebeplerle (ki bu sebeplerin bir ya da birkaçı her zaman gündemdedir) faşizm bu “sorunlarla” baş etme yöntemi olarak hep vardır.

Türkiye’deki faşizmi de farklı kodlarla açıklayamayız. Çözümsüzlüğün sektöre dönüştüğü Kürt meselesi, sayısız katliamlardan geçen Aleviler, son on yılda herkesi ortak bir nefrette birleştiren göçmen sorunu, LGBTİ+ düşmanlığı ve kadına yönelik şiddetin görmezden gelinerek tüm feminist kazanımların iadesine dair siyasi hedefleri faşizmle yönetmek hep tek tercih olmuştur. Bu nedenle faşizmin yükselişi bir gazete manşetinden daha fazlası, bir siyasi istikrar nesnesi ve kriz zamanlarının sintinesi gibidir (yazının ilginç kelime sınırına ulaştığımı düşünüyorum).

Yine başa dönersek girişte bahsi geçen fail şairin oda arkadaşının “Aleviliği bir yana Kürtlüğünü hiç kaldıramamasını” yükselen faşizme mi bağlamalıyız? Ya da Alevilik ve/ya Kürtlüğün “kaldırılabilir” olduğu bir dönem hatırlıyor musunuz? Cemevinde insan öldürmenin cezasının taksitli on iki bin TL, sokakta oynayan Kürt çocuğu tankla ezmenin cezasız olması hangi yükseliş dönemine denk gelmiş olabilir? İrade gaspının en tipik örneği olan kayyum atamaları bir an için yükselen faşizmin etkisiyle olduysa neden yıllardır sürüyor? Yüksekdağ, Kışanak, Tuğluk, Demirtaş ve sayısız siyasi tutsağın özgür olması için bir gerilemeye mi ihtiyaç vardır ve sekiz yıllık yükselişin olası düşüşünden medet ummalı mıyız, gibi sorular çoğaltılabilir.

MESSİ’YE YAZILAN AKROSTİŞ

Fail şairin edebi kimliğine bakacak olursak doğduğu günden bu yana faşizmin yükselişine denk gelen “altın nesil”i temsilen çağdaş Türk şiirinin Nihal Atsız’ı olmaya özendiğini tahmin etmek zor değil. Ancak bir farkla, Atsız bu “çağdaş şairin” Lionel Messi’ye yazdığı şiiri okuyabilseydi Türkçülüğü emanet ettiği gençliğin Dünya Kupası’ndan etkilenip forvete akrostiş yazmasına mı yoksa epik şiirin düşürüldüğü duruma mı daha çok kahrederdi bilemiyoruz.

Yine aynı kitapta “asit yağmuru” başlıklı şiirin parantez içinde “göçebe bir bezirgân vuruşunda dışbükey redingot” cümlesi bu yazının başlığına da ilham verdi. Şiirde zangoçlar rahimlere tükürüyor ve o rahimlerde boncuklar köpürüyor… İşte ekli izahat kılavuzu tam da bu nedenle gerekiyor.

Medeni Kanun’u karıştırıp seçtiği cazip kelimelerin yanına birkaç tamlama ekleyince şiir yazdığını düşünen şiddet failinin ne şiirlerinden ne de haftalar süren eziyetlerinden utanmadığını görmek sıradan bir ırkçı için şaşırtıcı değil. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi sosyal medyadan gördüğü haklı tepki karşısında hukuki mücadele vereceğini de ilan etti. “Yasal yollar” başlıklı bir şiir yazmayacaksa utanmadan “davacı” olacak gibi görünüyor.

Ülkenin doğusunu yok etmenin bir istikbal meselesi olduğunu düşünen “Çağdaş Türk Şairi” Kürt ve Alevi olmanın “kabullenilip” bu durumda Türklüğe itaat edilmesini hoş göreceğini ekliyor. İnsani değerlerini “Kürt olması kötü bir şey değil ki Kürt olup kendisini Türklerle eşit görmesi kötü bir şey” diyerek özetleyen failin Messi akrostişinin son satırında vurguladığı “imdi yiğit tarih kamçısını sahibine vermektedir” satırı, kendi ifadelerine göre “tarihin adaletinin şaşmaz olduğunu” anlatıyor. Üç yüzyıl İspanyol sömürgesinde kalan Arjantin’de yoksul bir ailede büyüyen Messi’nin devrimci kırbacını sömürge düzenine vurduğunu düşünüyor olamayacağı için henüz çocuksu hayranlıklarının etkisinden kurtulamayan edebi yönü ile ırkçı düşünceleri arasında bocaladığı söylenebilir.

 BİZ NE YAPMALIYIZ?

Şiddet ve nefret failliğini vatanseverlik olarak gören ve “plana sadık kalarak” yürüyen Kemalist, ulusalcı ve Turancı kitle Türk ya da Türkçü olmayanların şiddet, eziyet ve tehditle itaat ettirilmesi eylemlerini sahiplenip Hasan Ege Karanfil’in cinsel suç mağdurluğu üzerinden homofobik nefret tartışmaları açıp ırkçılığın değişmez yoldaşı LGBTİ+ düşmanlığını da körüklediler. Eril-Sünni-Türklüğün hem iktidar hem de muhalefetteki olumlu karşılığı sayesinde olayın sıradanlaşıp sindirilmesi ihtimali yüksek. Bu nedenle öncelikle hem üniversitenin hem de savcılığın yürüttüğü soruşturmaya Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere faşizm mağduru herkes müdahil olmalıdır. Resmî müdahale hukuksuzca reddedilebilir ancak avukatlar dava sürecinde mağdurun ve avukatının yanında mutlaka yer almalıdır.

Kürtler ve Aleviler katliamlarla kesişen geçmişlerini, eşit yurttaşlık mücadelelerini ve faşizm karşısındaki duruşlarını birleşerek güçlendirmelidir. Düzen partilerinin dönemsel ihtiyaçlar için sunduğu Sünni birlik ya da Kemalist Cumhuriyetçi vaatlerin bitmeyen katliamlara, nefret saldırılarına ve ikinci sınıf yurttaşlığa bir karşılık oluşturmadığının artık farkına varmalıdırlar. Irkçılık, faşizm ve dinci baskılardan oluşan ortak hafızaların ortak hak mücadelesine dönüşmesi için hem politik hem de eylem birliğinin hayata geçirilmesi gerekiyor. Şiirlerle, türkülerle anma yapmanın somut hiçbir faydasının olmadığı artık gerçek ve güçlü bir duruşa sahip olmanın zorunlu olduğunu anlamalıyız.

*Avukat